Evren nasıl Game Over olacak?
Evren adını verdiğimiz bu sonsuz gerçeklik, aslına bakarsak hep gerçek değildi, bir zamanlar ki o zamanlar zaman kavramı da yoktu, bildiğimiz, hayal edebildiğimiz hiçbir şey yoktu. Sonra birşey oldu, belki bir güç tarafından belki şuan hayal bile edemediğimiz herhangi bir “şekilde” evren Büyük Patlama ile varlığa, gerçekliğe gözlerini açtı. Hem de 13,5 milyar yıl önce. Evrenin yaşı hakkında tam olarak rakam vermek aslında doğru değil. Ancak modern gözlemler ve teoriler ile baktığımızda evrenin 13,5 ila 14 milyar yıl önce doğduğunu öngörüyoruz.
Bu zaman dilimi öylesine büyük ki, bütün evrenin var oluşunu tek bir yıla sığdırsak ve Büyük Patlama’nın 1 Ocak, saat 00:00’da gerçekleştiğini, bunu okuduğunuz zamanın da 31 Aralık gece yarısı olduğunu göz önüne alırsak, şuan bizi aydınlatan güneş 9 Eylül’de oluşmaya başlamış (Güneş sistemi 5 milyar yaşında!), şimdi zamanı biraz ileri saralım. Dünya (4.5 milyar yıl önce) 14 Eylül’de doğmuş, dünyada ki ilk ilkel yaşam belirtisi ise (3.6 milyar yıl önce) 25 Eylül’de ortaya çıkmış. Şimdi sıkı durun. İlk insanların, yani dünyayı şuan küresel ısınma tehlikesi ile yok olma tehlikesi ile karşı karşıya bırakan bizlerin, savaşlar ile milyarların kanını akıtan insanoğlunun ortaya çıkışı, bugün yalnızca bir buçuk saat önce, yani 31 Aralık 22:30:00’da olmuş. Tarımı keşfedişimiz üzerinden ise sadece 40 saniye geçti. Alfabeyi yazıyı keşfedeli sadece 9 saniye oldu. Hz. İsa yalnızca 4 saniye önceydi, İslam ise 3 saniye önce insanoğluna indirildi. Rönesans ise yalnızca 1 saniye önceydi. Bütün bunları doğru bir şekilde tahayyül ettiğimizde, insan oğlunun evren içerisindeki önemsizliği karşısında şaşırmamak elde değil. Koca bir insan ömrü, evreni 1 yıla sıkıştırdığımızda yalnızca 16 salise yer kaplıyor. Düşünün, hayatınız boyunca yaptığınız herşey, çektiğiniz her acı, her başarınız, evren içerisinde öylesine küçük ve önemsiz ki bu bilmek, insana hayatını birkez daha sorgulatıyor.
Bu ufacık hayatımızdan zoom out yapıp yeniden evrene dönelim, hayal edin, tüm kainatı tepeden gören bir noktadasınız, evreni uzaktan izliyorsunuz. Evrenin tam olarak şeklini bilmiyor olsak da, hayal edebildiğimiz düzensiz bir geometrik şekil var. Evren ne kadar küçük gözüküyor değil mi? Bu kadar uzaktan bakınca sanki avucumuza sığacakmış gibi. Aslında düşününce büyük/küçük kavramı da bizlerin bakış açısı ile alakalı gibi. O uzaktan bakınca küçücük hayal edebildiğimiz evrenin boyutunu biraz detaylıca inceleyelim. Dünyadan başlayalım, dünyamızın ekvator çevresi tam olarak 40.076 KM, memleketiniz uzaklığını hesaba katarsanız ne kadar büyük olduğunu hayal edebilirsiniz. Dünya ile ay arasındaki uzaklık ise 384.403 KM, Güneş’e olan uzaklığımız ise tam olarak 149.000.000 KM! Güneşten o kadar uzaktayız ki, evren içerisinde saatte 1.079.252.850 KM yapan ışığın, güneşten çıkıp dünyaya gelmesi tam 8 dakika sürüyor. Yani güneş puf diye yok olsa, biz 8 dakika daha bu sıcaklarda pişmeye, terlemeye devam edeceğiz. En yakın yıldıza gelelim, Güneş sistemine en yakın yıldız olan Alfa Centauri C’ye (ki bize en yakın yıldız olduğu için Proxima Centauri de diyoruz), olan uzaklığımız tam olarak 4.22 ışık yılı, mesafeyi ışık yılı ile ölçüyoruz çünkü rakamlar artık inanılmaz boyutlara ulaşıyor. Ancak yine de kısa bir hesap ile Proxima Centauri’nin güneşe olan uzaklığını 39896955956520 KM olarak hesaplıyoruz. Yazıyla, otuz dokuz trilyon sekiz yüz doksan altı milyar dokuz yüz elli beş milyon dokuz yüz elli altı bin beş yüz yirmi kilometre. Burdan Proxima Centauri’ye otoban olsa, biz de arabımıza binip saatte 200 KM ile yardıra yardıra gitmeye kalksak neredeyse yol 23 milyon sene sürecek… Yani işimiz zor. En yakın galaksi ise komşumuz Andromeda, şahsen içerisinde yaşam olsa dahi yüzlerini hiç merak etmediğimiz (Mucuk Mass Effect) Andromeda galaksisine olan uzaklığımız dünyadan 2.537.000 ışık yılı (4.22 ışık yılının kaç KM ettiğini belirtmiştik, varın bunu siz hesaplayın). Andromeda içerisinde de ortalama 1 trilyon adet yıldız olduğunu unutmamak gerek. Ve evrende tahmini olarak 2 trilyon galaksi var, hepsinde bir trilyon yıldız olsa, her yıldızın ortalama 5 tane gezegeni olsa, 2 trilyon çarpı 1 trilyon desek sonucu da 5 ile çarpsak… “A Problem has been detected and Beyin has been shut down to prevent damage to yourself” hatası ile karşılaşıp beynimizi teslim ediyoruz…
Evrenin boyutunu az çok anlatmaya çalıştım, ancak ne kadar yazarsam, ne kadar örnek verirsem vereyim, evrenin gerçekten ne kadar büyük olduğunu anlamanın bir yolu yok. Çok büyük… Çoooook büyük. Peki evren nasıl oldu da bu kadar büyüdü? Ve bu kadar büyük olmasına rağmen, büyük patlamanın üzerinden 14 milyar yıl geçmiş olmasına rağmen nasıl hala daha büyümeye devam edebiliyor? Bunun potansiyel cevapları aslında yazının ana konusu ile bağlantılı. Evrenin büyük patlamadaki enerjisi hala daha her karışta kendini gösteriyor, hatta eski çubuk antenli televizyonlarda frekansı ayarlanmamış kanallarda gördüğümüz o karıncalı görüntü varya, işte o karıncalar aslında Büyük Patlamanın hala etkisini sürdüren kozmik mikrodalga arka plan sinyallerinden de oluşuyor. Yani o karıncalar bir manada büyük patlamanın en büyük kanıtlarından biri. Ancak evrenin genişlemesini sadece büyük patlamanın enerjisi ile açıklayamıyoruz. Çünkü evren yalnızca büyük patlamanın enerjisi ile genişliyor olsaydı, zaman içerisinde kütle çekiminin etkisi ile bu genişleme yavaşlardı. Ancak yapılan gözlemlerin tümü, evrenin her an artan bir hızla genişlediğini gösteriyor. O zaman evrenin bu artan hızını açıklayabilmek için yeni bir fikre ihtiyacımız vardı. Bu fikir ise karanlık enerji fikri oldu. Karanlık enerjiden ilk bahseden bilim insanı Alan Guth olsa da, aslında bu kavramı ilk ortaya atan ünlü fizikçi Albert Einstein olmuştu, kendi geliştirdiği görecelik teorisine göre evren asla sabit hacimde kalamaz, ya genişler yada çökerdi. Ancak Edwin Hubble’ın gözlemleri ile sürekli olarak genişlediği kanıtlanan evreni genişleten bir enerjinin olması gerektiğini belirten Einstein, bu enerjiye saçma sapan enerji adını vermişti. Karanlık enerji de bu şekilde evren bilimine merhaba demişti.
Karanlık enerji şuan için kesin olarak kanıtlanmış değil, ancak akla en yakın teori olarak göze çarpıyor. Evren içerisinde tüm madde, evrenin yalnızca yüzde 5’ini oluşturuyor. Geriye kalan %95’in ne olduğu ise “kesin olarak” bilinmiyor. Tahminler ise %23’ünün karanlık maddeden oluştuğunu, %72’sinin ise bahsettiğimiz karanlık enerji ile dolu olduğunu gösteriyor. Bu enerji nasıl birşey ise bir şekilde “şuan” için kütle çekimine üstünlük sağlıyor ve evreni sürekli artan bir hızla genişletmeye devam ediyor.
Peki bu genişleme sonsuza kadar sürecek mi? Evren sürekli olarak büyüyecek mi? Yoksa bir sonu olacak mı? Olacaksa bu nasıl olacak? Şuan ki bildiğimiz bilgiler ve gözlemler ışığında bu son ile ilgili bazı teorilerimiz var. Şimdi dilerseniz artık başlığın hakkını vermeye başlayabiliriz.
Teorilere diğer sayfalardan ulaşabilirsiniz.
Büyük Donma Teorisi
Büyük donma teorisinin ilk desteği termodinamikten geliyor. Bu yasaya göre varlıktaki her şey ısı farklılığı gerektirir. Mesela fırındaki yemeğin pişebilmesi için fırının içinin fırının dışından daha sıcak olması gerekiyor. Olur da bu durum birgün son bulursa, yani evrendeki herşeyin ısısı eşitlenir ve mutlak sıfıra ulaşırsa, evrendeki tüm yıldızlar ölecek, bütün maddeler ise çürüyecek. Bütün evrenden geriye yalnızca parçacıklardan ve radyasyondan oluşan bir karmaşşa kalacak. Bu karmaşa da evrenin genişlemesi nedeniyle bir gün son bulacak ve geriye kalan herşey sonsuza kadar donmuş ve karanlık bir şekilde kalacak.
Büyük Çöküş Teorisi
Evren
az öncede bahsetmiş olduğumuz ve Edwin Hubble’ın da kanıtlamış olduğu
gibi sürekli olarak genişlemeye devam ediyor. Evrenin genişlemeye devam
etmesi evrenin içerisinde ne kadar çok şey olduğuna bağlı. Evrende ne
kadar fazla şey varsa, o kadar da fazla yer çekimi var demektir. Yer
çekimi de bildiğimiz üzer bu şeyleri birbirine çeker ve genişlemeyi
yavaşlatır. Eğer evrendeki herşey belli bir miktarı aşmazsa, evren
sürekli olarak genişlemeye devam edecek ve yukarıdaki büyük donma
teorisi ile son bulacaktır. Fakat evrende düşündüğümüzden daha fazla
madde varsa, evren kütle çekiminin etkisi ile genişlemeyi yavaşlatacak,
zaman içerisinde genişlemeyi durduracaktır. Daha sonra ise kütle çekimi
azalmayacağı için bu genişleme tersine dönecek, büyük patlamanın
genişletme enerjisi yok olduğu için kütle çekiminin iktidarı başlayacak
ve evren gittikçe küçülecektir. Bu küçülme milyarlarca yıl içerisinde
evreni ilk haline geri döndürecek, sıkıştıracak belki de herşeyi başa
saracaktır. Hatta kim bilir, belki bu hali hazırda yaşanmıştır, belki
evren her çöktüğünde yeniden aynı şekilde patlıyordur, belki siz bu
yazıyı milyonuncu kez okuyorsunuzdur, belki de yaşadığımız DejaVu’lar,
önceki yaşamınızın birer kalıntısıdır…
Büyük Parçalanma Teorisi
Gelelim
akla yatkın son teorimize, diğerlerinden çok daha korkunç olan büyük
parçalanma teorisine. Bu teori aslında büyük çöküş teorisinin tam zıttı.
Büyük Çöküş’te evreni genişleten enerjinin etkisini kaybettiğini,
kütle çekimin zaferi sonucu evrenin içine çökerek başa dönebileceğinden
bahsetmiştik. Büyük parçalanmada ise zafer evreni genişleten karanlık
enerjinin etkisini sürekli arttırması, öylesine bir noktaya gelmesini
ki, kütle çekimin en büyük yıldızların bile etrafındaki gezegenleri bir
arada tutmasına izin vermemesini, galaksilerin dağılmasını, etrafa
saçılmasını, hatta bir noktada atomları bile ayıracak kadar büyümesini
ve evreni adeta en ufak atomuna kadar parçalamasını bekliyor bu teori.
Ancak bu teori, teorinin kurucusu Reobert Caldwell tarafından bile saçma
olarak kabul ediliyor.
Yazının sonuna gelirken şunu belirtmek
gerekiyor. Bu teoriler haricinde evrenin nasıl yok olabileceğine dair
birçok farklı görüş daha mevcut, ancak yazı da en kabul edilebilir
olanlardan bahsetmek istedim. Zaten yazının da büyük kısmı evreni
tanıtan bir yazı halini almış. Ayrıca yazıyı mümkün olduğu kadar
özetlemek istedim, yoksa yazıda geçen her terim için bir kitap bile
yazılabilir.
Başlangıcı olan herşeyin bir sonu olacaktır. Biz bu
sonlardan birini veya şuan için hayal bile edemediğimiz alternatif
senaryoları görecek kadar yaşayamacak olsak da, evrenin bir gün son
bulacağını bilmek, içimizi biraz karartıyor. Bir sonraki yazı da
görüşmek dileği ile diyor ve yazıyı sonlan d ı r ı y o
r u m………..