Oyun Ön İncelemeleri

Fable 3

Amcamla ilerliyoruz. Karanlık ve ıslak. Önemli biri olduğumu hissettiğim günden beri üzerimdeki “tehlikeye atılmama” baskısından kurtulamıyorum bir türlü. Riske ne kadar az atılmam gerekiyorsa o denli çekiliyorum tehlikeye, elimde değil. Düşüncelerimden beni çekip alan, amcamın çığlığı oluyor. Hayır, nasıl böyle bir hata yaparım. Elim refleks olarak amcamı tutan gölgenin birine gidiyor. Anlık elektrik akımının ışığından gördüğüm kadarıyla vuruşum isabet ediyor, lakin düşmanım daha fazla kömürleşemeyecek kadar karanlık zaten. Gücümün çekildiğini hissediyorum ama hızlı karar vermeliyim, diğer elim silahıma gidiyor ve… Bam. Vurdum sanırım, amcamın ağlama sesine mantığımın fısıltısı eşlik ediyor. Düşüncesi saldırımın sonucunda artık amcam kör ve kaybettiğimiz yanında kazandığım şey acınası kalıyor. Çıkıyoruz mağaradan, amcam “Elimi bırakma” diyor. Bu laf beni şoktan çıkarıyor işte, gerçek dünyaya geri dönüyorum. “Lütfen, elimi bırakma.” Hıçkıra hıçkıra ağlıyorum, çünkü önümdeki uzun çöl bana bakıyor kum tepeleri ve tehditkar ateşiyle. Amcam ölmek üzere, inliyor. Halkımın bana, ayaklanmayı yönetmem için ihtiyacı var. Bencilce kendi hayatımı bir kefeye koyuyorum, diğerine amcamınkini. Hangi tarafın ağır bastığını görmek ise… Durduruyorum oyunu, yoksa dayanamayacağım.

Fable’ı Fable yapan nedir? Tabiki görevler

Ekran aydınlanıyor, sanırım oyun başladı. Lüks içinde bir hayat yaşıyoruz, bir elimiz yağda bir elimiz balda. 50 sene geçmiş. Fable 2’deki baş kahramanımızın çocuğuyuz ve ağabeyimiz Logan, Albion’un kralı. Fakat tabir caizse halka nefes aldırmıyor despot kardeşimiz. Bardağı taşıran son nokta ise ikinci oyunda yönettiğimiz karakter olan “babamız”a yapılan ağır haksız davranışlar oluyor. Vicdanımız rahat etmiyor ve anlıyoruz ki zaman, neyin doğru ve neyin kolay olduğu arasında seçim yapma zamanı. Doğru olanı seçerek kraliyet sarayında ayrılıyoruz, yabani dış hayata gururlu asi olarak atılıyoruz ve yeni bir hayata başlıyoruz. Amacımız ise bu kötü gidişe dur demek, ki bize görünen tek çıkar yol ise krala, yani kardeşimize karşı bir ayaklanma başlatmak. Hikayenin ilk bölümü bunu sağlamak için yeteri kadar takipçi toplamaktan ve devrimi (teorik olarak “darbe” de denebilir) şekillendirmekten oluşuyor. İkinci bölümü ise bunu başardığımız takdirde tacı giydikten sonra ülkeyi nasıl yöneteceğimizle ilgili. Tabiki ilk kısımdaki verilen sözleri tutup tutmamanın ikinci bölüme büyük bir gerçekçilikle etkisi olacak. Peter Molyneux’un ağzı oyunda neler olacağı konusunda çok sıkı olsa da “Ne ekersen, emin ol onu binbir şekilde biçeceksin” diyor.

Kral olunca işlerin zevksiz ve monoton bir hal alacağını düşünmeden geçemeyeceğim, ama bu konuda da açıklanan şudur ki; sürekli uğraşacağımız bir durum olacak. Tebdil-i kıyafet ile IV. Murat hesabı sokaklarda gezebilecek ve halkın nabzını tutabileceğiz. Kâh önemli suç yerlerini incelemeye gideceğiz, kâh savaşlara katılacağız. Zaten komşu ülke olan Aurora bize huzur vermeyecek. Yıldırım Bayezid hesabı. Albion ne kadar büyük olsa da daha büyük olan dünyanın sadece bir kısmı ve ilk defa olarak F3’de Albion sınırlarının dışına çıkılabiliniyor. Yelpaze geniş… Herkesin korktuğu bir kral olmak izlenebilecek yollardan biri ve sadece bu bile yeterince heyecanlandırıcı.

Elim gitmiyor başlamaya, erkenden
bitecek diye

Eğer F2’ye aksiyon unsurlarıyla bezeli RPG dersek, F3 için RPG öğeleriyle donatılmış aksiyon oyunu ibaresi kullanılabilir. Daha dinamik ve akıcı bir oyun yapısı var. Bu da yeteneklerle ve menülerle nispeten daha az haşır neşir olacağımız anlamına geliyor. Deneyim puanı kazanımı bildiğimiz standart yollarla olmayacak (adam kes, yeni yer keşfet, seviye atla), bunun yerine oynayış doğrultumuzla ve topladığımız yandaşlarımızın sayısıyla orantılı olarak artacak. Kimilerini ayartmak için onların keyfine bağlı görevleri yerine getirirken ve sorunlarını çözerken, bazıları içinse sadece tatlı dil hoş sohbet yeterli olacak. Bu sayıyı 300.000’lere ulaştırabileceksiniz, lakin bu kadar insanı tek tek yağlamaya yağ yetmez. Kilit kişilikleri yanınıza çekerseniz veya büyük grupların sorunlarına çözüm, dertlerine derman olursanız tek hamlede büyük bir şehrin hepsini bile ittifak güçlerinize katabilirsiniz. Kısacası “Experience – Deneyim” yerine kullanılacak yeni kelimemiz “Taraftar sayısı”. Bu da demektir ki açılacak yeni mekanlar vb. özellikler yandaşlarınızın sayısıyla orantılı olarak karşımıza çıkacak. Ancak silah konusunda mantıksız konular göze çarpıyor. Yani, “Bu büyüyü kullanamazsın, en az 40 kişiyle arkadaş olman lazım” denilecek hali yok herhalde. Facebook etkilemiş sanırım bunları da.

İlk olarak, en büyük değişikliklerden biriyle başlayalım; büyü kullanımıyla. Fable 2’deki insanı esir eden savaş anı büyü kullanımını, çeken bilir. Bu durum tamir edilmiş ve cilalanmış olarak geliyor üçüncü oyunumuzda. Çatışma anında büyü değiştirme ne kadar zorsa, F3’de de bir o kadar kolay olması planlar arasında. Büyü menüsü sistemi artık bizimle değil (çok şükür). Eldivenler büyüleri temsil edecek ve elimizde ne varsa onu kullanacağız. Örnek olarak elimizde fireball eldiveni varsa büyü kullandığımız takdirde rakibimize ateş topu sallayacağız. Eğer diğer elimizde aynı anda lightning eldiveni olursa ateşle karışık elektrik şöleni rakibimizin kızarmasını garantileyecek. Buna benzer olarak, bütün büyüler birbiriyle birleşebilecek ve beş seviyeli olacak. İşleyen demir ışıldar hesabı, bir büyüyü ne kadar sıklıkla kullanırsak o kadar hasar kabiliyetimiz olacak.

Madalyonun diğer yüzü ise yakın dövüş sistemi, lâkin bu pek modifiyeye maruz kalmadan geliyor F2’ye oranla. Uzaktan dövüş sistemi ise Albion’un sanayi devrimine girmesiyle gelişiyor doğal olarak. Kalem kılıçtan keskindir belki de, ok-yay kardeşler kesinlikle barut-silah biraderler kadar acıtmıyor. Doğal olarak ok-yay yok yeni oyunda, sadece silahlar ve tüfekler var. Devil May Cry’ın Dante’si gibi gezeceğiz sanırım, sırtta kılıç elde altıpatlar. F2’deki hantallık burada da mevcuttu, ki şükür yeni oyunda gerçekçilik uğruna 3-4 saniyelik silah çekme ardından ateş etme gibi bir durum yok. Mel Gibson’ın Maverick’i gibiyiz, çektik mi silahı adamı anlının çatısından mıhlarız.

Şimdilik silah+büyü+yakın dövüş üçlüsü birbirleriyle arasındaki ani geçiş hızı ve kullanışlılığıyla göz dolduruyor. Oyunun demosundaki oynanış değişmezse zevksiz simülasyon tarzı oynanışın yerini sıkmayan ve tempolu ilerleyişe bırakacağına kesin gözüyle bakabiliriz.

İkinci el kılıç piyasası (Eminönü)

Oyuna özgünlük katan ve harcadığınız zamanın emeğini görmemize yarayan “Zaman içindeki metamorfoz” etkisi güçlenerek geliyor, üstelik bu etki hem bizim hem de kullandığımız eşyalar için geçerli. Eğer şer yolundan gider ve yakıp yıkarsak şeklimiz de karanlığa düşüyor ve ruhumuzun çürük kokusu şeytani bakışlarımızın yanında yumuşak kalıyor. Fakir bir mahallede yaşarsak eğer, giysilerimiz zaman içinde paçavraya, evimiz dıştan gözle görülür bir şekilde çapulculaşacak. Bununla birlikte silah seçimi balyoz olan bir savaşçı kas yığınına dönüşüp giderken büyü kullanımı erken yaşlılık ve gözaltında yer yer çökmeler yaratıyor. Bunlar F2’den F3’e değişmeden geçenler. Bunlara ek olarak yeni oyunda silahlar da bu değişim furyasına özenmiş olacak ki, öldürme şeklimize bağlı olarak karakteristiklerini dışa vuracaklar. Şeytani bir karakterin kılıcının kenarlarından dikenler çıkacak veya ucundan kan damlayacak, bunun yanı sıra Balvarine avcısının kabzasında Balvarine kafası kazınmış olacak. Açıklanana göre bir silah 88000 farklı kombinasyonla şekillenebilirmiş. İşin ilginç yanı ise online kısımda el değiştiren bir silah yeni efendisinin gölgesinden ilerlemek maksadıyla yeni değişimler içine girecek. Eee, silah savaşçının ruhu, gücünün simgesidir. At, avrat… Silah.

Grafiksel tasarımlara değinmişken, dış görünüşle devam edelim. Karakter yaratma ve detaylandırma kısmı yeni oyunda gayet asortik duruyor. Hatırlayın F2’de (gerçi konsola erişim imkânları olmayan bilgisayar oyuncuları ikinci oyunu göremedi ama) giyim kuşam ve eşyalar stat veriyor, kimi ceza puanlarına sahip oluyordu. Sonuç olarak, eninde sonunda maksimum güce sahip olmak adına herkes aynı takım taklavatla oyunu bitiriyordu; tıpkı NFS-MW’da eninde sonunda tüm oyuncuların Mercedes’e talim etmesi gibi. F3’de ise giyinmek artık daha kolay ve hızlı. O kadar giysimiz var da evimiz barkımız olmasın mı? Var var, heyecan yapmayın. Ev edinme kavramı da geliştirilerek karşımıza çıkıyor. Öyle ki artık evin dış görünümünü kapsamlı bir şekilde değiştirebilecek, kitapları koyacağımız kitaplığın rengini oynayabilecek, isterseniz kitapları yere bile yayabileceksiniz. Duvara tablo, masaya meyve, zorlarsanız belki de sehpaya krilent koyabileceksiniz. Sanctuary denen mekan ise müzemsi dizaynı ile ekipmanınızı, giysilerinizi görebileceğiniz, sahip olduğunuz köpeklerden istediğinizi seçebileceğiniz bir konsept. Kendi kahyanız bile var!

Kaybolmayalım aman

Yeni harita tasarımı da oldukça başarılı ve etkileşim çok yüksek. Yaşayan 3 boyutlu bir harita bu ve erişime olanak tanıyan bir arayüzü var. Kimlerin ne görevi var görülüyor ve haritadan kabul edilebiliyor bu görevler. İsteğe bağlı olarak ya takip edip görev vericiye ulaşmanız için mekana giden bir sanal yol oluşturuluyor, ya da direk ışınlanılabiliyor. Raporların okunmasına gerek yok mekanda neler olup bittiğini anlamak için; istenildiği takdirde oturup kimin ne yaptığı taze taze, kanlı canlı, ala sulu oyuncu tarafından gözlemlenebiliyor.

Atılan en radikal adım ise bana göre, kahramanımızın Gordon Freeman’ın getirdiği dilsizlik modasından sıyrılması. Lionhead’in açıkladığına göre karaktere kendi sesini verip vermemekte çok tereddüt edilmiş. Amma ve lakin konuşan bir karakterin, hikayeyi anlatma ve senaryoyu yazımsal kurgudan kurtarmada en iyi yol olduğuna karar verilmiş. Eski alışkanlıklardan kurtulmanın vakti gelmişti, yerinde bir adım olmuş. Karakter etkileşimlerinin bu denli ön planda olduğu bir oyunda tek taraflı konuşmaya eşlik eden dilsiz dostumuzun sessizliği absürd hissettiriyordu. Bu durum, hikayenin duygusal ve tepkisel kısmının da doğmasını sağlayacak ve çeşitlilik konusunda dallanıp budaklanmaya yardımcı olacak.

Beraber maceraya atılsak, Herkül ile Lolaus olsak

Fable2’de bize vadedilen co-op modu fos çıkmıştı hakikaten. Ekranınızda gözüken insanları kendi evreninize çekip alabiliyordunuz – teoride tabiki. Lakin pratikte gördük ki saçma sapan bir sürü yan etkiye ek olarak tüm oyuncular, ana oyuncunun kamerasından oynuyordu oyunu ve tam anlamıyla bir fiyaskoydu bu durum. Ama F3’te vadedilen bugsız, tasasız bir co-op modu. Öyle ki tam anlamıyla karakterimizi ve köpeğini arkadaşımızın oyununa götürebileceğiz, veya onunkileri kendi oyunumuza alabileceğiz. Bildiğiniz gibi bir oyun ne kadar kötü olursa olsun, co-op modu bir mucizedir ve bir şekilde oyunları aşırı eğlenceli hale getirebilir. F3’te de buna benzer bir etkisi olacak çünkü düşünsenize; aynı yerden oynuyorsunuz, ekran ikiye bölünmüş, sohbet muhabbet gırla, beraber çocuklarınızı yetiştiriyorsunuz, ortak işe girişiyorsunuz. Atılma ihtimalinizin olduğu maceraların olasılıklarını saymıyorum bile. Böyle zaman canavarı oyunlara verdiğim zamanlara genelde acırım ve pişman olurum sonrasında, ama sırf bu co-op etiketine dayaranak bu oyunu oynayabilirim.

Büyü varken kurşun neymiş yahu, neyse

Kinect’i bilmeyenler için açıklamak gerekirse, Xbox360 için Microsoft’un ürettiği hareket algılayıcı sistem. Bu sistem sayesinde elimizde ayağımızda kablolar, aparatlar olmadan bizim hareketlerimiz algılanabilecek. Tahmin edin lafı nereye bağlayacağım? Doğru tahmin, Fable 3 bunu desteklemesi için tasarlanıyor. Lionhead’de de bu iş için uğraşan ufak bir ekip mevcut. Xbox360 için açıklanan iki paket var, ilki sadece DVD’den, kullanım klavuzu ve plastik kabından oluşan “Standard Edition”. “Limited Collector’s Edition” olarak çağırılan ikinci şekli ise ek olarak özel oyun kartları, yeni bir kaç oyun içi özel görevi, bir tane “Guild Seal Coin” adlı parça (oyunculara karar vermesinde yardım eden bir edevat) ve bir tür giysi. Beni pek ilgilendirmeyen şeyler bunlar, ama eminim böylesine ses getirmiş oyunun çok sayıda koleksiyonculuğa varan takipçisi ve hayranı vardır.

Yalnız şöyle bir durum var, Legend of Zelda’daki değişikliklerden sonra bana çok da “Daha iyisi olamazdı” dedirtmedi Fable3’ün yenilikleri. Oyundaki geliştirmeler dışında eğer güzel bir hikayeyle gelmezse vadedilenler gerçekten söylendiği gibi çıkmazsa aynı oyunu yeni ekran kartı ile yüksek FPS alarak oynamaktan farkı kalmaz. Yazımı Molyneux amcanın bizzat kendisi tarafından çekilen oyun için videosuna eşlik eden konuşmasından bir derleme ile noktalıyorum:

“Fable2’den ne tür dersler çıkardınız ve F3’ün yapımında hangi fikirlerden esinlendiniz sorusuna şu cevabı vermek istiyorum: Forumları çok içtenlikle ve ilgiyle okuduk. Oyuncuların yorumlarına/fikirlerine/isteklerine fazlasıyla önem verdik. Emin olun bir oyuncu oyununuz hakkında kötü eleştiri yapınca, bir annenin çocuğuna söylenen sözler karşısında üzülmesi kadar etkileniyoruz ve bu eleştirilerin hepsini kişisel olarak alıp baş tacımız yapıyoruz. Bu işin bir tarafı. Diğer tarafı ise “Niye oyunculara henüz görmedikleri yenilikler vermeye devam etmeyelim Fable 3 ile?” dememiz. İşte bu gelişmeler ve düzeltmeler, üzerine eklenen yeniliklerle birleşince ortaya Fable 3 gibi epik olacağını düşündüğümüz bir yapım çıkıyor. Fable 3 hakkındaki en eşsiz şey de benim için, oyunun 2 yıldır geliştirmede olması. Lionhead’de ve Bullfrog’da çalıştım ama ikisinde de böyle bir şeye tanık olmadım. Oyunun bitmeyeceğinden de emin olabilirsiniz, çünkü dizi şeklinde yayımlanacak DLC (Downloadable Content – İndirilebilir içerik)’ler oyunu zenginleştirecek, uzatacak ve dallandırıp budaklandıracaktır. Fable 2’de yakaladığımız başarı da bunun simgesidir (1.6 milyon insan tarafından indirilme sayısı, üstelik çıkmasından bir sene sonra bile). Fakat Fable 3 için meraklanmayın, çünkü oyunun kendi hikâyesi de yeterince doyurucu olacaktır.”

Son söz olarak bu oyun RPG sevenlerin kaçırmaması gereken, türe karşı özel bir bağı olmayanlar için de türü sevdirebilecek bir yapım olacağa benziyor. 25 Ekim’e kadar beklemeli, demoyu oynamadıysanız da bir şans vermelisiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu