F.E.A.R.
Korku filmleri her daim ilgimi çekmiştir. Zira “korku” öğesi, kişiyi kolay
bir şekilde sarıp sarmalar. Hal böyle olunca filmin atmosferine girmek te
kolaylaşır. Böylelikle filmden seyirciye kalan farklı bir tat farklı bir keyif
olur…
Amerikan yapımı korku filmleriyle büyümüş genç kuşağın, son yıllarda nasıl da
uzak doğu kökenli korku filmlerine rağbet gösterdiği su götürmez bir gerçek. Bu
durumun nedenlerinin başında, Amerikan yapımlarında izlenile izlenile
ezberlenmiş korku öğeleri, sıklıkla kendini tekrar ediyordu. Bu yüzdendir ki
seyirci izlediği sahnenin bir sonrasında neler olacağını az çok
kestirebiliyordu. Tabi böylelikle filmin atmosferinden de bir kopukluk
yaşanıyordu. Bir düşündüğümüzde Halloween ve 13th. Friday gibi zamanının
klasikleşen korku filmleri, seneler boyu Amerikan sineması tarafından taklit
edildi. Bir grup gencin sırayla ölmesini konu alan yapımları ne çok izlemişizdir
ya da şeytani bir varlığın evdeki herkesi öldürmesini…
Uzak doğu kökenli korku filmleri henüz alışık olmadığımız bir tarz. Bu yüzdendir
ki onların sıklıkla kullandığı korku öğeleri bize çok yabancı. Hal böyle olunca
da herşey gayet ilgi çekici oluyor. Özellikle kullanılan ufak kız
çocukları(bknz… The Ring 1-2), beklenilmeyen bir korku öğesi olarak, hayranlık
uyandırıcı…
Korku’nun insanları en kolay etkisi altına alan duygu olduğu bir gerçek. Böyle
bir öğeyi bilgisayar oyunlarında kullanmak ta son derece akıllıca bir fikir.
Hele de bir FPS’de! Yakın zamanda Doom 3, bu şekilde sabit disklerimize konuk
olmuştu! Ancak Id Software, yapımı öylesine tek düze hazırlamıştı ki, oyunu
bitirmek ayrı sabır, ek paketi bitirmek ayrı sabır gerektiriyordu. Çünkü korku
uyarıları hep aynı şekilde karşımıza çıkıyordu. Durup dururken ortamda tuhaf
şekiller oluşması ve bu şekillerden hemen sonra yoktan varolan yaratıklar,
fısıltı şeklinde duyulan ve ne söylendiği asla anlaşılmayan konuşmalar, tabi
birde karşımıza anlık çıkan cesetler… Bunlar tüm bir Doom 3 ve Doom 3: RoE
boyunca karşılaştığımız sahnelerdi. Tabi hal böyle olunca oyun git gide bilindik
olmaya başlıyordu. Bilindik olması beraberinde atmosferden kopmayı, bunun
neticesinde ise Doom 3 gittikçe sıkıcı bir oyun haline geliyordu. En nihayetinde
ise son derece teknolojik bir hayal kırıklığı…
Geçen yılın tartışmasız en başarılı yapımı olan Half-Life 2, Doom 3 gibi
atmosfer üzerine değil, daha çok fizik motoru üzerine bir oyundu. Ancak zaman
zaman atmosferi oldukça ilgi çekici seviyelere geliyordu. Örneğin ıssız bir
kasabada bulunduğumuz bölüm, kullanıcılara gerilimi, aksiyonu ve bunların
neticesinde heyecanı beraberinde getirmişti. Bende en çok o bölümü beğenmiştim.
Öyle ki HL-2, adına yakışır niteliklerle FPS dünyasında adeta çığır açtı.
Muhteşem fizik motoru, Doom 3: RoE için bile başlangıç noktası oldu. Ancak Doom
3’teki motor son derece kısıtlı imkanlar sunduğu için beklenilen ilgiyi
göremedi…
Doom, Half-Life, Farcry gibi döneminin önde gelen FPS oyunlarının arasına şu
sıralarda yenisi katıldı! Yeni oyunun ismi F.E.A.R.! Hem Doom 3’ün vaad ettiği
korku öğelerini içeriyor hemde Half-Life 2’nin adını altın harflerle kazıtan
fizik motoruna sahip! Peki ama nereye kadar sahip? Yazının geri kalanında hep
beraber bunun cevabını öğreneceğiz…
İlk önce demo’suyla zihinlere kazındı!
Yaklaşık 2 ay önce oyunun yapımcısı Monolith Studios tarafından F.E.A.R.’ın
demo’su yayınlandı. Daha demo’da akıllarda çok olumlu izlenimler yarattı. Öyle
ki korku öğesi tıpkı uzak doğu kökenli filmlerdeki gibi oldukça esrarengiz bir
şekilde yansıtılıyordu. Buna ek olarak yapımın fizik motoru da dikkat çeken
özellikleri arasındaydı! Aradan 2 ay geçti ve en nihayetinde F.E.A.R. ile
buluştuk!
Demo’dan bu yana oyun hakkındaki en büyük soru işareti, sistem gereksinimlerinin
çok yüksek olmasıydı. Ortalamanın üstündeki bir sistemle bile oyun adeta can
çekişiyordu! Ancak bunun nedeni tamamen, oyunun ışıklandırma efektlerinden
kaynaklandığı ortaya çıktı. Zira oyundaki karanlık ortamlarda çok rahat bir
akıcılık sağlanırken, ışıklı alanlarda makineniz oldukça tekliyordu. Hal böyle
olunca “Options” bölümü açılıp, ayarlarda ciddi değişikliklere gitmemiz
gerekiyordu. Maalesef F.E.A.R.’ın tam sürümünde de durum böyle. Bir çok
kullanıcının hayal ettiği daha iyi optimize edilmiş ışıklandırma efektleri,
üzgünüz ki bulunmuyor. Bu yüzden oyun açılır açılmaz “options”ın yolunu
tutuyoruz. “Grafik” bölümünde yaptığımız ince ayarlardan sonra “performans”
sekmesinde de bir hayli zaman geçiriyoruz. Genel olarak oyunu oynanabilir
kıldıktan sonra “new game”e tıklayarak, F.E.A.R.’ın gizemli, korkutucu, sessiz
ve kanlı dünyasını keşfetmek için yola koyuluyoruz…
F.E.A.R.’ın ilk videosu, dizleri üzerine çökmüş bir adamın, şeytani güçlere
sahip ufak bir kız çoçuğu tarafından ele geçirilmesi ile başlıyor. Burada oyunun
korku teması, uzak doğudan esintiler taşıyor. Öyle ki ufak kız, tıpkı The Ring
filmi serisindeki Samara karakterini anımsatıyor. Hal böyle olunca da, oyun daha
ilk dakikada sizi etkisi altına almaya başlıyor. Videonun devamı bir grup klon
askerin canlanmasıyla sürüyor. Ardından ufak kız tarafından ele geçirilen
esrarengiz adamın, az sonra oyuna başlayacağımız mekanın güvenlik görevlilerini
etkisiz hale getirdiğini görüyoruz. Hatta bununla da kalmayan esrarengiz
karakter, öldürdüğü insanları yemeye başlıyor! Tam bu sırada harekete geçen klon
ordusu, tesiste bulunan güvenlik görevlilerini bir bir avlıyor. İşte bu kaos
ortamında video sona erer ve oyun içi grafiklerden ikinci bir video başlar.
İkinci videoda görüyoruz ki biz, Paranormal vakaları inceleyen kısa adı F.E.A.R.
olan First Encounter Assault Recon isimli gizli bir timin üyeleriyiz. Amacımız
açıklanamayan olaylara gereken müdahaleleri yapmak! Tabi bunları tam teçhizatlı
bir şekilde yapıyoruz.
Bu demo’daki görev değil ama?
Oyun bu noktada demo’dakinden ayrılıyor! Yine demo’da olduğu gibi bir arabanın
içinde başladığımız bölümde, biraz ilerlediğimiz taktirde bambaşka ortamlara
giriyoruz. Anlaşılan o ki yapımcı Monolith Studio, demo’yu hazırlarken tek bir
görevi bize sunmamış. İlerledikçe fark edeceğimiz üzere yapımcılar, birçok
görevin parçalarını alıp birleştirmişler ve en nihayetinde demo’da karma bir
bölüm hazırlamışlar!
Gelelim tam sürüm oyunumuza. Bir kere daha oyunun en başında yapımcılar fizik
motorunun varlığını hissettirmeyi amaçlamışlar. Öyle ki geçtiğimiz koridorlar
dar ve çevredeki kutulara çarpıyoruz. Tabi fizik motorunun marifeti sayesinde
devrilen, yana kayan düşen kutular görmek mümkün. Özellikle rafların yanından
geçerken, sürekli tıkırtı sesleri geliyor. Dönüp baktığınızda ise ya yere düşen
cisimler ya da sallanan eşyalar görüyorsunuz. Tabi daha başlangıçta karşınıza
çıkan bu öğeler, direk olarak fizik motorunun varlığını bas bas bağırıyor!
Yapımcılar için gayet mantıklı bir başlangıç olmuş.
Takım arkadaşımız ile buluşmak için tamamen terkedilmiş olan binada, tek başımız
dolaşıyoruz. Karşımıza bazı kapalı kapılar çıkıyor. Bunların sıradan
FPS’lerdekinden en önemli farkı arkalarında barikat olması. Bir düşündüğümüzde
çoğu FPS oyununda kapalı kapılarla karşılaşırız fakat neden kapalı oldukları
hakkında bir fikrimiz olmaz. O an anlarız ki o kapı, yapımcılar tarafından
işlevsiz olarak oraya konumuştur ve tek mantığı, bizi asıl yoldan
şaşırtmamaktır. Ancak F.E.A.R.’da bulunan bu kapalı kapıların arkasında bazen
bir dolap, bazen bir masa duruyor. Belki amaç diğer FPS’lerle aynı ama o şekilde
duruşu bile olaya bir esrarengizlik katıyor. Çok basit bir detay gibi görünen bu
özellik bile, oyunun atmosferine olumlu yönde etki edecek bir artı olarak,
F.E.A.R.’ın hanesine yazılıyor.
Yalnız dolaşmak pek tekin değil
Yalnız başımıza ilerlediğimiz anlarda, sıklıkla karşımıza korku uyarıcıları
çıkıyor. Bir an gözümüzde canlanan bir ceset resmi ile irkiliyoruz. Biraz daha
ilerlediğimizde, girişine tahtalar örülmüş bir kapının ardında yürüyen gizemli
karakter görüyoruz. Eğer erken davranırsanız ona ateş etme şansınız var. Ancak
kurşun, onu geçip arkadaki duvara isabet ediyor. Hemen arkasından koştuğunuzda
ise geriye sadece küller kalıyor. Çevrede duyduğumuz fısıltı şeklindeki garip
sesler de cabası! Bu anda şaşkınlığımız gizleyemiyoruz haliyle… Mouse’un
imlecini bir yandan diğer yana kaydırıp, çevreye endişeli gözlerle bakıyoruz.
Kısa süreli bu panik halinden uyanıp ilerlemeye devam ediyoruz… Fakat
gariplikler durmak bilmiyor! Az önce ardına kadar açık olan kapı, biz yaklaşınca
birden sert bir şekilde kapanıyor! Hemen açıp içeride kimin olduğuna bakıyoruz,
ancak görüğümüz şeyler hiç de mantıklı gelmiyor. Çocuk seslerinin arasında kendi
kendine hareket eden sandalye ve bir kaç kutu, bizi panik halinden bir türlü
çıkarmıyor. Sanki oda da gözle görünmeyen çocuklar oyun oynuyorlar!
Biraz daha ilerliyoruz, üzerinde kilit bulunan bir kapı geliyor karşımıza.
Kilite tek el ateş etmek yetiyor ve içeri giriyoruz. Bir kaç adım atmamızla
ilkilmemiz bir oluyor! Tavanda duran florasan’ın bir ayağı, büyük bir gürültüyle
yerinden sökülüyor ve aşağı düşecekmiş gibi sallanıyor. Burada oyunu ışık
efektinin duvalara nasıl yansıdığını izlemenizi tavsiye ederim. Öyle ki florasan
hareket ettikçe gölge boyu değişiyor.
Takım arkadaşımızla buluştuktan sonra yine birbirinde garip olaylarla
karşılaşıyoruz. Özellikle arkadaşımızın tekmeyle kapıyı kırmasından sonra
içeriye bir hışımla dalıp, görüşümüzün bulanıklaşması çok ilginçti. Hatta
bununla da yetinmeyip, takım arkadaşımızın kül olmasına tanık oluyoruz! Burada
heyecan hat safhaya çıkıyor. Öyle ki ne yapacağımızı bilemez bir halde, bulanık
ve sanki zaman yavaşlamış gibi ağır bir görüntü akışıyla ilerlemeye devam
ediyoruz. Şaşkınlığımız sandalyede oturur halde bulunan bir cesetle karşılaşınca
daha da artıyor. Zira takım arkadaşımız tekrar yanımızda beliriyor. Görüşümüz ve
zamandaki ağırlık da düzelmiş. Herşey belki de göz yanılmasıydı diyerek
geçiyoruz.
Bundan sonra binanın çatısını kontrol etmek için tek başımıza yukarıya
çıkıyoruz. Kapı hafif aralık. Ardından oyunun giriş videosunda gördüğümüz
gizemli karakter gözüküyor. Kapının arkasından bir anlık geçtiğini görüyoruz.
Hemen kapıyı açıp baktığımızda tahmin edeceğiniz gibi kimseyi bulamıyoruz.
Burada ortama göz gezdirmenizi tavsiye ederim. Zira F.E.A.R. grafiksel olarak da
oldukça başarılı!
İlerlemeye devam ettiğimizde şok bir darbe ile kendimizi yerde buluyoruz!
Buradan sonrası oyunu oynamayanlara sürpriz olsun. Ancak oyun boyunca karşımıza
çıkan esrarengiz karakter gerçekten atmosferi bütünlüyor. Zira hep birşeyler
olabilecek hissine sahipsiniz, ancak neden olduğunu tam olarak anlayamadığım bir
his daha beliriyor. Her gördüğünüz korku uyarıcısından sonra bir süre karşınıza
birşey çıkmayacağını düşünüp, kendinizi rahatlatıyorsunuz. Ancak aksine
F.E.A.R.’da bu pek mümkün olmuyor. Bir dizi sıralı gariplikler, atmosferden
kopmanız bir yana dursun tam aksine sizi kendine sıkı sıkıya bağlıyor! Açıkçası
yapımcı Monolith Studio, oyunda heyecanı pek düşürmüyor. Askerler olmasa,
gizemli adam ve ufak kız ile karşılaşıyoruz, onlar yoksa düşman askerleri
çıkıyor karşımıza. Yani hep birşeylerle meşgulüz.
Bazen oyun film gibi oluyor!
Oyun boyunca birbirinden ilgi çekici sahneler yaşıyoruz. Açıkçası macera
filmlerinde sıklıkla gördüğümüz ancak şu ana kadar FPS’lerde yaşama fırsatı
bulamadığımız bir patlama sahnesi var ki, tam manasıyla korku filmi gibi
tasarlanmış. Girdiğimiz bir odada “Halka” filmindeki Samara karakterine benzeyen
ufak kız karşımıza çıkıyor. Fakat bu sefer oda birden alev almaya başlıyor!
Tamamen ağır çekimde hareket ettiğimiz bu sahnede, bizde istemdışı geriye kaçmak
zorunda kalıyoruz. Ancak tek çıkış yolumuz bizden epey yukarıda duran büyük
pencere! Oraya nasıl ulaşacağımızı düşünürken, içeride bir patlama
gerçekleşiyor. Bizde yine ağır çekim bir halde, patlamanın etkisiyle camdan
dışarı fırlıyoruz! Sonraki bölüme, hemen camdan uçtuğumuz yerin arkasında, yerde
yatıyor olarak başlıyoruz. Tabi yanımızda takım arkadaşlarımız da bulunuyor!
F.E.A.R.’da anlatabileceğimiz bir çok sahne bulunuyor. Örneğin demo’da da
görmüş olduğumuz küçük kızın görünüp kaybolma anları çok etkileyici. Elimizde
silahımızla hiç birşeyden habersiz ilerlerken, telsizden gelen cızırtılar adeta
sinirimizi bozuyor. Basit bir bağlantı sorunu olduğunu düşünüp, yolumuza devam
ediyoruz. İçerisinde bulunduğumuz koridor neredeyse kapkaranlık. Ancak ucunda az
da olsa ışık görünüyor. Koridorun sonuna vardığımızda telsizimizden yeniden
cızırtılar gelmeye başlıyor. Ne olduğunu anlamaya çalıştığımız o noktada, küçük
kızın önümüzden hızla geçtiğini görüyoruz! İşte o an gerilim başlıyor. Zaten
yönettiğimiz karakterimizde, böyle bir durumda bedenen nasıl tepki verilirse
öyle tepki veriyor. Kalp atışları hızlanıyor ve nefes alıp verişleri sıklaşmaya
başlıyor. Kızın gittiği yöne doğru döndüğümüzde ise bir şok daha yaşıyoruz.
Çünkü ortada kız filan yok! Hemen arkamızı dönüp çevreye bakınıyoruz. İlerde
görünen ince ufak bir mavi ışık dikkatimizi çekiyor. Yanına gittiğimizde
telsizden gelen cızırtı sesleri tekrar başlıyor! Hemen arkamızı döndüğümüzde ise
ufak kızı yine bir an için koşarken görüyoruz. Gittiği yöne doğru
ilerlediğimizde, yeniden kızın orada olmadığı görüyoruz ve böylece içimizdeki
gerilim, kendini yavaş yavaş korkuya bırakıyor!
olduğunu anlamışsınızdır. Açıkçası ne Doom 3 ne de Half-Life 2 atmosfer
konusunda bu kadar başarılı olabildi. Özellikle o esrarengiz karakter, pek fark
etmesekte bizi kendine çekiyor. Zira gözüktüğü noktalar, hep bizim varmamızı
istediği noktalar oluyor!
Oyunda tek bir yoldan ilerlemek zorunda kalmıyoruz. Kısıtlı da olsa, alternatif
yollar sıklıkla karşımıza çıkıyor. Ancak ortamlar hep birbirinin aynı olması
biraz can sıkıcı. Çünkü ya yıkık bir binadayız ya bir ofis ya da bir araştırma
bölümündeyiz. Anlayacağınız açık mekan yok.
Düşmanlarımız da tıpkı mekanlar gibi pek çeşitlilik göstermiyor. En zor olanları
görünmez olanlar. Zaten bunların haricinde 3-4 tane daha çeşit var. Açıkçası
Doom ve Half-Life’dakinden bile azlar. Ancak yapay zekaları gayet başarılı. Bir
kere yerlerinde durmuyorlar. Sese karşı duyarlılar(ancak bazen zıpladığınızı
duymayabiliyorlar) ve en ufak bir çıtırtınız, onların harekete geçmesine neden
oluyor. Eğer klasik FPS’lerdeki gibi hepsinin aynı yerden geldiğini
düşünüyorsanız çok yanılırsınız. Zira biri arkadan bir ön taraftan veya
yanlardan geliyorlar. Hatta karşılarına çıkan engelleri de aşıyorlar. Örneğin
önlerinde duran bir barikatın üzerinden atlayabiliyorlar! Alçak bir yerde
eğilmeleri de mevcut! Anlayacağınız şimdiye kadar hiç bir FPS’de görmediğiniz
kadar dinamik düşmanlarla karşı kaşıyayız! Bu durum hiç şüphe yok ki oyunun
gerçekçiliğine önemli bir katkı sağlıyor! Neredeyse bizim kadar hareket
kabiliyetine sahipler!
Dedik ya oyunda First Encounter Assault Recon isimli bir time dahiliz. Tabi
haliyle takım arkadaşlarımız var. Ancak oyun bize pek fazla beraber olma fırsatı
tanımıyor. Beraber ilerlediğimizde de ekibin tehlikeli işlerini hep biz
hallediyoruz. Örneğin, içeriye girmemiz için şantiye kapısını nereden
açacağımızı biz bulmak zorunda kalıyoruz. Tek başımıza kapıyı açıp geri
geldiğimizde sonuç gerçekten sürpriz olabiliyor!
Bullet time olmadan asla!
F.E.A.R.’da ortam oldukça doğa üstü öğe içeriyor. Tabi bizde bu öğelerden
nasibimizi alıyoruz. Bizimde matrix’ten bildiğimiz “bullet time” özelliği gibi
bir yeteneğimiz var. Bu yüzden düşmanları alt etmemiz oldukça kolaylaşıyor.
“Ctrl” tuşu ile aktif ettiğimiz bu özellik sınırsız değil. Bitince tıpkı
fenerimizde de olduğu gibi dolması için bekletiyoruz. Neyse ki kısa sürede
doluyorlar. Bu noktada zorluk seviyelerine de değinmek istiyorum. F.E.A.R.’da 4
tane zorluk seviyesi var. Demo’da da gördüğüm üzere zorluk seviyeleri arasında
belirgin bir fark yoktu. Oyunda maalesef böyle. En zorda oynarken bile
medikit’lerinizi biriktirip, karşınıza çıkanları alamayacak hale
gelebiliyorsunuz(Tecrübeyle sabit).
Görsel olarak F.E.A.R. gayet başarılı. Açıkçası grafikler belki Doom 3 ve
HL-2’nin gerisinde kalabilir ancak efektler her iki oyundan da önde! Zaten bu
yüzden F.E.A.R. görsel bir şölen yaşatıyor. Özellikle oyunun en çok sistemi
zorlayan kısmı, yani ışıklandırmaları harika. Tepede asılı duran bir lambaya
ateş ettiğinizde onun harekertiyle ışığın ve gölge boylarının yer değiştirmesi
son derece muhteşem olmuş. Mutlaka bunu bir deneyin. Yapımda ayrıca bump map de
(yüzeyin girintili çıkıntılıymış gibi kullanılması efekti) çok etkili
kullanılmış. Duvarlara isabet eden kurşunların açtığı delikler gayet başarılı
görünüyor. Kaplamalara pek diyecek yok. Son derece gerçekçi görünüyorlar. Su
efekti de Half-Life 2’deki kadar olmasa da başarılı hazırlanmış!
Seslere geldiğimizde F.E.A.R. bir övgü de buradan alıyor. Gerek silah sesleri
olsun, gerekse çevre sesleri gayet kaliteli. Burada tek bir eksik, bazen
çarptığınız nesneler biraz fazla ses çıkartabiliyorlar. Ancak pek kaideye
alınacak bir problem değil. Müziklere baktığımızda oyunla beraber ilerleyen
zayıf bir melodi duyuyoruz. Zayıf olması tamamen oyunun atmosferine yaptığı
olumlu katkının ifadesidir. Zira yüksek tonlarda bir melodi, yapımın havasını
değiştirebilirdi. Burada da Monolith Studio’yu kutlamak gerek.
F.E.A.R.’ı nasıl bir sistemle oynayabiliriz?
P4 3.0 Ghz işlemci, 1GB RAM, ATI 9800 Pro 128 MB’lik ekran kartıyla F.E.A.R.’ı
test ettik. Açıkçası performans ayarlarının çoğu medium’da, Anti Alising
2x’deyken gayet akıcı bir oynanış yakaladık. Fakat ayarlarda yükseltmeye
gidildiğinde F.E.A.R.’ı oynamak içler acısı oluyor.
Açıkçası F.E.A.R. Nvidia’nın 5900’dan aşağısında ATI Radeon’larda ise 9200 ve
altındakilerde çok zorlanıyor. Yalnız bu demek değildir ki oyun açılmayacak.
Daha düşük kartlarda da çalışıyor ama inanın oynanacak bir performans vermiyor.
Bu yüzden ekran kartı olarak en az Nvidia 5900’dan yukarısı veya Ati ise 9600 XT
ve yukarısı gerekiyor. Ekran kartı haricinde RAM’lerinizinde en azından 1GB
olması, oldukça önemli. Aksi halde daha düşükşe, yukarıda yazdığımız (P4 2.8 Ghz
işlemci, ATI 128 MB 9800 Pro ekran kartı) sistemden daha iyi bir sistemle bile
oyundan iyi performans alamazsınız.
Doubling’i açık(On) tutmanızı tavsiye ederim. Öyle ki bu ayar sayesinde oyun,
belirttiğiniz çözünürlüğün yarısında çalışıyormuş gibi oluyor. Böylelikle
F.E.A.R.’dan çok büyük oranda performans kazanıyorsunuz! Ayrıca Dx8
teknolojisiyle de oldukça performans artışı sağlayabilirsiniz. Bunun için Dx8
Shaders özelliğini çık tutmanız yeterli. Eğer bu şekilde oyunun görsel
nimetlerinin çok zayıfladığını düşünüyorsanız, Pixel Doubling ve Dx8 Shaders
ayarlarını kapatın. Ardından gölgeleri ya kapatın ya da minimum’a getirin. Akıcı
bir oynanış yakalayamazsanız, ışık efektlerinde de tercihiniz minimum olsun.
Bunlar grafik kartınızı en çok yoran özellikler. Hala yeterince bir artış
alamazsanız anti alising’i kapatıp, texture filtering’i en alta yani “bilinear”a
getirin. Ancak yukarıda da bahsettiğim gibi çok iyi bir performans için Pixel
Doubling’i açık bırakın. Tabi görsel yönden çıtayı epey düşüreceksiniz.
Yapımcı Monolith, grafik ayarlarından sonra oyunu açıp kapamakla uğraşmayalım
diye, oyunun içine bir “test setting” koymuş. Yaptığımız ayarları buradan
deneyebiliyoruz. Testin sonunda ne kadar Frame aldığımızda belirtiliyor.
Yapımcılar son derece güzel bir ayrıntı düşünmüş.
Ve F.E.A.R.’da bitti
Şimdi geldik F.E.A.R.’ın belki de en büyük eksisine! Oyun maalesef ortalama 10
saat kadar bir oynama süresiyle geldi! Açıkçası bu kadar kısa olacağını
beklemiyorduk. Buna bağlı olarak bir diğer eksi de yeniden oynanabilirlik
konusunda. F.E.A.R. genel olarak bazı noktalar üzerinde devam eden bir oyun.
Karakterinizle ilerliyorsunuz, bir adım önce hiç birşey yokken bir adım daha
attığınızda çevredeki bir kapı kapanıveriyor. İşin kötü yanı da bu noktalar hep
aynı yerlerde. Yani tamamen bir kurgunun içerisinde ilerliyorsunuz. Hal böyle
olunca oyunu bir kere daha oynamak, daha önceden yaşadığınız anları, “aynı
şekilde” bir daha yaşamanız anlamına geliyor! Bu durum maalesef oyunun tekrar
tekrar oynanmasına olanak vermiyor.
Genel olarak bakıldığında F.E.A.R. atmosferiyle adeta büyülüyor. Sesler ve
grafikler son derece başarılı. Oynanabilirlik te gayet dinamik olmuş. Tüm bu
sebeplerden kesinlikle Doom 3’ten daha iyi yapım elimizde bulunuyor! Açıkçası
fizik motoru üzerine kurulu olan Half-Life 2 kadar başarılı bir fizik motorunu
F.E.A.R.’da göremiyoruz. Ancak bu belki de daha çok atmosferin üzerine kurulu
bir yapım olmasından dolayıdır. Sonuçta geçen senenin devi Half-Life 2 idi. Bu
sene F.E.A.R. gibi gözüküyor!
Son olarak Monoliht Studio, F.E.A.R.’ın ardından boş durmuyor! Bizi şu sıralar
F.E.A.R. ile oyalarken, Condemned: Criminal Origins adında yeni bir korku FPS
yolda! Bu müjdeli haber ile korkuyla olan maceramızı noktalıyoruz. Tavsiye
beklemeyin, en kısa zamanda F.E.A.R.’ı edinin… Oyuna dalıp gerçek hayatı
unutmayın.
Murat Oktay
“Fiyır miyir anlamam” diye düşünürken bir anda kendimi taaa içinde buldum.
Silent Hill 3’ten sonra en korktuğum oyun olarak hafızamda yerini aldı. En
üzüldüğüm yanı ise, grafik özelliklerini köklediğimde, iyi bir sistemim olduğuna
inanmama rağmen, Celeron bilgisayarlarda Doom 3 oynuyormuş gibi hissetmem oldu.
Erdem Maşlak
Oyunun ismi olan F.E.A.R. kısaltmasının açılımı “First Encounter Assault Recon”
tümcesi gerçekten de felaket derecede şekilli. Yapımcıların ilk olarak FEAR
ismini seçip, ardından da bu seçtikleri kelimeye o uzun açılımı uydurdukları
biraz bariz gibi geliyor bana, öyle olup olmadığını bilmeyerek yorum yapıyorum;
sonra gelip bana çatmayın şöyle böyle diye. Oyunda görüyoruz ki “korku
unsurları” had safhada. Fakat buna rağmen karşılaştığımız bu unsurlar biz
onlarla aniden karşılaştık diye bizi korkutuyor. Yani oyunda Undying’deki gibi,
ya da Call of Cthulhu’da olmasını umduğumuz tarzda sadece atmosferle insanın
üstüne abanan bir durum yok. Benim ise nefret ettiğim bir olaydır FEAR’daki gibi
aniden korkutulmak. Gerçek hayatta da nefret ederim, oyunda da. Yapımcılar bunun
zorlama bir korku atmosferi yaratma çabası olduğundan bihaber midirler, orasını
gerçekten de bilemiyorum; ama bence korkutma işinin saçma kotarılışından başka
bir şey değildir. “ÖCÜÜÜÜ!!!!” diye bir canavarla herhangi bir shooter’da
karşılaşırsınız ve bu sizi “gerçekten de” korkutur. Özellikle bump-mapping ve
random spawn özellikleriyle oyunu desteklerseniz tadından yenmez. Ama siz o
canavarla aniden karşılaştınız diye korkarsınız ve biraz düşündüğünüz zaman
fazlasıyla saçma gelir size, az evvel belirttiğim nedenden ötürü. Amma ve lakin
oyunun ismi FEAR olunca iş ister istemez değişiyor ve az önce korktuğumuz ama
hakir gördüğümüz şeyi FEAR’da baş tacı ediyoruz. Neden? Çünkü oyuna
onyüzbinmilyonlarca dolar yatırım yapılmış ve oyunun yapımcısı da Monolith!
Grafikleri şahane, sesleri şahane, atmosferi şahane, “partikül efektleri”
şahane, osu şahane, busu şahane… FEAR bir korku oyunu değil ve ne olmalıydı,
ne de her tarafta o şekilde lanse ettirilmeliydi… Süper bir shooter mı?
Oynadığım en iyi FPS şudur dediğiniz herhangi bir oyunu paketleyip cebine koyar,
yoldaki çöp containerine de röveşatayla savurur. İ.Y.İ. K.O.R.K.M.A.L.A.R.
Ulaş Çöğendezoğlu
Filmatiklerini izlediğimiz oyunlardan tek hatırladığım; videolar güzel, oyun
akıcı ise akıldı kalırdı. Ama F.E.A.R olayı “videoları izle, videoların konusunu
takip ederek oyuna devam et ve videolarla açıklarını kapat” haline bürümüş.
Bariz bir şekilde akıcılık sağlayan takip ile birlikte grafiklerin muhteşemliği
oyunu rakiplerinden bayağı bir üste yerleştirmiş. Ayrıca bunu yaparken sistem
kaynaklarının sömürülmesini gerektirmemesi de cabası. Herşey bir yana, oyundaki
grafiklerin muhteşemliği arasında yer bulmuş korku öğeleri de insanı çivilemeye
yetiyor. Küçük bir kız ve bizim bulunduğumuz noktadan genel görünüş pek de
rahatlatıcı değil açıkçası. Kim karşısında muhteşem gerçeklikte bir yaratık
görmek ister ki?
Hüseyin Karaca
Murat abi, Fear yazısını hazırlıyoruz bir paragraflık birşeyler yaz dediğinde,
cevabım tabii ki Fear yenir mi, içilir mi, nedir yani Fear oldu. Bu tarz
oyunları ben manyak grafikli, bol poligonlu ama içi bomboş oyunlar olarak
nitelendiriyorum. Ne zaman ki oyuncu zekasına yakın bir yapay zekayı(siz çatır
çatır düşmanınıza göre silah değiştirirken, rakibiniz aynı ezik silahla abuk
subuk ateş eder durur), adam gibi bir konuyu ve hikaye akışını içeren, habire
oyunu bölen loading ekranlarının içermeyen, ayağınızı göremediğiniz halde
zıplamaya çalışmadığınız, zorluk olsun diye 8 düşmanı 4 kurşunla öldürmek
zorunda olmadığınız oyunlar yaparlar bende o zaman oynarım. Şimdilik beni macera
oyunlarımla baş başa bırakın…
Can Sağlam
Günlerdir single ve multiplayer demo’larını oynuyorum, yaklaşık iki
haftadır. Sonunda buyük gün geldi çattı, tarihler 18 Ekim’i gösterdi. Oyunu
hemen oynamalı, bitirmeli, suyunu çıkarmalıydım. En sonunda bugün büyük buluşma
gerçekleşti, F.E.A.R’ı oynama şerefine kavuşabildim. Ne diyebilirim ki, en son
HL2’yi böyle büyük bir istekle oynamıştım. Her yönden dört dörtlük olmuş, hele
ki grafikler… Tebrikler Monolith, ama keşke oyunu bu günlerde çıkarmasaydın,
diğer bomba oyunları ne zaman oynayabileğiz şimdi, ha?!?!
Hasan Uğur Nayır
Blood gibi bir şaheseri yaratan firmadan gene güzel bir oyun daha geldi. Grafik,
ses, fizik modellemesi ve oynanabilirlik olsun hepsi ile harika bir yapım. Korku
öğelerini en ön planda tutan F.E.A.R.’ın en can alıcı noktalarından biri de arka
plan sesleri. Korkuyu kullanan oyunlar da bu seslere önem verirler. İyi bir ses
siteminiz varsa bunu daha iyi anlıyabilirsiniz. Gece yarısı bu oyunu fazla
oynamayın yoksa rüyalarınıza girebilir. Sadece Single Player olarak değil,
Multiplayer olarak da başarılı bir yapım. Lan veya internet üzerinden diğer
oyuncular ile kapışmak çok zevkli oluyor.