Gamescom 2016 Değerlendirmesi
Ne yalan söyleyeyim, ilk başta bu seneki Gamescom’un biraz sönük geçeceğini düşünüyordum. Geçen seneki kadar yeni duyuru olmaması, bazı firmalardan da son dakikaya kadar ses çıkmamış olması beni neredeyse bu sene fuara katılmaktan bile vazgeçirecekti. Ancak müthiş bir yoğunlukla geçen 4 günün ardından şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, Gamescom 2016 önceki senenin altında kalmamayı başarmış durumda. Lafı fazla uzatmak istemiyorum, zira üzerine konuşacak çok oyunumuz var, o yüzden buyrun firma firma, oyun oyun neler gördük Gamescom’da onu konuşalım.
Fuarın resmi açılışından bir gün önce gerçekleşen Basın Günü’ndeki ilk durağım Bethesda oldu. Normalde Bethesda oyunlarına temkinli yaklaşıyor olmama rağmen bu sefer heyecanlıydım; zira işin ucunda akıbeti belirsizlikten belirsizliğe koştuktan sonra bir anda E3’te bambaşka bir oyun olarak çıkan Prey vardı. Dishonored’ın yapımcısı Arkane’in ellerinde tekrar hayat bulan ve yazar kadrosuna Chris Avellone gibi usta isimleri de dahil eden Prey’in önceki oyunla ismi ve ana teması dışında bir ortak yanı yok. Oyunun isminde geçen “Prey” (yani Av) yine biziz ve uzaylılar tarafından avlanıyoruz. Ancak bu sefer terkedilmiş bir uzay istasyonundayız ve oyunun psikolojik gerilim/korku dozajı tavan yapmış durumda.
E3’teki videoları bu konuda oldukça ketumken Bethesda Gamescom’da bilgi vanalarını iyiden iyiye açmış durumda. Bilhassa üzerinde çok durdukları “mimic” adı verilen uzaylı türü için bahsettiklerini yapabilirlerse gerçekten de oynarken iyiden iyiye gerileceğiz. Çünkü bu uzaylı siz onu kovalarken bir anda köşeyi dönmeyi ve gözden kaybolmayı başarabilirse onu bulabilene aşk olsun: Odanın içerisindeki herhangi bir nesnenin kılığına girebildiği için her an üzerinize doğru atlayacak bir kahve kupası ya da çöp kovasına karşı tetikte olmanız gerekecek. Daha da güzeli, mimiclerin bu davranışı önceden hazırlanmış değil de o an duruma göre oluşacak bir hareket olduğundan her seferinde çok farklı sürprizlere yakalanmak da gayet olası olacak. Hepsinin üzerine cilayı çeken ise ister erkek istersek de kadın olarak yaratabileceğimiz ana karakterin bu uzaylı güçlerini ilerledikçe kullanabilecek olması. Sunumda gösterilen örnek normalde geçemeyeceğimiz bir açıklıktan kahve kupasına dönüşerek yuvarlanmaktı. Bu şekilde söyleyince garip ve komik geldiğinin farkındayım ama oyunun tonu ve yapımcıların vadettiği o diken üstünde olma hissiyatıyla birlikte verilebilirse ilginç bir oyun mekaniği olacağına şüphe yok.
Oyunun net çıkış tarihi henüz elimizde yok ancak Bethesda 2017 içerisinde çıkacağını garanti ediyor.
Prey’in dışında yine bir Arkane/Bethesda ortak yapımı olan Dishonored 2 de çok görmek istediğim oyunlardan biriydi ancak ne yazık ki onca koşuşturmanın arasında bir türlü onun sunumuna uğramak mümkün olmadı. Yine de bizzat sunumunu izleyememiş olsam da yayınlanan oynanış videolardan Emily’nin güçlerine tanıklık etme fırsatı buldum. Görünüşe göre Emily’nin güçleri Corvo’nunkilerden daha farklı bir şekilde gelişmiş ve biraz da “Darkness” serisini andırıyor. Bu kesinlikle kötü bir benzerlik değil ama, zira Emily oldukça akıcı ve ölümcül olduğunu bu oynanış videolarında da kanıtlıyor. Merak eden hemen aşağıdan izleyebilir:
Bethesda’dan sonraki durağımız Focus Interactive’di ve toplantımızın olduğu mekanı bulmaya çalışırken yanlışlıkla Türkiye’nin resmi stand bölgesine daldık. Bu sene Gamescom’un resmi partnerlerinden biri olan Türkiye’nin fuarda çok aktif ve etkin bir şekilde bulunduğunu da belirteyim bu bahaneyle. Umarız bundan sonraki senelerde de Türkiye’nin Gamescom’daki yeri daha da artar.
Focus Interactive’de tek bir randevumuz vardı. Lakin hakkında çok az şey bildiğimiz “Vampyr” hakkında daha fazlasını merak ettiğim için yine heyecan verici bir görüşmeydi. Life is Strange ve ondan önce Remember Me’yi yapmış olan Dontnod’un yeni oyunu Vampyr, alıştığımız vampirli oyun kalıbını yıkmak için geliyor anlaşılan. Zira bize gösterdikleri ve anlattıkları şeyler (eğer gerçekten yapabilirlerse) ufak çaplı bir devrim olabilecek kadar güzeldi.
Vampyr, 1918 yılı Londra’sındaki “İspanyol Gribi Salgını” olarak bilinen gerçek bir olaya dayıyor sırtını. Birinci Dünya Savaşı’ndan dönen Jonathan Reid ismindeki bir doktor ana karakterimiz. Tahmin etmenizin hiç de zor olmadığı bir şekilde kendisi aynı zamanda bir vampir. Ancak alışılmışın dışında olan kısım hemen bu noktada başlıyor: Jonathan her ne kadar kendisini beslenmek zorunda hissediyor olsa da, aynı zamanda bir doktor olduğu için ettiği Hipokrat Yemini’nden doğan bir sorumluluğu da var. Haliyle oyunun temeli sizin Jonathan’ın doktor olan kişiliğine mi yoksa vampir olan kişiliğine mi ağırlık vereceğinize göre değişiyor. Değişiyor derken, göz boyamalık iki üç diyalog değişmesinden bahsetmiyorum. Yapımcılara özellikle sorduğumuz şey, oyunun anlamlı ve gerçekten ciddi seçimlerden etkilenip etkilenmeyeceğiydi.
Aldığımız cevap bizi fazlasıyla tatmin etti, zira Dontnod’un hedeflediği şey bize oyunun sonunda bir diyalog seçim şansı verip hangi sona gideceğimizi belirlemektense oyun içinde yaptıklarımızla, herhangi bir anda verdiğimiz kararlarla neler olduğunu belirlemek. Gidip diğer insanlardan beslenirseniz ve dahası onları beslenirken öldürürseniz insanlığınızı yitirmeye başlıyorsunuz ve bunun kesinlikle geri dönüşü yok! Ancak tecrübe puanı almanın yolu da bir yandan başka bir insanı son damlasına kadar kurutmaktan geçiyor. Dahası, sadece üç beş poligondan oluşan bir karakteri öldürmekten fazlasını yapmış oluyorsunuz çünkü oyundaki her karakterin bir amacı, hikâyesi ve bağlantıları var. Yapımcıların bize verdiği örneklerden birine göre tutup da gece gündüz ailesini geçindirmek için didinen bir esnafı öldürürseniz ailesinin geçim sıkıntısına düşüp yoksullaştığını bizzat gözlemleyebileceksiniz mesela.
Madalyonun diğer yüzündeyse vampir yanınızı reddedip bir doktor olarak salgından etkilenen insanları iyileştirmek var tabii, zira başta da dediğim gibi bir salgın söz konusu. Herkesi kurtarmanız muhtemelen mümkün olmayacaktır, ki bu durumda şehrin koca bir bölgesinin salgından dolayı kapatılıp yakılması gibi durumlarla karşılaşacağız. Kısacası sırf sizin ahlaki seçimlerinizle değil, aynı zamanda kendi kendine yaşayıp gelişen şehir de oyundaki durumunuzu etkileyecek. Ve eğer herkesin iyiliğini düşünen bir doktor olmayı hedefliyorsanız aslında bir nevi daha zor bir oyun oynuyor olacaksınız. Bütün bu duyduklarımız, gördüklerimiz gerçekten muhteşem. Bir de bunları aynen bu şekilde oyuna yedirebilirlerse bir gözünüz Vampyr’in üzerinde olsun derim ben. 2017’de geliyor zira…
Arada kalan azıcık boş vaktimizi etrafta ne var ne yok diye bakınmaya harcadıktan sonra da vakti gelen toplantılarımız için Blizzard tarafına doğru koştuk!
Blizzard yine fuar alanındaki en büyük bölgelerden birini komple kapamıştı. Geçen sene fuarda eksik olan Diablo standı da dahil olmak üzere bütün ana Blizzard oyunları için birer stand kurulmuştu. Ancak ne yazık ki Starcraft, Overwatch ve Heroes of the Storm dışındakilerde fuara özel yeni bir içerik yoktu.
Diablo tarafından oyunun 20. yıl dönümüne ithafen Diablo 1, 2 ve 3 oynanabilir olarak bulunuyordu; Hearthstone tarafında bu haftaki Tavern Brawl’ın oynanabildiği tablet ve bilgisayarlar vardı.
Starcraft’ta yeni Allied Commander’ı Alarak oynanabiliyordu. Genel olarak Kerrigan’a benzer şekilde bir birim olarak sahaya inen Alarak öldürdüğü düşmanlardan sağlık ve mana toplamasıyla hakikaten çok güçlü bir kumandan olacağını belli ediyor. Ancak yine Abathur’da olduğu gibi DLC mantığıyla satılırsa (en azından benim adıma) büyük hayal kırıklığı olacak; zira Blizzard gibi her zaman oyuncularına değer veren bir firmanın böyle ucuz DLC numaralarına kaçıyor olması üzücü.
Overwatch’a geçtiğimizde bizi Omnik Krizi sırasında efsanevi bir çatışmaya tanıklık etmiş Almanya’nın “Eichenwalde” kalesi karşıladı. Harabeye dönmüş bir kasaba ve o kasabanın üzerinde yükselen kaleden oluşan bu harita, yüksek mevzilere ve tonla pusu şansına sahip olmasıyla Overwatch’un genel yatay haritalarından biraz daha farklı. Saldıran tarafın amacı koçbaşını Omnik Krizi sırasında Reinhardt’ın birliğinin lideri olan Balderich von Adler’ın da nihai istirahat mekanı olan taht odasına taşımak ve zırhı ele geçirmek. Savunma yapan tarafın amacıysa zırhın ele geçirilmesini önlemek. Hem göze hem de oynanışa gayet hitap eden bu haritada oldukça eğlendik; çıkışını heyecanla bekliyoruz. Balderich von Adler’ın zırhına bakıp bakıp iç geçiriyorsanız Blizzard’ın bu zırhı Reinhardt’a Legendary skin olarak eklediğini de belirtmeden geçmeyelim…
World of Warcraft tarafında çok bir yeni bilgi olmasını zaten beklemiyorduk doğrusu; zira Legion’ın çıkış tarihi artık neredeyse geldi çattı… Ancak Blizzard bizi şaşırtan bir hamleyle uzun süredir söylentileri dolaşan “Mega Dungeon”ı duyurdu. Ve evet, tam da tahmin ettiğimiz gibi Karazhan’ın ta kendisi çıktı bu zindan. Haftalık reset süresine sahip olacak olan Karazhan 7.1 yamasıyla birlikte gelecek ve Mythic zorlukta olacak. Aynı zamanda uzun ve bol bosslu olacağını da biliyoruz. The Burning Crusade’de Karazhan’a doyamayan bünyeler için müthiş bir haber bu.
Gelelim asıl büyük haberlerin olduğu tarafa, yani Heroes of the Storm’a. Geçen sene Eternal Conflict ile birlikte Diablo temalı ilk büyük etkinliğini yapan HotS, bu sefer Starcraft evrenini “Machines of War” etkinliğiyle Nexus’a taşıyor. İki tane Starcraft temalı haritanın yanında Legacy of the Void’da pek sevdiğimiz Tal’darim lideri Alarak ve Overwatch’tan Zarya da bu etkinlik sırasında bize eşlik edecek. Haritaların sadece basit birer kaplamadan ibaret olmamasını ve Starcraft havasını her bir pikseline kadar taşımasına bayıldım doğrusu. Hakikaten yeni bir oyun oynuyormuşsunuz gibi hissettiriyor üstelik. Braxis Holdout’ta beacon bölgelerini elde tutup biriktirdiğiniz zerg birliklerini rakibinizin üzerine salarak “zerg rush” yapıyorsunuz –ki söylemem lazım, eğer sağlam birim biriktirebilirseniz gerçekten çok ezici bir dalga haline geliyorlar. Warhead Junction ise haritada beliren nükleer füzeleri toplamak üzerine. Teknik olarak maçı tek bir nuke toplamadan da kazanabilirsiniz ancak nukelerin binalara ve kahramanlara verdiği hasar düşünülünce genellikle bir anda yapılan kombine bir nuke saldırısı bir maçın gidişatını komple değiştirebiliyor.
Kahramanlar tarafında da Alarak oynaması ve alışması biraz zaman alacak bir assassin olarak karşımıza çıkıyor. Rakibi itip çekebilen yeteneklerinin yanında Discord Strike sayesinde koni şeklindeki vuruşunu tutturabilirse rakibi kısa bir süreliğine silence’a sokuyor. Talentlarıyla rakibe verdiği hasar miktarını arttırmak ya da düşürme pahasına telekinesis özelliğini güçlendirme gibi seçenekleri var ve 20. seviyede heroic yeteneğinin geliştirmesini almak yerine 2 heroic yeteneğini birden alabiliyor. Zarya ise neredeyse Overwatch’taki halinin birebir yansıması; Takım arkadaşlarına ve kendine kalkan verebilmesinin yanında, kalkan aktifken aldığı hasarları enerji olarak biriktirip verdiği hasarı arttırabiliyor. Heroic yetenekleri de atıldığı alandaki tüm rakipleri kendine çeken Graviton Surge veya yeni eklenen ve atıldığı bölgedeki herkesi dışarı atan Expulsion Zone.
Blizzard’ın ertesi gününe ise bizi yine yoğun bir program bekliyordu. Bu sefer Ubisoft bizim için neler hazırlamış, ona bir göz attık…
Ubisoft’un oyunları arasında en çok ilgimi çeken For Honor’dı. Ancak tabii ki For Honor’ı tek denemek isteyen ben olmadığım için önündeki sıra da muazzamdı. O yüzden o sıranın biraz olsun eriyip gideceğini umarak önce diğer oyunlara giriştim.
Ubisoft’ta ilk denediğim oyun South Park: The Fractured But Whole oldu. Stand görevlilerinin bana şu meşhur Nosulus Rift’i denetmek konusundaki ısrarlarına başta karşı çıksam da sonunda görev aşkıyla pes ettim ve kendimi ateşe attım. Bilmeyenler için anlatmak gerekirse, Nosulus Rift Ubisoft’un satışa sunmayacağı ancak belli noktalarda denemeye sunacağı bir koku cihazı. İsminden bile Oculus Rift’in bir parodisi olduğu belli olan bu cihaz, siz oynarken burnunuza koku fıslayarak oyun deneyiminizi daha… korkunç hale getiriyor. Korkunç, evet. Nosulus Rift ve South Park birleşince burnunuza ne türden bir koku sıkıldığını söylememe gerek bile yok sanırım, değil mi? Nosulus Rift’i bir kenara bırakacak olursam (ki lütfen bırakalım, zor bir deneyimdi) yeni oyunun yapımcı değiştirmiş olmasına rağmen önceki oyunun çok sıkı bir takipçisi olduğunu ve yine o aşina South Park mizahını müthiş yansıttığını söyleyebilirim. Eğer Stick of Truth’u beğendiyseniz The Fractured But Whole’u da beğeneceğinize dair en ufak şüpheniz olmasın.
İkinci denediğim oyun Star Trek: Bridge Crew idi. Temel mantığı gayet basit olan Bridge Crew aslında müthiş eğlence potansiyeline sahip bir VR oyunu –hele ki Star Trek ya da bilimkurgu seven biriyseniz. Hani şu Star Trek filmlerinde çok havalı bir şekilde “kalkanlar devrede” ya da “warp sürücüsü hazır” diyen tayfa var ya, onların yerine koyuyor oyun bizi. Ve amacımız da U.S.S. Aegis’i kumanda ederek uzayın bilinmeyen taraflarını araştırmak. 4 kişiden oluşan ekipte herkes bir rolü alıyor. Bize oyunu öğretmek adına yapımcılardan biri kaptan rolünü alırken ben geminin kalkanları ve silahlarını kontrol eden mühendis oldum mesela. Ve söylemem gerekir ki VR ve sosyal oyunlar gerçekten çok iyi gidiyor. İlk başta biraz tutuk bir şekilde önümdeki konsolu kurcalayarak vakit geçirdim ancak birkaç dakika sonra uzaydaki gemi enkazlarında hayat belirtisi arayıp, hemen bir an sonra da patlamakta olan bir yıldızın etki alanından dışarı kaçmaya çalışırken komutlar bağırırken bulduk ekibimizi. Uzun vadede ne kadar sarar kestiremesem de, arkadaşlar arası eğlenceli anlara sahne olacağı kesin gibi.
Oculus Rift’i kafamdan çıkarttığım gibi bu sefer de kendimi Steep’in önünde buldum. Kayak ve spor oyunlarına çok meraklı olmasam bile Alp Dağları’nda geçen bu açık dünya oyunu benim bile bir nebze ilgimi çekti. Oyunda gördüğünüz her zirveye bir şekilde tırmanmak ve oradan aşağıya kaymak, para-gliding yapmak mümkün. Bunu yaparken Ubisoft’un belli ki yeni geliştirdiği ve neredeyse tüm oyunlarına entegre ettiği siz farkında bile olmadan en uygun oyuncularla sizi eşleştirme sistemi tam fonksiyonlu çalışıyor. Bir kere eşleştikten sonra da ister beraber artistik hareketler yaparak kayıp bonuslu puan toplayın isterseniz de meydan okuyup “Ben senden çok puan toplarım!” diyerek kapışın. Tamamen size kalmış. Hem güzel manzara izlenecek, hem kayak yapılacak hem de açık dünya gezilebilecek bir oyun peşindeyseniz hepsini paket yapıp sunmuş oluyor yani Steep önünüze.
Tam dağdan aşağı yuvarlanmanın doruklarına ulaşmışken bir yan odadan çağırıldığımda hemen ayağa fırladım; çünkü söz konusu oyun Watch_Dogs 2’ydi. Açıkçası ilk oyunu seven de nefret eden de çok. Ben şahsen nispeten tam ortada görüyorum kendimi o konuda: Oyun ne çok iyiydi ne de çok abartı kötüydü. Olmaya çalıştığı bazı şeyleri olamadığı bir gerçek ancak o kadar gömülecek kadar kötü de değildi. Watch_Dogs 2 ise ilk andan itibaren çok daha iyi olduğunu kanıtladı. Öncelikle “hızlı hackleme” özelliği muazzam bir değişiklik olmuş, hakikaten “şimdi şunu mu hacklesem” diye düşünmeden önünüze gelen her şeydeki en yaygın hackleme komutlarını kullanarak ciddi karmaşa yaratabiliyorsunuz. Onun dışında sabit kameralara kilitlenip etrafı gözlemek gibi süper sıkıcı bir sistemden vazgeçip drone yardımıyla kuş bakışı istediğiniz yere uçup gözetleme yapmak gerçekten rahatlatıcı bir olay.
Bütün bunlar az önce Steep’ten bahsederken söylediğim şu “eşleştirme” sistemiyle de birleşmiş tabii. Sizin olduğunuz bölgedeki oyuncularla kendinizi bir anda aynı oyunda bulabiliyorsunuz ve ilk oyundaki gibi birbirinizi hacklemeye çalışmak yerine bu sefer beraber hareket ediyorsunuz. Yine geliştirme ekibinden biriyle yaptığımız ortak görevde ben gözetlemeyi yaparken o benim işaretlediğim düşmanları ortadan kaldırdı, beraberce gizli gizli rakipten gereken bilgiyi çalmaya çalıştık. Ancak planımız tam anlamıyla işe yaramadı; rakip bizi fark etti ve o noktada curcuna koptu. Birbirimizin sırtını kollarken bir yandan etrafta bir şeyleri hacklemenin ardından hedefimize ulaştık. Lakin bu sefer de işin içine polis karıştı. Geliştirme ekibinden arkadaş polisi hacklerken ben en yakındaki arabayı çaldım ve sonrasında beraber sıkı bir takibin ardından olay yerinden rahat bir şekilde sıvıştık. (Bu arada evet, araba sürüş dinamikleri de ilk oyundakinden çok daha gerçeğe yakın!) Açıkçası duyurulduğunda o kadar heyecan duymamıştım fakat bizzat oynadıktan sonra fikrimi değiştirmeyi başardı Watch_Dogs 2. Eğer Ubisoft son anda kendi kendini sabote etmezse gerçekten sağlam bir hit olma potansiyeline sahip gözüküyor.
Gelgelelim, Ubisoft standındaki vaktim sonuna yaklaşırken hâlâ For Honor’a göz atma şansı bulamamanın üzüntüsündeydim. Neyse ki Ubisoft’taki süper yardımcı insanlar bir şekilde daha sonrası için bana bir For Honor seansı ayarladılar. Ve söylemem gerekir ki –evet, fuardaki tüm ödülleri tamamen haklı şekilde toplamış durumda For Honor. Kılıç-kalkanlı aksiyon oyunlarının büyük bir hayranı olarak For Honor’ın multiplayer demosundan samimi bir şekilde büyük keyif aldım. Bize oynattıkları haritada A, B ve C bölgelerini savunmaya çalışıyorduk; yapımcılardan biri bizi “Şimdi biriniz A’ya gitsin, diğerleri B’den çıkmasın” şeklinde yönlendirme yaparken karşı takımın Samuraylarıyla sıkı bir kavgaya tutuştuk. (Bizim takım Viking ve şövalye ağırlıklıydı) Oyunun özgün kontrol ve dövüş sistemini bu kadar hızlı ve akıcı bir şekilde oynanışın içine yedirmiş olmalarını çok takdir ettim. Bir de bunun yanında bir bölgeyi kaybedince puan da kaybetmek ya da karşı takım 1000 puanı geçerse rakip takımın respawn olamaması gibi kritik bazı kurallar koyarak oyun içi akışı da sizi sürekli parmak uçlarınızda tutacak dozaja çekmeyi başarmışlar. Özetle, For Honor hakkında şüpheleriniz varsa onlardan kurtulun. Zira çıktığı zaman adından daha çok bahsedeceğimiz kesin!
2K Games de fuara eli dolu dolu gelen firmalardan biriydi. Ve kendileriyle ilk randevumuz Mafia III aracılığıyla oldu. Çıkış tarihi iyiden iyiye yaklaşmış olan Mafia III hakkında haberler ve videolar bitmek bilmiyor zaten bu ara. Fuarda da yine en çok ses getiren isimlerden biri oldu haliyle. İlk iki Mafia oyununda olduğu gibi yine farklı bir ana karakterimiz var. Ve yapımcıların söylediğine göre önceki oyunların ana karakterleri de yine bir şekilde hikâyede yer alacak; bu zaten artık bir nevi Mafia geleneği haline geldi. Bu ara çıkan ve çıkacak bir çok oyun gibi açık dünya elementlerine abanmanın yanı sıra oyunun muhtemelen asıl belirleyici olacak olan özelliği kendi suç örgütümüzü kurarken yaptığımız seçimler ve üç büyük müttefiğimiz olacak: Cassandra, Burke ve Vito. Vito ismi ikinci oyunu oynayanlara tanıdık gelmiştir; evet, Vito Scaletta’nın ta kendisinden bahsediyorum. Bu üç isimle aramızı genel olarak sıkı tutmaya çalışacak olsak da bizden beklentilerini karşılayamadığımızda harcanabilir olduğumuza karar verebilecekler ve hatta ihanet edebilecekler yapımcıların söylediklerine göre. Ve yine söylenene göre bu gayet organik şekilde ve tamamen bizim yaptıklarımızın sonucunda gerçekleşecek. Bu da Mafia’nın temelinde gayet lineer bir oyun olduğu düşünülürse seriye ilginç bir tad katabilir. Şunun şurasında zaten aşağı yukarı 2 ay kadar bir süre kalmışken heyecanımız had safhada.
2K’in bize gösterdiği diğer oyun ise Civilization serisinin son halkası olan Civ VI’ydı. Önce kısa bir sunumla bize oyun hakkında bilgi veren Firaxis, sonrasındaysa Almanya ve Almanya’nın oyundaki lideri olan Frederick Barbarossa’nın kısa bir videosunu gösterdi. Bu kısa sunumun ardından ise oturup Civ gibi bir oyun için hiç de yeterli olmayan bir 15 dakika boyunca oyunu oynama şansına eriştik. Yine de bazı değişiklikler daha başlar başlamaz gözümüze çarptı doğrusu. Mesela builderların artık sınırlı sayıda kullanıma sahip olması, şehirlerin semtlere ayrılmış olması, ayrıca yol yapma gerekliliğinin kalkması ve yolların tüccarların bir şehirden bir şehre giderken otomatik oluşması, dini zaferler… Gördüğümüz her şey oyunu bir adım öteye taşıma konusunda gayet mantıklı şeylerdi. Her ne kadar başka yayınlardan “oyunun grafikleri mobil oyunları andırıyor” eleştirisi gelmiş olsa da, Firaxis’teki yapımcılar bu fikre katılmadıklarını ve oyunun sanat yönetiminin bilinçli ve mümkün oldukça fazla detay verecek şekilde tasarlandığını savundu. Gerçekten öyle mi, değil mi anlamak için 15 dakikadan fazlasına ihtiyacımız olduğu bir gerçek; ancak şu kesin ki biz Civ VI’yı oynamaya doyamadık ve dahası için fazlasıyla hevesliyiz…
Tüm bu toplantıların üzerine kendimiz yakaladığımız bazı oyunları ve
yapımcıları sorguya çekmekten zerre çekinmedik. Xbox standında Sea of
Thieves’i denedik mesela: Önce karakterimizi kontrol etmekte zorlanana
kadar içirdikten sonra denizlere açılıp rakip gemileri batırdık. Star
Trek ve Sea of Thieves’in neredeyse birebir aynı konsepte sahip olması
bu tarz sosyal oyunların geleceğinin parlak olabileceğine işaret ediyor
sanki.
Gwent standına dadanıp bol bol Gwent oynadık. The Witcher 3’teki
basit ama etkili mini-oyun yerini karmaşık ama etkili yepyeni bir Gwent
bırakmış. İlk başta fazla kompleks gelebilir ama alışmaya başlayınca
oyunun bu yeni derinliğini takdir etmeye başlıyorsunuz.
Larian’ın
bulması pek zor standını arayıp bulduk; önümüzdeki ay Erken Erişim’e
girecek olan Divinity: Original Sin 2 sunumunu izledik. RPG oyunlarının
delisi bir insan olarak Original Sin’in ilkinden bile çok çok daha
gerçekçi, karanlık ve detaylı olmasına resmen dibimiz düştü diyebilirim.
Millet oyunlarındaki RPG öğelerini hafifletmeye çalışırken Larian’ın
arttırmaya uğraşmasını ve origin hikâyelerine ağırlık vermesi bizden tam
puan aldı; fuardaki favorilerimiz arasındaydı kesinlikle.
Derken
Torment: Tides of Numenera’da acaba bir şeyler yakalayabilir miyiz dedik
ve şansımıza Colin McComb (Planescape: Torment) ve George Zietz
(Neverwinter Nights 2: Mask of the Betrayer) bizi karşıladı. Betasını
severek oynamış olduğum Torment: ToN’un konsol versiyonunu duyunca PC
versiyonundan taviz verileceğinden biraz korkmuştum; doğrudan bunu
sorduğumda “1 ay öncesine kadar konsol versiyonunun varlığını biz bile
bilmiyorduk, bizden bağımsız Techland tarafından yapılıyor konsol
versiyonu.” cevabını alınca rahatladım. Bunu izleyen sunumda izlediğim
her şey de oyunun muhteşem olacağı izlenimini pekiştirdi
zaten.
Gamescom’daki maceralarımız sırf bunlardan ibaret olmasa da,
en aklımızda kalan ve bizi çeken oyunlar bunlardı. Yazının kendisi de
fuarın kendisi gibi tam bir roller coaster yolculuğu oldu. Umuyoruz ki
fuarın havasını biraz olsun solumanıza ve beklediğiniz oyunlar
konusundaki bilgi açlığınızı bastırmaya yardımcı olmuştur!