Gamescom Günlükleri: Bölüm 3
Fuarın ikinci günü, aslında pek çok ziyaretçi için birinci gün demekti. Çünkü bugün Gamescom 2010 halka da açılıyordu. Sabah fuar yerine gitmek için hareket ettiğimde, sokaklarda her zamankinden fazla insan olduğunu gördüm. Normalde rahatlıkla binebileceğiniz toplu taşıma araçları, hınca hınç dolmuştu. Sabahın erken saatleri olmasına rağmen, Gamescom 2010 ziyaretçileri yollara düşmüşlerdi bile. Nitekim, fuar alanına vardığımızda, ne kadar büyük bir kalabalıkla beraber olduğumuzu daha iyi anladık. İyi ki basın kartım vardı, yoksa içeri girmek için epeyce vakit kaybedecektim.
Bugün THQ görevlileriyle sık sık bir araya geldik. Çeşitli oyunları hakkında bilgi alma şansına sahip olduk. Koskoca bir kat tamamen THQ’ya verilmişti ve her oyun farklı odalarda tanıtılıyordu. Kendi içlerinde bir kat planları bile vardı. İsteyenler, bir şeyler de yiyip içebiliyordu. Şovun en önemli firmalarından biriydi hiç kuşkusuz. THQ’dan sonra çekimler yapmak ve fotoğraflar çekmek için dışarı çıktığımda, işimin düne göre daha zor olduğunu fark ettim. Tüm oyunların başında inanılmaz sıralar vardı. Bazılarını dün oynayabildiğim için şükrederken, oynamam gerekenler konusunda kara kara düşünmeye başlamıştım. Yine de, oynamayı ya da görmek istediğim iki oyunu daha bugün aradan çıkardım ve izlenimlerimi sizlerle paylaşacağım. İşte bugünkü oyunlarla ilgili elde ettiğimiz ilk izlenimler;
WARHAMMER 40K – DARK MILLENIUM ONLINE
Massively multiplayer olacak olan bu yapımda görevli kişilerle yaklaşık 15 dakika süren yüz yüze bir görüşmem oldu. Buna istinaden benimle ufak tefek bilgiler de paylaştılar. Öncelikli olarak tanıtım videosunu izledik ve robotların ön planda olduğunu gördük. Daha sonra kendilerine; WoW gibi bir konseptle, massively multiplayer konusunda nasıl baş edeceklerini sordum. Özellikle oyundaki silah kullanımları ve dinamikleri üzerinde durdular. Bu konuda tamamen Dark Millenium’a özel bir sistemin geliştirileceğinden bahsettiler. Grafik motorunda herhangi bir değişiklik olup olmadığını sorduğumda ise, aynı motor üzerinde çalışılacağı bilgisini aldım.
Randevulu olarak görüşme yaptıkları için sözü fazla da uzatmak istemedim ve çıkış tarihi olarak ne zamanı hedeflediklerini sordum. Warhammer 40K – Dark Millenium, 2013 senesi içerisinde bizlerle olacakmış. Muhtemelen daha nice fuarlar boyunca, Dark Millenium’u görme şansımız olacaktır. Burada herhangi bir oynanış gösterimi yapılmadı; muhabbetimizden sonra Homefront’u görmek üzere odadan ayrıldım.
HOMEFRONT
THQ, oynanış sunumu yaptığı tüm odalarda kulaklıklar kullanıyordu. Böylece hem sunumu yapan kişiyi, hem de oyundaki sesleri rahatlıkla duyabilme şansına sahip oluyorduk. FPS türündeki Homefront’ta, birleşen Kuzey ve Güney Kore’nin, Amerika’ya karşı açtığı savaşı ve Amerikanlar’ın buna direnişini oynayacağız. Sunum, oldukça güzel bir açılış videosuyla başladı. Kronolojik sırayla Koreler’in birleşimi, yanına çektiği yandaşlar ve Amerika’ya karşı açtığı savaş anlatılıyordu. Üstelik bunun için tamamen de gerçek görüntüler kullanılmış. Senaryonun profesyonel bir elden geçtiğini de ayrıca belirtelim. 2027 yılında geçen oyunun videosundan sonra oynamaya başladık.
Pek de yeni gözükmeyen bir evde uyanıyoruz. Burası, aslında kapana kısılmış bir Amerika şehri olarak da nitelendirilebilir. Camdan baktığımız zaman bir avlu, çocuk bahçesi ve burada yaşamaya çalışanları görüyorduk. Yapımcıların belirttiklerine göre; alışılagelmiş askeri oyunlarda olduğu gibi; git gemiyi patlat, git binayı yok et gibi görevler üzerine kurulu bir hikaye olmayacak. Etrafta dolaşarak bilgi toplayacak ve bunların ışığında kapışmalara gideceğiz. Evden çıkıp az evvel bahsettiğimiz avluya indiğimizde insanları ve günlük yaşamlarını görebiliyoruz. Burada grafiklerden söz etmek gerekirse; yeni nesil FPS’lere göre biraz vasat gibi geldi. Belki de yapımcılar bunun üzerinde biraz daha çalışacaklardır.
Kaldığımız yer ve insanların yaşayışlarına bakılırsa, epey zor durumda olduğumuzu açıkça anladık. Bu yerleşimden, evdeki bir tünel vasıtasıyla çıktık ve esas kapışmalarımızın olduğu bölgenin gösterimine geçtik. Burası, mağazaların ve araçların olduğu geniş bir meydandı. İlk başta sessiz kaldık ve ne zamanki füzeler meydana atıldı. O zaman biz de saldırıya geçtik. Yanan Kore askerline bir de biz mermi yağdırdık ve gelenleri de temizledik. Daha sonra ne şanssızlıktır ki; bir sonraki füze saldırısı bize yakın oldu ve kendimizi yerde bulduk. Doğrulduktan sonra; alevlerin arasından hızla ilerledik ve yoğun saldırıyla mücadele etmeye devam ettik.
Grafiklere vasat dedik ancak, anlık çok güzel aksiyon sahneleriyle karşılaştığımızı belirtebilirim. Araçların birden bire çarpışmaları, üzerimize yağan roketler gibi olaylar aksiyonu yüksek seviyede tutuyordu. Sonunda bir kuleye sığındık ancak bu ne şanssızlıktır ki; kule de yıkıldı ve kendimizi yine yerde bulduk. Burada kapışırken kullandığımız roketatar çok hoşumuza gitti. Kilitlendiği aracın kesinlikle şansı olmuyordu. Bir yandan Crasher isimli aracı da tanımış olduk. Sadece düşmanları ezmek için değil, çevreye hasar verebilmek için de kullanılabiliyordu. En son üzerimize düşürdüğümüz helikopterle birlikte, Homefront gösteriminin sonuna geldik.
Senaryo olarak yaratıcı gözüken bir yapım. Grafikler vasat gibi gözükse de; sırf bu yüzden ve gördüğümüz aksiyon sahneleri için de oynanabilir gibi geldi bizlere. Üstelik bu sahnelerin tüm oyuna yayıldığını düşündüğümüzde, sonunu merak edip oynamak isteyen çok insan olacaktır. Homefront’un ayrıca iyi bir multiplayer mod’la da geleceği belirtildi. Gördüklerimize istinaden şimdilik beklemekte fayda olduğunu düşünüyorum.
COMPANY OF HEROES ONLINE
THQ’dan ayrılmadan, bir sonraki sunumumuzun Dawn of War 2: Retribution olacağını bilerek yeni odamıza girdik. Bir de baktık ki; ondan önce Company of Heroes Online’ın da gösterimi yapılacakmış. Çok da güzel oldu ve böylece iki oyunu birden aradan çıkartma şansına sahip olduk. Sempatik bir yapımcı tarafından, Company of Heroes Online’ın sunumuna başlandı.
Menülerden oyun içindeki durumlara kadar, geniş yelpazede bir sunum hazırlanmıştı. Bu yüzden, ilk olarak işe multiplayer oyunun lobisinden başladık. Burada avatar’ımızı ayarladıktan sonra; seçilebilir iki millet olarak Amerikanlar ve Almanlar’ı gördük. Bundan sonra da saldırı mantığını seçtiğimiz ekranı gördük. Örneğin Almanlar için Blietzkrieg, Terror ve Defense gibi seçimler bulunuyordu. Ayrıca burada, komutanların savaştıkça geliştikleri ve gelişim puanları kazandıkları da bizlere hatırlatılıyor.
Ordularımızı yaratmak da tamamen bizim inisiyatifimizde. Piyade ve araç sayıların ayarlayabiliyor, buna göre bir ordu yaratabiliyoruz. Bunların dışında bir de özel kahramanlarımız olduğunu gördük. Bunlar da level atlayarak gelişiyor, yeni özellikler kazanabiliyorlardı. Oyun şekilleri olarak; Custom Games ve Reward Games seçenekleri bizlere tanıtıldı. Custom Games ile haritadaki dilediğimiz ayarları yaparak kapışmalar yapabiliyoruz. Reward Games’e ise sadece takım arkadaşlarımızı çağırabiliyoruz ve yeteneklere göre eşleştirmeler yapılıyor.
Oyuna geçtiğimiz zaman grafiklerin, bir stratejiye göre son derece iyi olduğunu görebiliyoruz. Savaş alalına kadar zoom yapıyoruz, ayrıca menülerin kullanımının da son derece rahat olduğunu gördük. Çevrede görülebilen her şey yok edilebiliyor. Özellikle patlamalarda yüzeyin deforme olması çok iyiydi. Böylece kendi siperlerinizi yaratabiliyorsunuz. Ayrıca, herhangi bir siperin arkasına girdiğiniz zaman, bunun sizi yüzde yüz koruyacağının garantisi de yok. Çünkü siperler de yok olabilecek şekilde hassas olabiliyorlar. Kahramanlarımız; alev atar, uzun namlulu tüfek kullanıp mayın döşeyebiliyor. Bu özelliklerin stratejik olarak kullanıldığı zaman ne kadar ölümcül oldukları bizlere gösterildi. Korumamız gereken noktalara, özellikle mayınların yerleştirilmesi, rakip için ciddi tehdit unsuru oluşturuyor.
Başarılı olunan görevlerden sonra; çeşitli alet-edevat ve kahramanlar kazanacaksınız. İhtiyacınıza göre isterseniz bunları satıp para da kazanabileceksiniz. Bazıları ise; kazanmaktan çok sadece çatışmalar sırasında kazanabilecekleriniz olacak. Bu uzun ve detaylı gösterimden sonra; yapımcılar Company of Heroes Online’ın; 2011’in ilkbahar aylarında piyasalarda olacağını belirttiler. Bundan sonra sözü, Dawn of War 2: Retribution sunumunu yapacak olan arkadaşlar aldı.
DAWN OF WAR 2: RETRIBUTION
Retribution’da tanıtımda sadece Orclar’la olan bir gösterim yapıldı. Oynanış sunumunda da düşmanlarımız Eldarlar’dı. Yapımcılar, özellikle RTS ve RPG öğelerinin harmanlanması konusunda iyi iş çıkartmaya çalıştıklarını belirttiler. Orclar’ın özel kahramanları bizlere tanıtıldı. Bunlardan birisi roket atma konusunda uzman, bir diğeri alev atarı ile ölüm kusarken, bir başkası da jet pack kullanabiliyordu. Menü ekranından sonra vakit kaybetmeden oyun içerisine geçtik.
Lavlı ve cehennemi andıran bir haritada gösterim yapıldı. Oyun motorunun, Company of Heroes’da kullanılanın aynısı olduğu belirtildi. Burada düşmanları öldürerek ilerledik ve bir yandan Orclar’ın çeşitli özel güçlerini kullandık. Eldarlar’ın da kuvvetli birimleri geliyordu ancak çok da fazla dayanabildikleri söylenemezdi. Bu arada savaşlardaki efektler son derecede güzeldi. Hem yok etmeler sırasında, hem de özel güçler anında ortaya çıkan görüntüleri gayet beğendik. Bir yandan da ele geçirdiğimiz PopCap’lar ile daha fazla birim üretebilme şansına sahip olduk. Company of Heroes’da olduğu gibi: DoW 2: Retribution’da da menülerin kullanımları son derece rahattı.
Ele geçirdiğimiz Orc HQ ile daha değişik araçlar üretebiliyorduk. Eldarlar’a karşı görevin başarı ile bitirilmesinden sonra, Mission Reward kısmı açıldı. Burada istediğimiz aracı ya da birimi serbest bırakabiliyorduk. THQ’nun bu güzel strateji ikilemesi; DoW 2: Retribution’ın 20 Mart 2011’de piyasalara sürüleceğini öğrenmemizle birlikte sona erdi.
FINAL FANTASY XIV
İsminde Final olmasına rağmen hiç bitmeyen seri, 14. oyunu ile birlikte MMO dünyasına da el atıyor. Square Enix’deki görüşmemiz, ilginçlerden birisiydi. 3 basın mensubu olarak odaya girdik. Karşımıza oyunun 3 Japon yapımcısı vardı. Ayrıca yanlarında bir de İngilizce’den Japonca’ya çeviren bir bayan vardı. Oturduk ve bize tanınan kısa süre boyunca oyun hakkında bilgi edinmeye çalıştık.
Biz sohbetimizi yaparken, arkada oyunun videosu dönüyordu ve ara sıra göz attığımda ilginç görüntülerin olduğunu söyleyebilirim. Bir başka monitörde ise; yapım 3 boyutlu olarak gösteriliyordu, masamızda da 3D gözlükler vardı. Biraz gözlükle baksak hiç de fena olmazdı ama buna maalesef fırsatımız olmadı. Gerçi yapımcılar da, oyunun tamamının 3D olarak tasarlanıp tasarlanmayacağı konusunda şimdilik karar vermediklerini belirttiler. Ancak şöyle bir de düşüncelerini beyan ettiler; 3D’nin aslında MMO için iyi bir denek olduğunu, çünkü sürekli bir yerleri araştırma durumunda olduğunuz için, ortaya güzel görüntülerin çıkartılabileceğini belirttiler.
Hikayenin kendileri için çok önemli olduğundan bahsettiler. MMO olarak bu konuda kafa yorduklarını ve insanları içine çekebilecek şekilde tasarlamak istediklerini vurguladılar. Buna göre, oyun içerisinde yapılabileceklerin de çoğalacağından bahsettiler. Yapımcıların fikirlerine göre; Final Fantasy XI; hem konsol hem de PC’de başarılı olabilen tek FF oyunuydu. Şimdi amaçlarının, FFXI için de bunu tekrarlamak olduğunu belirttiler.
Son olarak sunucu sistemi üzerine konuştuk. Tüm dünyadaki herkesin, aynı server üzerinden giriş yapacaklarını ve böylelikle daha rahat kaynaşacaklarını belirttiler. Dolayısıyla da, bunu kaldırabilecek kuvvete ve donanıma sahip bir sunucu tasarlandığının da altını çizdiler. Aynı server’dan giriş yapılınca; herkesin her türlü update’e aynı anda ulaşacağını ve böylelikle bu konu üzerinde de bir denge sağlanacağını belirttiler. Updateler’in zamanlamasının da ayarlanacağını ve böylelikle oyunun hep canlı kalacağından bahsettiler. Kısıtlı zamanımız dolduktan sonra, bize verdikleri samimi bilgilerden dolayı teşekkür ettik ve basın odasından ayrıldık. Toplantılar bitmişti, şimdi sırada biraz oyun oynamak vardı.
F.E.A.R 3
Halkın kalabalığını göze almıştım ve gözüme kestirdiğim oyunlarda sıra beklemeye hazırlamıştım kendimi. İlk olarak F.E.A.R 3 sırasına geldim 1 saate yakın sabırla bekledim. İçeri girerken görevliler bana; “Şimdi bambaşka bir dünyaya gireceksin” dedi. Öyle de oldu; oyun odasına girdiğim zaman, sanki oyundaki gerilim odayı da içerisine çekmişti. Hemen boşalan makineye geçtim ve sabırsızlıkla oynamaya koyuldum.
20 dakikaya yakın test ettiğim F.E.A.R. 3, harika görünüyordu. Başlangıç videosundan sonra harap olmuş tren vagonları arasında yolumuzu bulmaya çalışıyorduk. Sürekli sizi huzursuz eden bir atmosfer var, yerdeki cesetler bilinmeyen bir güç ya da canlı tarafından çekiliyorlar. İlerleyip silahınızı bulduktan sonra kendinizi açık bir alanda buluyorsunuz. Burada helikopterin bulunduğunuz iskeleye doğru çarpıp parçalanmasına şahit oluyorsunuz. Biraz daha ilerledim ve geniş bir alana geldim. Burada ilk kapışmalarımı yaptım. Yapay zeka hiç de fena sayılmazdı ve beni bir çok kez alt etmeyi başardılar. Özellikle el bombalarını ölümcül biçimde kullanabiliyorlardı. Siper almayı da hiçbir zaman ihmal etmiyorlardı.
İlerleyip uzun bir yarığı da geçtikten sonra; dışarıda çok sıra olduğunu ve oynamayı 1-2 dakika içerisinde sonlandırmam gerektiğini söylediler. Hala, kuyruk dolusu insan vardı. Bana kalsa; sonuna kadar oynayıp bitirmek isterdim. Oynadığım kadarıyla kesinlikle çok başarılı ve yarattığı atmosferi aynen burada da sürdürüyor. Grafikler; eski oyunlarında olduğu gibi çok iyi, üzerine bir şeyler de koymuş. Oynadığımız makine Xbox 360’tı ve görüntüler gayet iyiydi. Seslerdeki tedirgin edicilik ve gerilimli sahneler aynen devam ediyordu. F.E.A.R. 3 kesinlikle beklemeye değecek ve korkularımızla bizleri bir kez daha yüzleştirecektir.
PORTAL 2
Portal 2’yi görünce koşa koşa yanına gittim ve oynama ümidiyle sıraya girdim. Hem şaşkın, hem de çok mutluydum bunun için. Yalnız daha sonra anladım ki; içeriye aşağı yukarı 30’ar kişilik gruplar alınıyor ve 10 dakikalık bir video izlettiriliyor. Bunun için bile değerdi. Sabırla bekledim ve yaklaşık yarım saat sonra, ben de içeri giren gruba dahil olabilmeyi başardım. Kendime güzel bir yer ayarladım ve kameramı da elime aldım. Bundan sonra söz artık Portal 2’deydi.
Grafik motoru yine almış başını gitmiş. Harika görseller eşliğinde, çok iyi grafiklerle karşılaşıyoruz. Çevre detayları ve fizik kurallarının ne kadar iyi olduğunun en iyi temsilcilerinden birisi Portal 2 olacaktır. Bize verilen talimatlar doğrultusunda ilerledikten sonra; bizlere 4 test bölümünün gösterimi yapıldı, işte aslında şov tam olarak burada başlıyordu. İlk iki test, etraftaki dalgaları lehimize kullanabilmeyle alakalıydı. Şöyle söyleyebilirim; Portal 2’de bizi gerçekten çok komplike ve kafamızı çalıştırmamız gereken bulmacalar bekleyecek. Daha ilk testten itibaren bende böyle bir izlenim uyandı. Etrafı dikkatli biçimde süzüp, hamlelerimizi buna uygun yapmamız gerekiyor.
3. ve 4. testlerde; bizi zıplatan ve hızlandıran mavi – kırmızı jeller gösterildi. Yine zekamızı konuşturmamız gereken bulmacalardı bunlar. Bazı grafiksel detaylar da dikkatimi çekmedi değil. Jellerin yerlere gerçekçi biçimde yayılması; yüzünüze geldiğinde ekranın bu rengi alması gibi özellikler Portal 2’deki gösterimin renkli yanlarındandı. Bir testi bitirmek yeterince uzun bir zaman alıyordu ve oyunda da bu gibi bir çok test olduğunu düşünürsek, bu sefer kekin gerçekten uzakta olduğunun daha da farkına varacağız.
Sevindiğim noktalardan biri de, video çekimine izin verilmiş olmasıydı ve ben de bundan yararlanıp tüm sunumu kameraya aldım. İleriki günlerde sitemizde bunu göstereceğiz ve testler konusunda ne demek istediğimi çok daha iyi anlayacaksınız. Portal 2, gerçekten oyun dünyasının en değişik ama en iddialı yapımlarından biri olma yoluna çoktan girmiş durumda.
Saatime baktığımda artık fuar alanının kapanmasına çok az bir süre kaldığını gördüm. Buradan ayrılırken, bir öncekinden daha yorucu bir günün geçtiğinin farkına varmıştım. Kamera ve fotoğraf çekimlerinden sonra; artık geriye kalan günleri daha fazla oyun oynamaya ayırabilirdim. Kuyruklar ne kadar uzunlukta olursa olsun, bazı oyunlar kesinlikle atlanmamalıydı. Bir yandan sunumlara katılmaya da devam edecek, bunlardan vakit elverdikçe oyun oynamaya çalışacağız. Bizden ayrılmayın…