Oyun İncelemeleri

Ghostwire Tokyo inceleme

GhostWire: Tokyo ilk kez E3 2019’da, Bethesda Softworks’un etkinliğinde, o sırada oyunun başında bulunan Ikumi Nakamura tarafından tanıtıldığında hem ilginç atmosferi hem de Ikumi Nakamura’nın sempatik tavırları sayesinde ilgiyi üzerine çekmeyi başarmıştı. Birçok farklı türde oyuna imza atmış olan Shinji Mikami’nin kurduğu Tango Gameworks stüdyosu tarafından geliştirilen ve konsollarda Playstation 5’e özel olarak çıkış yapan GhostWire: Tokyo hakkında ilk izlenimlerimizi geçtiğimiz günlerde paylaşmıştık.

Ghostwire Tokyo inceleme

Geliştirilme süreci survival horror olarak başlayıp, aksiyon – maceraya dönen, Nakamura’nın ayrılması ile birlikte yönetmen koltuğuna ilk defa geçen Kenji Kimura’nın ellerine teslim edilen GhostWire: Tokyo hakkında çok büyük beklentilerim olmadığını daha önce de söylemiştim. Japonya’nın başkenti Tokyo’da geçen macera nasıl olmuş, birlikte inceleyelim.

Sisli Ortamlardan Uzak Durmak Lazım

Tokyo’nun en kalabalık bölgelerinden biri olan Shibuya’da, garip bir sisin yavaş yavaş etrafa yayıldığı sıralarda başlıyor hikayemiz. Ana karakterimiz Akito bir trafik kazası geçirmiş ve ölmek üzere. Bu sırada kendine bir beden arayan KK (karakterin adı bu, inceleme için kısaltmadım), ölmek üzere olan bedeni kendisi için uygun bir taşıyıcı olarak görüp, kontrolü altına almak amacıyla ele geçiriyor. Ölü sandığı Akito’nun canlı olduğunu fark ediyor, Akito diğer insanlara doğru koşuyor ama ele geçirildiği için üzerindeki siyah duman tabakası insanları korkutuyor. Tam bu sırada asıl olaylar başlıyor.

Shibuya bölgesinde yavaşça yayılan sis bir anda yoğunlaşıp, yaşayan bütün bedenlerin yok olmasına, geride yalnızca kıyafetlerin ve diğer eşyaların kalmasına sebep oluyor. Akito ise KK sayesinde bu sisten etkilenmiyor. Sisin ardından bir müzik başlıyor ve başka dünyadan gelen korkunç tipler ortaya çıkıyor. Hannya maskesi takan bir adam ortaya çıkan ruhani varlıklara seslenip zamanın geldiğini, artık aradaki sınırların kalkacağını müjdeliyor. 

KK bedenin kontrolünü ele geçirmek istiyor ama hastanedeki kız kardeşine gitmek isteyen Akito, biraz da tehdit yoluyla, KK’i ikna ederek yola koyuluyor. Kız kardeşi Hannya maskesi takan adam ve yardımcıları tarafından kaçırılan Akito, KK’in de yardımı ile maceraya atılıyor, biz de hem olayları çözmek hem de Tokyo halkını kurtarmak için oyuna başlıyoruz. Oyunun hikayesi ilginç, Japon halk hikayelerinde anlatılan dünya dışı varlıkları dünyaya getiren çılgın bir insan ve ona karşı mücadele etmek için kurulan zorunlu bir ortaklık var. Zorunlu kurulan ortaklıkların zamanla geliştiği polisiye filmleri çok sevdiğimi ön inceleme sırasında da söylemiştim, burada da hikaye boyunca gelişen ilişkinin işlenmesi çok hoşuma gitti. 

Hikayenin kendisine gelince, aşırı orijinal bir fikir barındırmıyor, anlatım tarafında biraz tutuk kalmış ve bazı şeyleri oyunun sunduğu notları okuyup bir araya getirerek çözüyorsunuz. Yan karakterlerin azlığı, üzerlerinde fazla durulmamış olması canımı sıkan şeylerden. Oyunun sonlarına doğru hikayeye odaklı bir bölüm var mesela, anlatımdan çok bölümler arası yürüme ile geçiyor, bir ara çok popüler olan yürüme simülasyonu oyunlardan birini oynuyorum hissi oluşturdu bende. Sanki sonlara doğru hikayeyi bağlamak için acele etmişler gibi. 

Oyundaki yan görevlerin çoğu ana konuyla alakalı şeylerden çok, Japonya’nın sokak efsanelerini ve korkunç söylentileri içeren küçük hikayeler sunuyor. Köşeden bakan ama gittiğinizde orada olmayan kadın, içerisine girenin intihar etmesine sebep olan bina, lanetli bir melodi ile çalınan piyano ve tuvalet kağıdı bittiği için tuvaletten çıkamayan ruh(!) gibi olaylara el atıp, çözüme ulaşamadığı için diğer tarafa geçemeyen ruhlara yardım ediyoruz. Arada eski ekip üyelerinin verdiği görevler sayesinde yan karakterler hakkında biraz bilgi ediniyoruz ama o kısım yetersiz geldi bana. Sonuç olarak yan görev içeriğini başarılı buldum, birbirinin aynısı sıkıcı hikayeler değiller. 

Kediler Köpekler ve Ruhlar İle Dolu Bir Tokyo

Tokyo’nun Shibuya bölgesinde başlayan GhostWire bize belli oranda serbestlik sağlayan sandbox stili oynanışa sahip. Ana görevin dışında yapabileceğimiz yan görevler ve etkinlikler bulunuyor. Yan görevlerden hikaye kısmında biraz bahsettim. Kendi içinde küçük hikayeler barındıran yan görevlerin en güzel tarafı, oyunun haritasında uzun uzun gezmek zorunda kalmıyor olmamız. “Şu ağaç neden kırmızı çiçek açıyor bilmiyorum” diyen teyzeye yardım etmek için şehrin diğer ucuna gitmiyoruz, ağaç hemen yanımızda oluyor. Çoğu görev birbirinden farklı ve tekrar duygusu uyandırmayacak şekilde hazırlanmış. Artık oyunlarda görmekten sıkıldığım “ayak izlerini/hatıraları/ruh yankısını takip et” tarzı görevler ne yazık ki burada da var. Bu türden çok görev olması dışında bir şikayetim yok.

İkinci bölümden itibaren Tokyo sokaklarında dolaşıp Hannya’nın planlarını engellemek için çalışırken, sis yüzünden bedenlerinden ayrılan ruhların ziyaretçiler tarafından ele geçirilmesini önlememiz de gerekiyor. Bu ruhların bir kısmı bedenlerinden ayrıldığı noktaların yakınlarında havada süzülürken, bir kısmını kurtarmak için daha fazla çalışmamız gerekiyor. Kutulanmış ruhları ele geçirmeye çalışan ziyaretçileri durdurmak ve kimi zaman üstüne mühür yerleştirilmiş ruhları kurtarmak gerekebiliyor. Yolda yürürken bir anda havadaki kutuları görürseniz yardım etmeyi ihmal etmeyin. Mühürlerin kırılması ise yine touchpad üzerinden gerekli şekilleri çizmek yoluyla gerçekleştiriliyor. 

Şehirde yaşayan tek “canlı” insan Akito ama başka canlı varlıklar da hala etrafta geziniyor. Tokyo’nun kedi ve köpekleri bir şekilde sisten etkilenmemiş durumda ve şehirdeki azalan insan popülasyonu onların da dikkatini çekiyor. Köpekler panik içinde sahiplerini arayıp etrafta koşarken, kediler daha çok “Yani çok sıkıntı değil de bizim yemek işi ne olacak” havasında. Bu hayvanları sevebiliyorsunuz, ayrıca köpeklere mama verip para ya da çeşitli yetenek arttırma eşyaları bulmalarını sağlayabiliyorsunuz.

“Parayı ne yapacağız, herkes ölmüş zaten” diye düşünüyorsanız, Tokyo’nun yeni sahipleri olan Nekomata ismindeki kedilerle tanışma zamanınız geldi! Nekomata dediğimiz tür aslında ruhani dünyadan gelen kedi görünümlü yokailer olarak biliniyor ve bu oyunda bize büyük faydaları var. 24 saat açık mini marketlerde, yemek tezgahlarında ve hediyelik eşya satan yerlerde bulabileceğiniz farklı kediler sayesinde alışveriş devam ediyor. Konbini olarak geçen mini marketlerden dövüşürken azalan canımızı tazeleyecek ve maksimum canımızı arttıracak yiyecekler alabiliyoruz. Tezgahlarda bulunan kediler Tokyo’ya dağılmış bazı özel nesneleri onlara getirmemizi istiyor. Karşılığında para, kostüm ve fotoğraf modunda kullanabileceğimiz çeşitli şeyler veriyorlar. 

Şehri kaplayan sisi dağıtmak ve yeni bölgeleri açmak için ele geçirilmiş olan Tori kapılarını temizlememiz gerekiyor. Yeni yan görevler ve toplanabilir eşyalar da bu sayede açılıyor. Ekstra aktiviteler arasında şekil değiştirmiş tanukileri bulmak, çeşitli doğaüstü varlıkları kovalayıp dünyadan uzaklaştırmak ve KK’in eski dava raporlarını bulmak gibi şeyler de var. 

Ayrıca oyunda çeşitli kıyafetler de mevcut. Ön sipariş ve Deluxe Edition ile gelen kostümlerin dışında, yapacağınız yan görevler ile alabileceğiniz tekli kıyafetler ve takımlar da bulunuyor. Karakterin tshirtünü, pantolonunu, ayakkabısını, şapkasını, gözlüklerini ve eldivenlerini değiştirmek mümkün. Oyun FPS zaten, bunlar ne işe yarıyor diye düşünebilirsiniz, doğru. Eldiven, saat ve tshirt gibi, el hareketlerini yaptığımız sırada gördüğümüz kıyafetler dışındaki değişiklikler oyuna pek etki etmiyor. Bazı oyun içi ara sahnelerde görüyoruz sadece. Ama oyunun fotoğraf modunda karakterimizi çekerken işe yarıyorlar. 

Şemsiyeli Adamlar Peşimizde

GhostWire: Tokyo’da, kökleri Japon halk hikayelerine dayanan varlıklarla dolu bir şehirde, kendini savunmak için özel bir yay ve bedenindeki ruhun özel güçlerine sahip olan Akito’yu kontrol ediyoruz. Rakiplerimiz hayattayken çeşitli bastırılmış duygular yüzünden öldükten sonra huzur bulamamış olan ruhani varlıklar, diğer adıyla Ziyaretçiler. Ziyaretçiler kendi arasında farklı kategorilere ayrılıyor. Başı olmayan kız ve erkek öğrenciler, genellikle şemsiyeyle gezen suratsız ofis çalışanları, gizlendiği çarşafın altında aslında hiçlikten oluşan hayaletler gibi farklı tipler ile bolca karşılaşacağız. Ayrıca şehir efsanelerinden fırlamış Kuchisake Onna ve Kappa gibi farklı yokai cinsleri de bulunuyor. 

Karşılaştığımız düşmanlar başlangıçta hep aynı gibi görünüyor ama ilerledikçe daha gelişmiş versiyonları çıkmaya başlıyor ve bunların farkını görsel olarak da ayırt edebiliyoruz. Sonlara doğru tek bir su saldırısı ile aldığım öğrencilerin farklı kıyafetlere sahip halleri ben saldırıyı yaparken bile parende atıp tekmeyi ağzıma yapıştırabildi. Ya da artık maskesini çıkarıp atmış, zaten zor olan mücadeleyi daha da zor hale getiren bir Kuchisake Onna gelebiliyor. Düşman çeşitliliği beni rahatsız etmeyecek kadar çoktu. Belki oyun biraz daha uzun olsa aynı düşmanları görmekten sıkılabilirdim ama şu halde gayet yeterli. Düşmanların bizi fark etmedikleri zamanlarda etrafta dolaşıp günlük hayatta yaptıkları gibi eğlenmeleri (öğrenciler) ya da ATM cihazlarını ve vitrinleri incelemeleri (şemsiyeli çalışanlar) gibi ayrıntılar da çok hoş. 

Akito’nun en büyük silahı KK’den ödünç aldığı ruhani güçler. Dini köklere sahip geleneksel bir savaş sanatı tekniği olan Kuji-kira’dan ilham alan el hareketlerini gerçekleştirerek çeşitli saldırılar yapıyor, düşmanın zayıf noktasını ortaya çıkarıp parçalıyoruz. İlk bakışta doğaüstü bir teknik ile sıradışı bir mücadele veriyoruz gibi gözüküyor ama bu teknikler geleneksel FPS silahlarına denk yeteneklere sahip, sadece daha güzel gözüküyorlar. Rüzgar yeteneği farklı modları olan bir otomatik tabanca gibi hareket ederken, su yeteneğini pompalı tüfek gibi düşünebiliriz. Ateş ise roketatar ile el bombası atar arasında bir yerde duruyor. KK tarafından bir tapınakta bulunan kutsal yeteneklere sahip ok-yay ise teknikleri kullanamadığımız zamanlarda destek olması için hazır. 

Oyunun savaş mekaniklerini başlangıçta pek beğenmedim. Sadece rüzgar yeteneğine sahipken hem zayıf atışlar yapıyor hem de uzun şarj süresi yüzünden vakit kaybediyorduk. Bir de yakınımıza giren düşmanlara yumruk atmanın, diğer FPS oyunlarına göre çok zayıf olduğunu görünce canım sıkılmıştı. Diğer tekniklere sahip olup, elimdeki yetenek puanları ile hepsini geliştirmeye başladığımda dövüş eğlenceli bir hale gelmeye başladı. En baştan beri yanlış oynadığımı, sırf şarj ederek saldırı yapmamak gerektiğini de anlamış oldum. Benim yaptığım hatayı yapmayın yani.

Bir kere dövüş sistemini çözüp, diğer tekniklere de sahip olunca savaşlar aşırı keyifli hale geldi. Uzaktan rüzgar ile seri saldırılar yapıp düşmana yaklaşınca touchpad yardımı ile hızlıca suya geçip geri ittirmek, kalabalık grupların ortasına tam güçte alev topu bırakıp düşmanlar zayıf duruma geçtiğinde güç kaynakları olan özlerini parçalamak için hepsini ipe bağlayıp yok etmek çok büyük bir gaz veriyor. Hatta aksiyonu biraz daha vahşi yaşamak isterseniz düşmanların çekirdeklerini yakından yok etmenizi sağlayan yetenekleri alıp, düşman zayıf düştüğünde yaklaştığınız yöne göre değişen animasyonlar ile işlerini bitirebilirsiniz. Bu arada teknikleri kullanırken Akito’nun el animasyonları, Dual Sense’in verdiği tepkiler ve sesler de çok iyi.

Ok ve yay ikilisinden ya da çeşitli etkileri olan tılsımlardan da bahsedelim. Ok ve yay tam tahmin ettiğiniz gibi, kutsal enerji ile düşmanlara hasar verebilen uzun menzilli bir silah. Oyunun bazı noktalarında KK ile ayrılmak zorunda kalıyoruz, bazen düşmanlar da KK’i çekip alabiliyor. O zaman elinizde yalnızca yay ve tılsımlar kalıyor. Aslında yay güçlü bir silah ama zor durumda kalmadıkça aklıma bile gelmedi. Tatari zorluk seviyesini henüz denemedim, belki orada daha çok ihtiyaç duyabilirim. Tılsımlar ise belli bir alandaki düşmanları sersemletme, dikkatlerini dağıtma ya da daha güçsüz hale getirme gibi görevlere sahip kullanılabilir nesneler. Gizli ilerleme benim başarılı olduğum bir nokta değildir ama isterseniz düşmanların dikkatlerini başka yöne çekip arkadan avlamak için tılsım kullanabilirsiniz. Kalabalık bir grup size koşarken yere attığınız elektrik tılsımı ile düşmanı yavaşlatıp, güçlü bir su saldırısı ile dağıtmak da mümkün. Son olarak oyunda ninja kostümüne sahipseniz giyip ok-yay silahını denemenizi öneriyorum. Ayrı bir hava kattı oyuna. 

Oyundaki savaşların heyecanını daha önce DOOM oynarken yaşadığım tecrübeye benzettim. Daha sonra kontrol ettim, DOOM’un dövüş ve Glory Kill sisteminde de çalışmış olan Shinichiro Hara, oyunun savaş kısımlarında rol almış. Kesinlikle etkisini görüyorsunuz. Hara bu oyun için “Karate büyü ile buluşuyor” demiş, gayet doğru bir tanım. Keşke yakın dövüş saldırımız da biraz güçlü olsaydı. Şu haliyle bile “kalabalık grup düşman bulsam da aralarına dalsam” diyerek etrafı gezindiğim oluyor. (Hyakka Parade yapan ruhları rahatsız edecekseniz hazır olmanızı tavsiye ediyorum)

İnsan Gürültüsünden Uzak Bir Şehir

Oyunun hikaye ve oynanış kısımlarından bahsettiğimize göre biraz da oyunun görsellik, ses ve atmosferinden bahsetmek istiyorum. GhostWire: Tokyo çok güzel gözüküyor! Yapımcılar terkedilmiş Tokyo’nun atmosferini başarılı bir şekilde oyuncuya hissettirmek için çok uğraşmışlar. Bütün insanlar gitmiş olsa da şehrin işlek kesimlerinde reklam panoları ve dükkanlar ışıltılı bir şekilde çalışmaya devam ediyor. Gezdiğimiz tek alan Shibuya değil, daha sakin bölgelere, tapınak alanlarına, yer altı metrolarına ve alışveriş merkezlerine de giriyoruz. Neredeyse her alanın kendine has bir görselliği var ve hepsi de çok güzel gözüküyor. Panoların ve gökyüzündeki kırmızı ayın su üzerinden yansımasını görmek çok güzel. Yansımalar gayet güzel gözükürken aynadan kendi yansımamızı göremiyor olmamız garip bir durum. 

Playstation 5 sürümünde tam 6 farklı grafik modu seçeneği bulunuyor. Kalite modu yüksek grafik kalitesini Ray Tracing ile birlikte 30 FPS olarak sunuyor. Performans modunda 60 FPS olarak, yansıma özelliklerinden feragat ederek oynamak mümkün. HFR seçeneği ise oyunun frame limitini kaldırıp, sınırların ötesine geçme imkanı sunuyor. HFR Quality modunda 40 – 50 FPS arasında yansımalar ile oynamak mümkün. HFR Performans ise 60 FPS limitini aşmamızı sağlıyor fakat yeni güncellemeler ile düzeltilecek bazı yırtılma sorunları ile karşılaşmak mümkün. Son olarak aynı modların VSync açık seçenekleri de seçilebilir durumda. Ben HFR Quality modunda gayet akıcı bir şekilde oynadım ve hiç rahatsız edici FPS düşüşleri yaşamadım. Burada tercih size kalmış, ben yansımaları da görmek istiyorum. 

Tango Gameworks oyuncuya Tokyo atmosferini yaşatmak için çok çalışmış, Önünden geçtiğimiz dükkanların her birinden konsepte uygun yükselen müzik sesleri, marketlerde sürekli dönen reklamlar, bir ara sokaktan gelen tekinsiz sesler ve duvardaki şüpheli gölgeler ile şehrin tuhaf ama etkileyici havasına girmeyi başarıyoruz. Oyundaki çoğu bina ve dükkan girilebilir durumda değil ama etrafı gezerken “büyük bir şehir” illüzyonunu vermeyi başarıyorlar. Sanki istesek gireriz ama girmiyoruz gibi hissettiriyor. Oyundaki mağazaların farklı bölgelerde tekrar kullanılmış olması bile bu illüzyonu tam olarak bozmayı başaramıyor. Bir iki yerde aynı dükkanları yan sokağa tekrar koymaları azıcık göze batabilir.

Konsol tarafında Playstation 5’e özel olarak çıkış yapan oyun, Dualsense’in dokunsal geri bildirim ve uyarlanabilir tetik teknolojilerini de destekliyor. Dokunsal geri bildirim yağmur yağdığında ya da yürüyen merdivenler gibi hareketli yerlerde dikkat çekiyor ve oldukça güzel kullanılmış. Uyarlanabilir tetikler ise zaten keyifli olan aksiyonu daha iyi tecrübe etmenizi sağlıyor. Yakındaki düşmanlar varsa gelen cızırtıları ve KK’in bizimle olan konuşmalarını da Dualsense hoparlöründen duyabiliyoruz. Son olarak bazı mühürleri kırmak için yaptığınız el hareketlerini DualSense touchpadi kullanarak çizme şansınız var. Benim elim biraz büyük olduğundan yuvarlak çizimlerinde zorlandım ama her zaman KK’in yardımı ile otomatik olarak yapmak da mümkün. 

Sonuç

Ghostwire: Tokyo, daha önce ön inceleme sırasında da belirttiğim gibi, beklentilerimin çok düşük olduğu bir oyundu. Yaklaşık 20 saat süren maceram boyunca nadiren görevlerden sıkılıp ara verdiğim oldu, onlar da iz takip etmem gereken kısımlar oldu. Sevmediğim bazı kısımları da var oyunun, onarı da hızlıca geçmek istiyorum. 

Oyun kendini tekrar eden kısımları genellikle güzel kullanmış ama bir markete girdiğinizde aynı kıyafeti aynı yerde görmek bir süre sonra gözünüze batıyor. Marketlerin hepsinin aynı ürünleri satması can sıkıcı, üstüne bu ürünler arasında fiyat farkı olmasına rağmen aynı sağlık yenilemesi ve maksimum can arttırma oranına sahip olanlar var. En zor seviye olan Tatari’yi denemedim ama bir alt zorlukta (Hard) oynadığımda bile yemeklerden hangisini yediğim çok önemli değildi. Hikayenin önemli karakterlerinin bile çok fazla gözükmemesi, yüz animasyonu yapmak istemedikleri gibi bir fikir oluşturdu bende. Hikayenin son bölümleri oyunun genel temposuna göre daha ağırdı ve beni çok tatmin etmedi açıkçası. En azından yan görevler iyiydi. 

Oyunun fotoğraf modunun içeriklerini yan görevlerden toplama fikri hoş gibi gözüküyor ama ben daha farklı şeyler beklerdim. Bir de fotoğraf modu sırasında dünyada zaman akmaya devam ediyor, selfie moduna geçip arkada oyun oynayan öğrencileri çekeyim derken ağzımın ortasına uçan tekmeyi yiyerek fark ettiğim bir gerçek oldu bu. Çok güzel atmosfer yapmışsınız, daha özgür bir kamera ve fotoğraf modunda düşmanların fark etmesini engelleyen bir özellik olsaydı da güzel fotoğraflar çekebilseydik keşke. 

GhostWire: Tokyo çok keyifli bir dövüş sistemine sahip, hikaye açısından da ortalama üstü diyebileceğim güzel bir aksiyon macera oyunu. Japon halk hikayelerinden derlenen yan görevler ve düşmanları ile harika bir Tokyo macerası sunuyor. İçeriği jumpscare yapmaya çok uygun olsa da bu yolu tercih etmemiş olması da çok iyi olmuş. Bazen duvarlarda gördüğünüz gölgeler ile huzursuz oluyorsunuz ama gerçekten jumpscare diyebileceğim yalnızca iki olay başıma geldi. Normalde bu tür olaylara hazırlıklı olduğum için çok fazla korkmam ama her iki durumda da kumandayı elimden düşürdüm. Belki kaçırdığım yan görevlerde bir iki tane daha vardır ama jumpscare açısından güvenli bir oyun olduğunu söyleyeyim.

GhostWire: Tokyo aksiyon macera seven oyunculara rahatlıkla önerebileceğim bir yapım olmuş. Ana hikayenin yaklaşık 15 saat sürdüğü, yan görevler ile 30 saate kadar çıkabildiği söyleniyor. Ben yan görevlere de bir miktar eğilerek, 20 saatte bitirdim. Eksik yanları var, atmosferi başarılı bir şekilde yapmışlar ama sunum konusunda takıldıkları noktalar olmuş. Yılın en iyi oyunları arasında kendine yer edinmesi zor ama türü sevenlerin beğeneceği bir oyun olmuş. Yalnız Japonya kültürüne ve içeriklerine karşı antipati besleyen insanlara bu oyunu kesinlikle önermiyorum. Sebebini bilmesem bile böyle bir kitle var ve onlar bu oyundan kesinlikle hoşlanmayacaktır. Adından da tahmin edebileceğiniz gibi bu oyun tamamen Japon kültürü üzerine kurulmuş. 

GhostWire: Tokyo hem Playstation 5 hem de PC platformlarında çıkış yapıyor. Bizim de incelediğimiz Playstation 5 sürümü PSN üzerinden 609 TL fiyat etiketi ile satılıyor. PSN Plus aboneleri %10 indirim ile 584 TL ödeyerek satın alabiliyor. PC sürümü ise Steam üzerinden 549 TL karşılığında satın alınabilir. Oyuna erken başlamak ve çeşitli özel kıyafetlere de sahip olmak isterseniz Deluxe Edition olarak alabilir ve 3 gün önceden oyunu oynama fırsatı edinebilirsiniz. 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu