Yazı: Arda Çevik
İki Türk oyun geliştiricisi olarak buradan kalkıp Global Game Jam 2014 için Hollanda’nın Hilversum şehrine, HKU üniversitesine gittik. Hollanda’daki oyun endüstrisini bir süredir takip ediyoruz. Orada geliştirilen oyunların başarısı, çalışma ortamlarının renkliliği ve Avrupai hayatın oyun endüstrisindeki etkileri bizi meraklandırdı, biz de gelişmeleri yerinde bir görelim dedik.
İstanbul’dan uçağa binip Amsterdam havaalanına vardık. Ertesi gün sabahtan Utrecht’e geçip Dutch Game Garden’ı ziyaret ettik. DGG, Ankara’daki ATOM’a benziyor. Oyun stüdyoları Utrecht şehrinin merkezinde bir binada toplanmış, binanın her katında dünya çapında tanınmış şirketlerin stüdyoları var. Ridiculous Fishing’in geliştiricisi Vlambeer, Awesomenauts’un geliştiricisi Ronimo, oyun geliştirme programı Game Maker’ın geliştiricisi Yoyo Games bu binada bulunuyor. İki Türk kardeşin kurduğu Gray Lake Studios da bu binada. Bizim de yolumuz Utrecht’e düşmüşken onları ziyaret ettik.
Erhan ve Tunç, bir maceraya kalkışıp Hollanda’da oyun şirketi kurmuşlar. Gray Lake olarak geliştirdikleri oyunlardan bahsettiler bize. DGG’de bulunan Fource Labs ile birlikte geliştirdikleri Skies of Saturn adında çok tatlı bir projeleri var. Ayrıca yakında Gust diye bir mobil oyunları çıkacakmış. Biz de test ettik, beğendik.
Hollanda’da şirket sahibi olmanın avantajlarından/dezavantajlarından açıldı konu. Avrupa’nın merkezinde olmanın, büyük şirketlerle temasta bulunmak gibi bir avantajı varmış. Biz oradayken öğleden sonra Apple’dan yetkililer gelecek dendi mesela. Öte yandan yüksek vergilerle uğraşıyorlarmış. ODTÜ Atom’daki gibi rahat bir durum yokmuş orada, devlet yatırımları da çok kısıtlıymış. Orada bulunmanın bir diğer güzel tarafı da, yetenekli insanlara ulaşma şansıymış. Gray Lake’de staj yapan, yetenekli ilüstratör Saverio ile tanıştık, çalışmalarını beğendik. [Link: https://www.saveriowielkens.com/ ] Daha sonra GGJ ortamında da beraber bulunduk elemanla.
Erhan ve Tunç bizden gelirken lahmacun istediler, gidene kadar soğur diye götüremedik ne yazık ki. Arada Türkiye’ye uğruyorlarmış. Borcumuz olsun, geldiklerinde ısmarlarız dedik ve ofislerini bize açtıkları için teşekkür edip oradan ayrıldık.
Ertesi gün Hilversum’a geçtik, GGJ’nin yapılacağı HKU’nun kampüsüne gittik. Temanın belirlenmesini beklerken diğer katılımcılarla tanıştık. Genelde öğrenciler, tek tük de profesyonel oyun geliştiricileri katılmış. Bizdeki gibi değildi, insanlar önceden gruplarını belirlemişler. Tema açıklandıktan sonra programcı açığı olan birer gruba yamandık biz de.
Benim ekibimde iki programcı, iki tasarımcı, bir producer ve bir “ne iş olsa yaparım abi”ci vardı. Ekip bir yarı Amerikan-yarı Yeni Zelandalı-yarı Hollandalı(?) bir programcı, Tayvan asıllı bir tasarımcı, tek kollu başka bir tasarımcı, felsefeci ve çocuklara oyun tasarlayan bir eleman, ve yarı Amerikan-yarı Hollandalı biri, ve Türk bir eleman (:p) dan oluşuyordu. Oldukça renkli bir gruptuk yani.
Ekiple tanışma faslından sonra beyin fırtınasına giriştik. Türkiye’de katıldığım jamlerden farklı olarak, buradaki insanların beyin fırtınası olayını iyi yönettiklerini söyleyebilirim. “6 thinking hats” denen bir methodu kullandık tartışırken. Kısaca bahsedecek olursam, farklı düşünce yapılarına büründüren 6 renkli şapkayı sırasıyla kafamıza taktığımızı varsayıyoruz. Herkes kafasındaki şapka ile düşüncelerini belirtiyor, notlar alınıyor, daha sonra diğer şapkaya geçiliyor. İlk şapka beyaz olan, durumumuzla ilgili “gerçekleri” ortaya koymamızı sağlıyor. Örneğin: “Oyunu bitirebilmek için 48 saatimiz var.”, veya “2 tasarımcımız ve Unity’nin 2D kısmından anlayan programcılarımız var” gibi. Daha sonra yeşil şapka takılıyor, bu da yaratıcı düşünmeyi sağlıyor. Aklımıza geleni söyledik biz, oyun mekaniğini de bu aşamada bulduk. Daha sonra sarı şapka, pozitif duyguların şapkası takılıyor. Bunda da fikirler hakkında hoşumuza giden tarafları söylüyoruz. Sarıdan sonra siyah şapka takılıyor, ve negatif duygular aktarılıyor. Sonra kırmızı şapka, önceki fikirlerle ilgili bizi ne heyecanlandırdıysa, kuşkulandırdıysa, üzdüyse, sevindirdiyse vs onları ortaya döküyoruz. Son olarak da mavi şapka takılıyor. Bu aşamada da genel bir kritik yapılıyor, durum gözden geçiriliyor, bir sonuca varılıyor. Biz de bu aşamalardan geçtik ve oyun tasarımını ilk günün sonunda çıkarmış olduk.
Geliştirdiğimiz oyunun adını Ruya koyduk. İlginç geldi herhalde, önerdiğim Türkçe ismi kabul ettiler.Oyunumuz sanatlı bir oyun, karşıdan gelen maskeleri alıp daha sonra gelen resimlerle eşleştiriyoruz. Maskenin anlattığı ruh haline en yakın resmi seçerek aslında resimleri nasıl yorumladığımızı görüyoruz. Böylece nasıl bir insan olduğumuz sonucuna ulaşıyoruz falan. Tabi bu bizim baştaki hedefimizdi. Sonra baktık oyunun coin toplamalı endless-runnerlardan bir farkı olmuyor; verdik mistik sesi, verdik imgeli imgeli resimleri, sanatlı oyun diye saldık ortama. Beğenen de oldu neyse ki. Denemek isteyen şöyle buyursun
Tarıklar da ekibin adını Şerefe koydular ve baya sağlam bir oyun geliştirdiler. Hızına bağlı olarak farklı frekansa geçen ve dünyayı başka başka gören bir keşişi yönettiğimiz bir platformer yaptılar. Hızlandıkça zıplanacak alanlar, kaçılacak düşmanlar görünür oluyor. İlginçmiş bir bakalım derseniz
Genel olarak Hollanda’lı oyun geliştiriciler rahat diyebilirim. Bizim ekiptekilerin yarısından çoğu gece evine gitti uyudu.
Adamlar ortama eğlenmek için gelmişler. En iyi görsel, En iyi teknik, En iyi oyun alanında oyunlar seçilse de, genel olarak bir yarışma havası yoktu. Bütün gece NERF silahlarıyla oynandı, bangır bangır müzik çaldı, vs.
Giriş ücretliydi. Ödediğimiz meblağ yemek ve verdikleri tişört dışında nereye gidiyür acaba dedirtti.
Eğlendik, güzeldi. Umarım size de yararlı olacak şekilde aktarabilmişizdir tecrübemizi.