Gravity
Hollywood artık altın çağlarından uzaklaşmaya başladı. Blue-Ray teknoloji, TV’lerin sinemayı aratmaması, sinema biletlerinin pahalılığı ve tabii ki ekonomik kriz…
Bütün bu dezavantajları avantaja dönüştürmek için yapımcıların son kozlarından biri ise 3D teknolojisi. Bazı filmlerde eğreti duran bu teknoloji oldukça yeni, oldukça popüler. Ama Gravity kesinlikle sinemada ve kesinlikle 3D izlenmeli.
Yönetmen Alfonso Cuaronun en son Children of Men filminden hatırlıyoruz. Bilimkurgu gibi pek de ciddiye alınmayan bir tür için güzel bir seyirlikti. Ama Cuaron oğluyla birlikte senaryosunu yazdığı Gravity’de kendini aşmış. Cuaron bu filmde NASA bilim adamı Donald J. Kessler tarafından ortaya atılan Kessler sendromundan ilham almış. Dünya etrafında düşük irtifada dönen cisimlerin gittikçe parçalanarak yörünge üzerindeki cisimlere çarpması ve her çarpışmanın yörünge üzerindeki başka bir çarpışmaya yol açarak tüm uyduların çalışmaz hale gelmesi durumunu tüm etkileyiciliğiyle seyirciye sunmuş.
(Yazının bundan sonraki kısmı SPOILER içerebilir fakat kendimi yazmaktan alıkoyamıyorum)
Dr.Ryan Stone (Sandra Bullock) ve astronot Matt Kowalski’nin (George Clooney) yaşam savaşına sarsıcı bir şekilde tanıklık ettiğimiz filmin asıl şok edici yanı ise ustalıkla kullanılmış doğum metaforu.
Bu yüzden filmin bu yapısıyla bir klasik olan Stanley Kubrick’in 2001: A Space Oddyssey’i çağrıştırdığını da söyleyebiliriz. Film muazzam açılışından sonra aynı bir zigot kadar küçük gözüken karakterlere yoğunlaşarak devam ediyor. Tecrübeli Matt Kowalski ile oldukça tedirgin ve endişeli Dr.Ryan Stone uzay üssünün Kessler Sendromuyla parçalanarak binlerce parçaya ayrılmasıyla en yakın Soyuz uzay aracına ulaşmaya çalışıyorlar ama Stone haricinde hiçbir karakter oraya ulaşamıyor. Aynı bir embriyo gibi büyüyen Stone anne karnına yerleşmesi alegorisini üsse vardığında aldığı cenin pozisyonuyla pekiştiriyor. Ayrıca Stone’un göbek kısmındaki bulunan ipinde göbek bağına benzemesi daha da güzel duruyor. Bütün bu sekanslar geçerken arka planda duyulan kalp atışlarına da dikkat etmek gerek. Telsizle iletişim kurmaya çalışan Stone’un umudunu kaybettiği sırada ninni sesini duyarak rahatlaması ve astronot Kowalski’nin umut ve rahatlığını sorgulaması doğum alegorisini pekiştiriyor.
Filmin başında dış sesleri duymayan Stone’un zamanla dış seslere daha duyarlı hale geldiğini, nefes alıp vermesinin hızlandığını ve hatta bir ara anne dediğini duyduğumuz filmde doğum anında uzay aracının dünyaya düştüğü sahneye gerçekleşiyor adeta. Karakterin dünyaya gelirken uzay aracının gittikçe hızlanmasıyla artan ısı artışı, uzay aracının suya düşmesiyle birlikte Stone’ un nefes almakta zorluk çekmesi, suyun dibinden çıkmasının hemen ardından ışığı yüzünde hissetmesiyle ağlamayla karışık gülümsemesi ve tabii ki ayakları yere basarkenki umudu yeniden doğum alegorisini bize çok güzel yansıtıyor.
Ama seyir zevkini sadece işin felsefesine bağlamak görüntü yönetimine ve teknik alandaki başarısına haksızlık olur. The Tree of Life ve Children of Men’in görüntü yönetmeni Emmanuel Lubezki, 2011 de kaçırdığı Oscar’ı bu filmle rahatlıkla kazanabilir. Filmin ses kurgusu ise harika.
Uzay boşluğunun sessizliğinin çok iyi anlatılmasının yanı sıra karakterlerin melankolik hallerinin anlatıldığı müzikler çok güzel. Sandra Bullock zor karakterin yükünü kendinden beklemediğim kadar iyi taşımış. George Clooney filme yakışmış ve tabii ki Ed Harris sesiyle renk katmış. Film bir klasik değil ama kesinlikle senenin en iyisi. Mutlaka sinemada izleyin. Verdiğiniz paraya değer. İyi seyirler….