Hellgate: London
London bu sefer cehennemin kapısı olarak duyruldu, 2006’nın belki de en iyi
oyunlarından biri olabilir. Cehennem ve zat-i benzeri konuları bir çok yapımda
gördük. Bundan sonra görmeye de devam edeceğiz, aslında bu konudan daha neler
neler uydurulur. Ben yine yeniden cehennemden gelen yaratıkları, postalıcam
konumuna giriyorsanız, Hellgate: London tam dişinize göre o zaman. Ancak ben
şeytanın kendisini oynayıp, kötülük yapacağım derseniz, buyrun Dungeon Keper
serisini şuradan alın. Hatta biraz daha bekleyin Hell Tycoon çıksın, onunla
cehennemi iyice yönetin.
Wellcome to Hell
Nightwatch filmini aranızda izleyenler vardır. Hellgate: London’nın konusu biraz
onu anımsatıyor. Cehennemin kapıları sonuna kadar açılıyor, dünyamıza turist
olarak şeytanlar ve yaratıklar dolup taşıyor. Neden Londra’yı seçmişler
bilmiyorum, bence aşıklar şehri Paris de olabilirdi. İnsanlar ve cehennem
kaçkınları arasında büyük bir savaş yaşanıyor. Biz de savaştan 5 sene sonrasında
geçen olayların içine dalıyoruz. Oyunu Flagship adında yeni bir firma yapıyor.
Firmanın ilk oyunu olmasına rağmen, içinde çalışanlar bu işin aşmış üstatları.
Firmanın beyni ve Hellgate’in yapımının başında Bill Roper bulunuyor. Roper,
daha önce Diablo’yu yapan ekipten. Her şey böyle güllük gülüstanlık olunca bu
oyuna ilgisiz kalmak pek olmuyor.
Oyun için firmanın kendi geliştirdiği grafik motoru var. Grafik motoru bir hayli
marifetli ve cömert. Modeller konusunda hiç cimri değil ve çevreyi cehennemden
çıkmışçasına önümüze seriyor. Hal böyle olunca insan ister istemez diğer
detaylara da göz gezdiriyor. Diyecek olursak karşımızda bizlere; “hede hödö”
yapmayan yeni bir grafik motoru bekliyor. Garip ışıklandırmalara sahip, acaip
büyüleri ekranlarımıza takır takır getiriyor. Birde sürprizi var oyunumuzun Daha
önce Diablo’dan da hatırladığımız bir özellik yeni yapımda da mevcut. Hellgate:
London, haritaları her seferinde rastgele şekilde çiziyor, sonuç oynanabilirliği
daha olumlu kılıyor.
Çevremiz hızla değiştiği için karakterimizin de gelişmesi gerekiyor. Oyunun RPG
elementleri olan kısmı burası, düşman öldürdükçe seviye atlıyor ve puan
kazanıyoruz. Aman buraya kadar ne klasik diyoruz. Puanlarımız ile zırhımızı,
silahlarımızı, yeteneklerimizi geliştiriyor ve slotların sayısını attırıyoruz.
Eski tip FPS’ler gibi tüm silahları yanımıza alma imkanımız yok, bunun için boş
yere sahip olmamız gerekiyor. Boş yerlere silahlarımızı koyuyoruz, ne kadar
güçlü ve büyük silah o kadar daha fazla yer demek. Oyun içinde toplamda 100 kadar silah olacak.
Ayrıca bu silahları birbirleri ile kombine yapabileceğiz. Kısacası Hellgate oynayan her oyuncunun farklı silahı olacak. Bir kişinin silahı diğer kişide olmayacak, kulağa gelen harika bir özellik.
FPS diyoruz ve oyunu hem bu kamera açısından hem de TPS’den oynayabileceğimizi
belirtmek istiyorum. Elimize ateşli bir silah alıp, yaratığın kafasına
dayadığımız zaman First Person Shooter ekranına dönüyoruz(Hep kısaltılmışını
yazıyordum, açılımını yazmak istedim). Ateşli silahları bırakıp keskin silahlar
elde olursa, bu sefer Third Person Shooter ekranına geçiyoruz. Kılıç veya balta
gibi delici tehlikeli aletler ile bir çok estetik hareket yapıyoruz. Bu
hareketleri görmek içinde TPS kamera açısı çok etkili oluyor.Spell of Destruction
Karakterimizin eli armut toplamıyor. Savunma(Auras), Vengeance(Atak) ve kombo
hareketler yapmak(ug) olarak 3 farklı yeteneği bulunuyor. Bunun Diablo’daki gibi
hazır bir yetenek ağacı gibi olacağı söyleniyor. Ekran görüntülerinden ve
videolardan ilginç yeteneklere sahip olabileceğimiz zaten belli.
Düşmanlarımız Londra semaları içinde karanlık yerlerde bizlere el sallayacaklar.
Metro tünelleri, kanallar gibi insan yapımı bir çok karanlık mahzenlerde
saklanıyorlar. Bizde onları buradan çekip çıkartıp iyi çocuk haline getirmeye
çalışacağız. Rakiplerimiz görünüş itibarı ile son derece şekilsiz cehennem
yaratıkları. Her bir ayrı tür yaratığın kendine ait büyüsü bulunuyor. Boss tabir
edilen yaratıkların daha fazla sayıda büyüsü ve saldırı şekilleri olacak.
Kalabalık düşman sürüleri oyunda sürekli cirit atacak. Düşmanlarımızın da
cepleri boş olmayacak, çünkü onları öldürdüğünüz zaman eşya bırakacaklar(Bkz –
Diablo). Normal yaratıklardan normal eşyalar düşerken, Boss tabir edilenler,
daha güçlü ve az bulunur bir eşya bırakacaklar. Ancak bu olay da rastgele
olacak, kısaca bahtınıza ne düşerse.
Hellgate’in dünyası, büyü ve teknolojinin iç içe geçtiği bir yer. Aslında yine
bildiğimiz bizim dünyamız, ancak daha farklı bir durumda. Çünkü lazerden, alev
alev parlayan bir kılıca kadar ilginç silahlar kullanıyoruz. Bunların üstüne
manyetik korumalı şifalı, garip zırh kombinasyonlarını da ekleyebilirsiniz.
Teknik olarak son detay oyunun ses konusunda ciddiyet gösterdiği. Grafikler
filan aşmış derken sesler içinde aynı şekilde çalışıldığını belirtiyorum.
Belirtmişim aslında, iyi karakter seslendirmeleri ve efektleri Hellgate’in
içinde oldu olacak. Yani aynı sesi alıp, farklı bir tonda kaydedip, bize başka
silahın sesi diye yutturmayacaklar.
İş var bunda
Yazıyı okurken Diablo klonu diyenler olacaktır, zaten Bill Roper, Hellgate:
London için Diablo esintileri taşıyacak diyor. Yeni bir projenin klasik bir
oyunu temel alması kötü değil, aksine iyi bir şey. Sağlam bir temel üstüne
oturup, kendi özellikleri ile birleştirerek ortaya güzel bir iş çıkar. Hellgate:
London eğer bir sürpriz yapıp kendini batırmazsa, 2006’nın en iyi oyunları
arasında olabilir. Yapımcının tecrübesi ile ortaya kesinlikle harika bir yapım
çıkacak. Tek korkum böyle güzel yapımların program hataları ile
oynanabilirliklerinin işkence haline gelmesi. Yeni yazılan grafik motoru iyi
optimize edilirse, bug’lar en aza indirilebilir. Gelecek sene için favorilerim
Company of Heroes, Quake Wars: Enemy Territory ve Hellgate: London oyunları.
Bunların yanına birde çıkışı tam belli olmayan Dragon Age’de giriyor. Hadi
bakalım, artık bu mahşerin dört atlısı, 2006 yılında elimize geçerse ne
olduklarını tam olarak anlayabileceğiz.