I Am Alive (XBOX 360)
Sanırım bir oyun ismi ve yaşadıkları arasında bu kadar net bir bağlantı kurabilir. 2008’den bu yana yani dört senedir varlığını sürdürme mücadelesi veren I Am Alive en nihayetinde bizlere kavuştu.
Kim bilir belki de Ubisoft’un kendi içinde “Öf ne bela oldu bu oyun yahu!” diye söylenip durmasına yol açmıştır bu oyun. Yıllar boyunca stüdyolar arasında dolaşan ve en sonunda dijital oyun olma vasfına layık görülen, PC’ye çıkacak mı çıkmayacak mı sorularını sırtında taşıyan ancak en sonunda sadece konsollar için ortaya çıkan I Am Alive acaba çekilen bu kadar çileye, eziyete değdi mi? Yoksa bu da o merakla beklenip “Bu muydu yahu!?” diyeceğimiz oyunlardan mı?
Bakalım göreceğiz.
Bizde de deprem oldu ama…
Kurgusal bir şehir olan Haventon’da başlıyor hikayemiz. Dünya çapında büyük bir yıkıma sebep olan depremlerden doğal olarak Haventon da etkilenmiş durumda. Medeniyetin neredeyse yarısı yok olmuş. Bu tarz felaketler ardından ortaya çıkan ilk şey kaynak yetersizliğidir. Doğal olarak artık dünya insanlığı besleyemeyecek bir düzeyde, elbette bu da Dark Knight filminde Joker’in dediği gibi o medeni insanların birbirlerin yemelerine sebep oluyor. Bu da yetmezmiş gibi olaydan bir yıl sonra bile havada hala o zehirli toz bulutu mevcut. Bu da zaten zor geçen hayatı daha da zorlaştırmaya yetiyor da artıyor bile.
Başkahramanımız Adam’ın ise bunların hepsinden çok daha büyük bir derdi var. Bunca yıkım arasında onun bir de çok sevdiği karısı Julie ile çocuğu Mary’i bulması lazım lakin samanlıkta iğne aramaktan farksız bu durumun altından nasıl kalkacağız onu bile bilmiyoruz. Bunun yanında Adam’ın karısı ve çocuğu hala hayatta mı ondan bile emin değiliz.
İşte böyle bir yaşam savaşı sunan I Am Alive sıradan post apokaliptik bir hikaye gibi başlasa da kendisini bir yerden sonra kurtarmayı başarıyor ve belki size çok güçlü gelemeyecek hikayesine rağmen gerek sunumu gerek mekanikleri ile ciddi anlamda kendisine bir yer edecekmiş gibi duruyor.
Bir adamın sırtına bakarak başka bir adamı sırtından vurmak
I Am Alive bir survival oyunu ve pek çok survival oyununda olduğu gibi üçüncü şahıs bakış açına sahip bir oyun. Oyunda sadece hedef aldığınızda veya silahla ateş ettiğinizde birinci şahıs görüntüye geçiyorsunuz.
TPS açısı zaten sık kullanılan bir tarz olduğu için oyunun %90’ında kontrol adına çok fazla bir sorun oluşturmuyor. Öte yandan FPS modu hem kendi yapısı itibari ile hem de oyundaki savaş mekaniğinden dolayı gamepad’lerde FPS oynamakta zorlanan kişilerin bile çok fazla sorun çekmeyeceği türden.
Öte yandan kamera açıları o da oyunda genel olarak iyi hazırlanmış. Savaş sistemine daha sonra değineceğim ancak I Am Alive genellikle çevre bulmacaları (hedefe nereden ulaşacağınızı bulma) ile çeşitlendiğinden dolayı bu tarz oyunlarda kamera açısının sağlamlığı olmazsa olmaz cinstendir siz de bilirsiniz ve ben şahsen oynadığım süre boyunca bütün o tırmanma, dolanma, hoplama, zıplamalarda kameradan şikayet ettiğimi hatırlamıyorum. Belki tek kusuru karaktere biraz fazla yakın gibi gözükmesi olabilir. Hafif geniş açılı olsaymış daha iyi olurmuş gibime geldi lakin Batman’i ilk açtığımda da bunu düşünmüştüm lakin ona da zamanla alıştım.
Bir şehrin gölgesi
I Am Alive, atmosferini bu zaman kadar çıkmış çoğu survival oyunundan daha fazla yoğunlukta yaşatıyor. Belki grafiksel olarak sizlere bir görsel şölen yaşatmayabilir, ancak atmosfer ve sunum olarak ciddi anlamda başı çeken survival oyunlardan olacaktır.
Oyunda sizlere insanların çaresizliği, kötülerin gelişen olaylardan ve insanların bu çaresizliğinden faydalanmaya çalışmaları, zayıf insanların sıkıntıları ve herkeste olan o hayatta kalma mücadelesi ufak detaylarla anlatılıyor. Misal elinizde bir tabanca var ancak hiç merminiz yok, o sırada size elince bir pala ile tehditler savurarak üzerinize doğru geliyor. Bu arkadaşa silahınızı doğrulttuğunuz anda bir anda işin ciddiyetini fark ediyor ve “Hey adamım, şiddete gerek yok tamam mı? Ben sadece şaka yapıyordum” şeklinde yalanlar sarf ederek ellerini havaya kaldırıyor ve teslim oluyor. Bundan sonrası ise size kalmış. Dilerseniz onu yakındaki bir uçuruma veya çatı kenarına doğru ilerleterek aşağıya fırlatıyorsunuz ya da farklı şekillerde etkisiz hale getiriyorsunuz. Diyelim ki sizde pala onda ise silah var. Zaten tehdide uğrayan karakterimiz bu durumlarda otomatik olarak ellerini havaya kaldırıp karşıdakinin rahatsız olmamamsını sağlıyor. Düşman size yaklaştığında ise palanız ile ona sürpriz bir saldırı gerçekleştirip tek hamlede işini bitirebiliyorsunuz.
İşte bu tarz sürpriz saldırılar, pala saldırıları, boş silahla yaptığınız blöfler, milleti yüksek yerlerden fırlatıp atmanız ciddi anlamda alışılmış savaş mekaniklerinin dışında bir tecrübe yaşatıyor sizlere ve oyunu zevkli hale sokuyor.
Oyunda bir normal bir de survival mod bulunuyor. Bu iki mod oyundaki sağlık ve stamina harcamalarınız, bulduğunuz cephane sayısı ve öldüğünüz yerlerdeki tekrar sayısını belirliyor. Gerek normal modda olsun gerek survival modunda olsun oyundaki checkpoint sistemi sizleri bir hayli kısıtladığı için her durumu iyi değerlendirmeniz gerekiyor. Yani her gördüğünüz durumda “Dur yahu bir de şunu deneyeyim” deme cesaretini gösteremiyorsunuz. Nitekim eğer tekrar hakkınız yok ise belki 20 dakika önce yaptığınız checkpoint’e geri dönüp bütün o süreyi baştan oynamanız gerekebiliyor. Haliyle olaylara anki gerçekten de başka şansınız yokmuşçasına dikkatli bir şekilde yaklaşıyorsunuz.
Bu tekrar haklarını ise etrafta bulduğunuz kameralardan veya yardıma muhtaç kişilere yardım ettiğinizde kazanıyorsunuz. Bu yardımlar da genellikle yaralılara ilk yardım paketi sağlamak (ki sizin de oyun içinde çok ihtiyaç duyduğunuz bir şey bu) ya da iyi bir vatandaşlık örneği gösterip onlara ihtiyaçları olan nesneleri getirmek oluyor.
Bu yardımların maddi getirisi olduğu gibi manevi getirileri de bulunuyor. Özellikle hikayenin ilerleyişinde bu kişilerin sizlerle paylaştığı bilgileri kullanarak gelişen olayları daha rahat anlıyor özellikle bu gizemli depremin neden olduğunu anlıyorsunuz.
Ben böyle olacağını bilsem dağcı olurdum
Kamera kısmını belirttiğim gibi I Am Alive’da esas olay, daha doğrusu oyunun yarısından fazlası çevre bulmacalarından oluşuyor. Bulmaca dediğime bakmayın burada kastım genellikle yolunuza devam edebilmek için engelleri aşmaktan ibaret. Nitekim bu derece büyük bir depremden sonra dümdüz bir arazi bulmayı umut edemezsiniz.
Adam’ın neredeyse gittiği her yerde karşısına bir engel çıkıyor. Eğer oyunun trial versiyonunu oynadıysanız zaten ne demek istediğimi çok iyi anlayacaksınızdır. Trial’da evinizi bulmak için bile oldukça zorlu bir yolculuğa çıkıyor, ilk önce şehrin içine girip ardından bir de evinize ulaşmanız gerekiyordu.
Oyundaki harita sistemi basit ve kullanışlı. Kapalı bir yol ile karşılaştığınız anda bu bölge haritada hemen işaretleniyor ve siz de ileride buna göre rotanızı belirliyorsunuz.
Lakin I Am Alive’ın oynanıştaki en büyük özelliği ise stamina çubuğu. Etrafa tırmanırken veya düşmanlardan koşarak kaçarken sizi kısıtlayan bu çubuk her çaba gerektiren harekette yavaş yavaş azalmaya başlıyor ve sona geldiğinde ise oyun size biraz daha şans sunuyor ve insanın o zor durumlarda harcadığı son gücü RT tuşuna ardı ardına basarak gerçekleştirmenizi sağlıyor.
Ekranın üst kısmında beyaz/kırmızı çubuğun beyaz kısmı olan stamina, zorlayıcı hareketlerde en dibe geldiğinde genel stamina’nızdan bir kısmı eksiltiyor. Siz gerekli gıdaları almadığınız sürece de o eksiklik aynen kalıyor.
Dolayısı ile “Aman sağlık buldum hemen kullanayım veya oh ne güzel su biraz daha içeyim” gibi bir oynanış tarzını benimseyemiyorsunuz. Eğer yüksek bir yere tırmanırken stamina’nın biter ve en son harcadığınız çabada da başarısız olursanız Adam daha fazla tutunamıyor ve kendisini yere bırakıyor. Bu da mesafeye göre sizin ya gücünüzü azaltıyor ya da öldürüyor.
Öte yandan çevre tasarımları da oyuna ayrı bir zorluk katmış. İlk başlarda her şey kolay gözükürken bir zaman sonra nereden gideceğinizi şaşırıyor ve uzunca bir tırmanışı boş yere yaptığınız anlarla karşılaşabiliyorsunuz. Zaman zaman çıkan toz fırtınaları ise bu işi daha da eğlenceli (!) hale getiriyor.
Kusursuz bir dünya
Peki I Am Alive’ın eksi yanları neler? Aslında atmosferi oldukça iyi yansıtan bu oyun nedense bir yerden sonra kendini tekrar ediyormuş hissi yaratıyor sizde. Her ne kadar sahne, olaylar ve kişiler değişse de bir zaman sonra artık nerede ne yapacağınızı fark edip fazla zorlanmadan ilerliyorsunuz. Ya da belki sadece bana böyle gelmiştir. Öte yandan bu bahsettiğim olay ne oynanışa ne de atmosfere bir darbe vurmuyor bu sadece benim belirtmek istediğim bir kısım.
Lakin esas darbe vuran şey oyunun genel olarak teknik kısmı. Grafikler ahım şahım değil diye yazınını başında söylemiştik. Fakat bu sizin bir şekilde oyunun havasına girmenize engel olmuyor öte yandan zaman zaman oluşan grafiksel hatalar; misal duvar dibinden giderken ve özellikle çatılarda karşılaştığınız clipping sorunu veya yapay zekanın savaş öncesi animasyonlarda bu kadar iyi tasarlanmış olmasına rağmen bazen size doğru koşarken bir yerde takılıp bug yaşaması gibi saçma sorunlarla karşılaşabilyorsunuz.
Sesler konusunda ise öyle ahım şahım bir beklentiniz olmamalı. Müzikler genel olarak sahnelere uygun şekilde hazırlansa da bazen baygınlık yaratabiliyor. Öte yandan seslendirmelerde volume biraz daha yükseltilebilirmiş. Adam, bazen sanki şehri uyandırmamak istercesine kısık sesle konuşuyor.
Sarsıldık ve yıkıldık
I Am Alive magazinlere konu olacak, dizisi çekilecek olaylı bir geliştirme sürecinin ardından dört sene sonra nihayet piyasaya çıktı. PC’ye gelmemesi pek çok kişiyi üzüp sinirlendirse de hayata geçmiş olması da mutluluk verici. Teknik aksaklıkları haricinde bir problemi olmayan I Am Alive alıp oynanmaya değer bir oyun olmuş. Özellikle savaş sistemi benim epey hoşuma gitti, atmosfer olabildiğince iyi yansıtılmış gerçekten.