Internet Yasası ve RTÜK
RTUK Başkanı Nuri Kayış, 22 Mayıs 2001 tarihinde Milletvekillerine bir çağrı yapmış ve yasa tasarısının sakıncalı yönlerine dikkat çekmişti. Bu yasanın yürürlüğe girmesi ile birlikte Türk Medyası’nda tekelleşmenin önüne geçilemeyeceğini vurgulayan Kayış, “Bu büyük bir hatadır” diyor ve yaptığı çağrıda aynen şunları söylüyordu.
Olduğu gibi aktarıyoruz.
1) TASARI AYNEN KANUNLAŞIRSA TÜRK MEDYASINDAKİ TEKELLEŞME OLGUSU İVME KAZANACAK, ZAMAN İÇİNDE MEDYA KONTROL EDİLEMEZ BİR GÜÇ HALİNE DÖNÜŞECEKTİR..
Mevcut kanunun 29’uncu maddesi, gerçek veya tüzel kişilerin bir yayıncı kuruluşta yüzde 20’den fazla hisse sahibi olmamasını, birden fazla yayıncı kuruluşta hisse sahibi olanların ise bu kuruluşlardaki tüm hisselerinin toplamının yüzde 20’yi geçmemesi zorunluluğunu getirmektedir.
Mevcut kanun ayrıca, bir özel radyo ve televizyon kuruluşunda yüzde 10’dan fazla hissesi olanların devlet ihalelerine girmelerine ve devletten taahhüt işi almalarına engel olmaktadır. Bugünkü kanun, radyo ve televizyon kuruluşlarına menkul kıymetler borsasında işlem yapma yasağı da getirmiştir. Bu yasaklarda amaç, yayın kuruluşlarının çıkar amaçlı olarak kullanılmasının önlenmesine yöneliktir.
3984 sayılı kanunun 29’uncu maddesinin özüne bakıldığında, hisse üzerine getirilen sınırlamalar, özel yayın kuruluşlarının tek bir elde toplanmasını önlemeyi ve görsel medyadaki çok sesliliği sağlamayı amaçlamaktadır.
Meclis gündemindeki tasarıda getirilen değişiklikle ise, herhangi bir tüzel ya da gerçek kişiye bir yayın kuruluşunun tamamına sahip olma imkanı verildiği gibi, birden fazla radyo veya televizyonun sahibi olmasının yolu da açılmaktadır. Böylece, maddi imkanları kısıtlı olan yerel medya kuruluşları teker teker büyük sermaye tarafından elde edilecek, ulusal kültürümüzün asli kaynağı olan yerel kültür önemli bir solunum aracını yitirecektir.
Tasarıya göre, aynı kuruluşa bir radyo ve televizyon işletmesi kurma hakkı verilmektedir. Ama gerçek ve tüzel kişiler birden fazla radyo ve televizyon kuruluşuna değişik şirketler kurmak suretiyle sahip olabilirler.
Bir yayıncı kuruluşta hisse sahibi olunması ile ilgili olarak tasarıda yıllık izlenme oranı esas alınmak suretiyle bir sınırlama getirilmek istenmiştir ama bunun uygulamaya konulması imkansız denecek kadar zordur.
Yıllık izlenme oranları esas alınarak bir yayıncı kuruluşta hisse sahibi olma sınırının belirlenmesi, gerçek bir seçim yapmadan kamuoyu araştırmalarına dayanarak siyasi partilere milletvekili tahsis edilmesi gibi bir uygulamadır. Hiçbir kamuoyu yoklaması gerçek bir seçimin yerini tutamayacağı gibi, yayıncı kuruluşlar için hukuki bir sonuç doğurabilecek yıllık izlenme oranı tespitinde kullanılacak istatistiki yöntem ne olursa olsun gerçek manada bir izlenme oranı hesaplanması mümkün olmayacaktır.
İzleme oranının istatistiki değil de her televizyon alıcısına tesis edilecek elektronik bir cihaz ile hesaplanmaya çalışılması ise milyarlarca dolarlık harcama yapılmasına neden olacaktır. Kaldı ki böyle bir harcama göze alınsa bile ülkedeki 25 milyon televizyon alıcısına bu cihazların monte edilmesi birkaç yıldan önce gerçekleştirilemeyecektir.
Kanun tasarısı ile radyo ve televizyon sahiplerinin devlet ihalelerine girmelerinin önündeki tüm engeller de ortadan kaldırılmıştır. Böylece, yayın kuruluşları bu güçlerini kullanarak devlet ihalelerinde haksız bir rekabete yolaçabilecekler, medya güçlerini ihaleleri kazanmak için kullanabileceklerdir.
Tasarı, radyo ve televizyon sahiplerinin borsada işlem yapmalarını da serbest bırakmaktadır. Borsanın spekülasyona çok açık bir yapısının olması ve medyanın borsa spekülasyonlarında kolaylıkla kullanılabileceği gerçeği, radyo ve televizyon sahiplerinin borsada işlem yapmalarının ne kadar tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini açıkça ortaya koymaktadır.
İtalya’da geçtiğimiz pazar günü yapılan seçimde Silvio Berlusconi, hakkında 12 yolsuzluk dosyası olmasına karşın, Canale 5 TV, İtalia 1 TV, Rete 4 TV isimlerini taşıyan 3 büyük özel televizyon kanalını elinde bulundurmanın gücünü kullanarak başbakan oldu. Tekelleşmeyi önleyemezsek, Türkiye’deki medya imparatorlarının yakında ülkenin kaderi üzerinde bugünkünden çok daha etkin hale gelmeleri ve tümüyle kontrolden çıkmaları sürpriz olmayacaktır..
Bazı medya kuruluşları bugün zaten kendilerini yasamanın da, yürütmenin de, yargının da üstünde bir güç olarak görmektedir. Onlara yeni güçler verilmemelidir. Hatta mevcut güçlerinin dizginlenmesi için gereken düzenlemeler yapılmalıdır.
Basın özgürlüğünden, medya patronlarının diledikleri gibi at oynatmaları değil, halkın doğru, manipüle edilmemiş, özgür haber alma hakkı anlaşılmalıdır..
Medya kuruluşlarının sermaye yapılarıyla ilgili 29’uncu madde değiştirilmelidir. Ama bu şekilde değil, sermaye yapısını daha sıkı kontrol altına almak ve medya kuruluşlarının kanuna karşı hile yapmalarını önleyecek şekilde değiştirilmelidir. Bankacıların, müteahhitlerin, ithalatçıların, ihracatçıların, enerji yatırımcılarının, turizmcilerin radyo, televizyon ve gazete sahibi olamayacakları şekilde değiştirilmelidir.
Dünyada en çok satan gazete Japonya’da yayınlanan Yomiuri Shinbum’dur. Günde 14 milyon satan bu gazetenin iki yan kuruluşu vardır. Bunlardan biri senfoni orkestrasıdır, diğeri beyzbol takımıdır. Gazetenin satış ve reklam gelirleri dışında gelir kaynağı yoktur.
Bizim medya kuruluşları da, teşvikle, krediyle, devlet imkanlarıyla değil, halka dayanarak ayakta durmayı öğrenmelidir.
Berlusconi, İtalya’da elindeki medya gücünü kullanarak başbakan olurken, İtalyan kanunlarındaki bir açıktan yararlanmıştır. İtalya’daki hukuki mevzuata göre, sahip olunabilecek radyo ve televizyon kuruluşları sayısında bir sınırlama bulunmamaktadır.
Oysa, Avustralya’da aynı lisans alanında birden fazla ticari televizyon lisansı sahibi olunamaz. Yine aynı bölgede iki ticari radyo lisansı sahibi olmak mümkün değildir. Bu ülkedeki bir diğer düzenleme de, aynı bölgede bir ticari televizyon, bir ticari radyo ve bir gazete sahibi olmanın aynı anda mümkün olamayacağı şeklindedir.
Fransa’da bir kişiye ulusal düzeyde sadece bir televizyon frekansı tahsis edilebilir. Hiç kimse ulusal ve bölgesel hizmeti bir anda elinde bulunduramaz.
Yine Fransa’da bir televizyon şirketinde yüzde 15-25 arasında sermayeyi elinde tutan bir kişi ikinci bir televizyon şirketinde yüzde 15’ten fazla sermaye sahibi olamaz. Eğer bir kişi iki televizyon şirketinde yüzde 5-15 arasında pay sahibi durumda ise, başka şirketlerde en fazla yüzde 5 pay sahibi olabilir. Bir ulusal televizyon hizmetinde bir kişi sermayenin yüzde 49’dan fazlasını elinde tutamaz.
Amerika Birleşik Devletleri’nde , bir kişi ya da kuruluşa, ancak yayınlarının ulaştığı kitle ülke nüfusunun yüzde 35’ini geçmemesi halinde birden fazla televizyon kurma hakkı verilmektedir.
Yunanistan’da gerçek ve tüzel kişiler, bir televizyon kuruluşunun en fazla yüzde 25 hissesine sahip olabilirler. Bir televizyon kuruluşuna ortak olan kişi ve kuruluşlar, yazılı basın kuruluşuna ancak borsadaki toplam hisselerinin en fazla yüzde 2.5’luk bölümüyle ortak olabilirler.
İngiltere’de bir özel televizyon tek başına yüzde 15’lik seyirci kitlesine ulaşma hakkına sahiptir, bunu aşamamaktadır. Ancak özel kurallara tabi BBC, Channel 4 ve S4 C adlı yayın kuruluşları bu kısıtlamaya tabi değildir. Kablolu televizyon yayınlarında ise kablo bağlanmış ev sayısı baz olarak alınmakta ve herhangi bir yayıncının pazar payı kablo bağlanmış ev sayısı toplamının yüzde 25’ini geçememektedir.
Türkiye’de bazı holdingler, medyayla birlikte birçok iş kolunda faaliyet göstermekte ve büyük bir ekonomik güce ulaşmış bulunmaktadır. Bu ekonomik yayılma ve güçlenme daha ne kadar sürecek ve hangi noktalara kadar uzanacaktır?
Örneğin, Uzan Grubu, Star Gazetesi’nin yanısıra Star Televizyonu ve Kral-Teleon Televizyonunun sahibidir. Ayrıca Kanal 6 Televizyonu da sahipleriyle yapılan hizmet sözleşmesi sonucu bu grubun kontrolüne geçmiştir. Uzan Grubu’nun diğer sektörlerdeki kuruluşları arasında ilk akla gelenler İmar Bankası, Adabank, Çukurova Elektrik, Kepez Elektrik, Rumeli Elektrik, Rumeli Çimento, Trabzon Çimento, Ladik Çimento, Van Çimento, Şanlıurfa Çimento, Bartın Çimento, Gaziantep Çimento, Rumeli Holding, Çeştaş, Telsim, Eltem, Standart İnşaat, Yapı Ticaret, Tunceli Pamuk İplik, İstanbulspor A.Ş, Adanaspor A.Ş gelmektedir.
Hürriyet, Milliyet, Radikal, Posta, Fanatik gazeteleri ile 36 dergiye sahip olan Doğan Şirketler Grubu ise, televizyon dünyasında Kanal D ve CNN Türk’le faaliyet göstermektedir. Doğan Şirketler Grubunda bulunan diğer bazı kuruluşlar ise, Dışbank, Doğan Otomobilcilik, Doğan Yayıncılık, Ditaş, Yaratım Sağlık, Ray Sigorta, Doğan Finansal Kiralama, Zigana Elektrik, Çelik Halat, Petrol Ofisi, Yaysat, Rekpa, Hürgüç, Doğan-Raks gibi kuruluşlardır.
Doğuş grubu ise televizyon yayınlarını NTV ve CNBC-E’de sürdürürken diğer sektörlerde Garanti Bankası, Osmanlı Bankası, Körfezbank, Filiz Gıda ile 20 dolayında şirketle ekonomik hayat içinde yeralmaktadır.
Çukurova Grubu da Show TV ile televizyon yayıncılığı yaparken, yazılı basında akşam ile temsil edilmektedir. Bu grubun diğer sektörlerde Turkcell, Yapı Kredi, Pamukbank, Çukurova İnşaat, Çukurova Makine, Çukurova Çelik gibi kuruluşları vardır.
2) TASARIYLA RTÜK’ÜN ÖZERKLİĞİ ORTADAN KALDIRILMAKTADIR. OYSA TÜM DEMOKRATİK ÜLKELERDE RTÜK BENZERİ KURULUŞLAR ÖZERK BİR YAPIYA SAHİPTİR.
Tasarıda RTÜK’ün denetimi Başbakanlık Yüksek Denetleme Kiurulu’na bırakılmaktadır.
Yüksek Denetleme Kurulu, Başbakanlığın vesayeti altındadır ve kurumun üyeleri Bakanlar Kurulu tarafından seçilmektedir. Dolayısıyla kurul siyasi iradeye bağımlı hareket etme riskini her zaman içinde taşımaktadır.
Avrupa Birliği ülkelerinde radyo ve televizyon alanında düzenleyici görev yapan RTÜK benzeri kurum ve kuruluşların en önemli özelliği özerk ve tarafız olmalarıdır. RTÜK’ün bir devlet bakanına bağlı olan Yüksek Denetleme Kurulu’nun denetimine tabi kılınması, RTÜK’ün özerk ve tarafsızlık ilkesinin son bulması, Avrupa Birliği ülkelerinin RTÜK benzeri kuruluşlarının sahip olduğu normlardan uzaklaşılması, bu kuruluşu, bir devlet bakanının politik müdahalelerine açık hale getirmesi, hükümetlerin RTÜK üzerinden tüm radyo ve televizyonları kontrol altında bulundurması sonuçlarını doğuracaktır.
RTÜK de elbette dış denetime tabi tutulmalıdır ama bu denetim bir devlet bakanına bağlı olan Yüksek Denetleme Kurulu tarafından değil, TBMM veya TBMM adına görev yapan Sayıştay tarafından yapılmalıdır..
3) MEVCUT KANUN RTÜK ÜYELERİNİN TAMAMININ MECLİS TARAFINDAN SEÇİLMESİNİ ÖNGÖRÜRKEN, TASARIDA 9 ÜYEDEN SADECE 5’İNİN MECLİS TARAFINDAN SEÇİLMESİ HÜKMÜ GETİRİLMEKTEDİR..
Cumhurbaşkanını bile seçen, hükümetlere güven oyu veren ya da onları düşüren, başbakanı ve bakanları Yüce Divan’a gönderebilen, idam hükmünü onaylayan, savaşa karar verebilen, Anayasayı, kanunları değiştiren Meclis’in RTÜK üyelerinden bir kısmını seçmesinin sakıncalı olduğunu söylemek sanırım pek gerçekçi olmaz.
RTÜK üyelerinin klasik bürokrat normundan uzak bir şekilde çalışabilmeleri için Meclis tarafından seçilmiş olmanın gücünü ve onurunu üzerlerinde taşımaları gerekir.
Bugünkü siyasi tablo içinde, RTÜK üyelerinin 7’si iktidar partileri tarafından belirlenecektir. Özerkliği de elinden alınan RTÜK’ün bu şekilde kendisinden beklenen görevleri tarafsızlık içinde yerine getirmesi mümkün değildir. RTÜK, bugün olmasa da bir başka iktidar tarafından muhalif televizyon ve radyoların susturulması amacıyla kullanılabilir.
4) TASARIDA SAKINCALI BULDUĞUMUZ BİR DİĞER NOKTA, FREKANS PLANLAMASININ TELEKOMÜNİKASYON KURUMU, İHALELERİN İSE RTÜK TARAFINDAN YAPILMASINI ÖNGÖREN DÜZENLEMEDİR.
RTÜK ve Bilkent Üniversitesi’nin birlikte hazırladığı analog ve digital frekans planları tamamlanmış ve bu planlarla ilgili olarak 20 kamu kuruluşu ile işbirliği yapılmıştır. Planlarla ilgili genel bir mutabakat sağlanmış ve ihale açılıp uygulamaya geçilme aşamasına gelinmiş iken frekans planlamalarının Telekomünikasyon Kurumu tarafından yapılacağı ifadesinin tasarıya niçin konulduğu anlaşılamamıştır.
3984 sayılı kanunla frekans planlaması görevi RTÜK’e verilmiş ve RTÜK de bu görevi zamanında yerine getirmiş, üstelik hazırladığ plana uygun olarak ihale yapmak istemiştir. Ancak ihale RTÜK’ten kaynaklanmayan bazı nedenlerle bugüne kadar gerçekleştirilememiştir.
Sonuç olarak bu yeni değişiklik kanal ve frekans ihalelerini yapılamaz hale getirecek ve bu yüzden Devletimiz yüzlerce trilyon lira gelir kaybına uğrayacak, televizyon ve radyo kuruluşları ülkemizin en değerli kamu zenginliklerinden olan frekansları bedelsiz olarak kullanmaya devam edeceklerdir.
Şimdi planlama yetkisini Telekomünikasyon Kurumuna vermek 7 yıldır yapılamayan frekans ihalelerinin belki de bir 7 yıl daha yapılamayışı sonucunu doğuracaktır.
Ayrıca, ihale yapılıp lisanslar dağıtılamadığı için yayın kargaşası da önlenemeyecektir.
26 Nisan’da yapmayı planladığımız ulusal frekans ihalesi için yayın kuruluşları yargıdan yürütmeyi durdurma kararı aldılar. Şimdi yargının nihai kararını bekliyoruz. Bunu alır almaz yeniden ihaleye çıkacağız. Ama tasarı bu şekliyle kanunlaşırsa ihale yapmak hayal olacaktır. Bugün yayın kuruluşlarının büyük bölümü analog sistemle yayın yapmaktadır. Oysa teknoloji digital sistemi daha cazip kılmaktadır. Bir-iki yıl daha analog sistemle ihale yapılamayışı halinde açılacak bir analog sistem kanal ihalesine kimse katılmayacaktır. RTÜK, bugün ulusal, bölgesel ve yerel kanal ve frekans ihalelerini yapabilseydi Devletin kasasına 500 trilyon lira girecekti. Devletin yüzde 100’lere varan faizlerle borçlandığı bir dönemde ihalelerin geçikmesi ülkeye çok pahalıya malolmuştur.
5) TASARIDA İLETİŞİM FAKÜLTELERİNE RADYO VE TELEVİZYON İSTASYONLARI KURMA YETKİSİ VEREN HÜKMÜN OLMAYIŞI BİR EKSİKLİKTİR.
Radyo ve televizyon yayınları nitelikli elemanların çalıştırılmasıyla düzelebilir. Bu elemanların yetiştirildiği okullara eğitim amaçlı radyo ve televizyon kurma hakkının verilmemesi büyük yanlışlık olur.
6) TASARI AYNEN KANUNLAŞIRSA AVRUPA BİRLİĞİ NORMLARINA AYKIRI BİR DURUM ORTAYA ÇIKACAK VE KANUNUN KISA BİR SÜRE SONRA YENİDEN GÜNDEME GELMESİ ZORUNLU OLACAKTIR. TASARI, RTÜK’ÜN ŞİMDİYE KADAR EN ÇOK ELEŞTİRİLDİĞİ KONU OLAN EKRAN KARARTMA CEZALARINI BİLE KALDIRMAMAKTADIR.
RTÜK Uluslararası İlişkiler Dairesi’ndeki uzmanlar, tasarının 19, 20, 21, 22, 26, 28 , 29 ve 33’üncü maddelerinin Avrupa Birliği normlarına açıkça aykırı olduğunu tespit etmişlerdir. Ne varki bu ayrılıkların giderilmesi yönündeki taleplerimiz Anayasa Komisyonu’nda kabul edilmemiştir. Tasarı, RTÜK’ün Avrupa Birliği’ndeki yayın faaliyetlerini ve RTÜK muadili kuruluşların çalışmalarını izleyen ve bu alanda yapılan uluslar arası toplantıları izlemekle görevli Uluslar arası İlişkiler Dairesi’ni de ortadan kaldırmaktadır.
Tasarıyla halen görev yapan İzleme ve Değerlendirme Dairesi ikiye bölünmektedir. Buna göre, yayınları bir daire izleyecek, bir diğer daire bunlarla ilgili rapor düzenleyecektir. Böyle bir düzenlemenin bürokrasiyi artırmaktan başka bir işe yaramayacağı açıktır.
Ayrıca, Avrupa Birliği mevzuatında bulunan yargı yetkisi alanı, kamunun önem verdiği olayların gösterimi ve bağımsız eserler kotalarıyla ilgili olarak da tasarıda bir düzenleme yoktur.
7) HÜKÜMET, “ULUSAL PROGRAM”DA RTÜK’ÜN KURUMSAL YAPISINDA BİR DEĞİŞİKLİK YAPILMAYACAĞINI BELİRTMİŞ, ANCAK BUNDAN BİRKAÇ AY SONRA RTÜK’Ü BAŞTAN SONA DEĞİŞTİREN BİR TASARIYI MECLİS GÜNDEMİNE GETİRMİŞTİR.
24 Mart 2001 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanan Ulusal Programda, “RTÜK’de mevcut aşamada kurumsal bir değişikliğe gidilmesine ihtiyaç yoktur” denilmektedir. Bu programdan daha üç ay geçmeden Meclis Anayasa Komisyonu’na getirilen tasarıda ise RTÜK’te çok ciddi bir kurumsal değişikliğe gidilmesi ciddi bir çelişki olarak dikkati çekmektedir.
8) TASARIYLA YEREL VE BÖLGESEL TELEVİZYON KURULUŞLARINA GETİRİLEN PARA CEZALARI ÇOK AĞIRDIR.
Tasarının yayın ihlallerinde ulusal düzeyde yayın yapan televizyon kanallarına 250 milyar lira para cezası uygulaması bu kanalların ekonomik güçleri dikkate alındığında makul görülmektedir. Ancak, tasarı yerel ve bölgesel televizyon kuruluşlarına da ihlal halinde 10 milyar liradan 125 milyar liraya kadar para cezası verilmesini öngörmektedir. Anadolu”da yüzlerce televizyonun çok zor koşullar altında yayın faaliyetlerini sürdürdükleri gözönüne alındığında birçok yayın kuruluşunun alacağı ilk para cezasını takiben yayın hayatından ayrılmak zorunda olacağından endişe edilmektedir. Bu da Türk yayıncılığında tekelleşmenin artması gibi ciddi bir sakınca yaratacaktır.
9) TASARI, TRT YAYINLARININ DENETİMİNİ RTÜK’ÜN YETKİ ALANI DIŞINA ÇIKARMAKTADIR.
Mevcut kanun, TRT bünyesindeki televizyon ve radyoların yayınlarının da RTÜK bünyesinde denetlenmesini öngörüyordu. Tasarı bu hükmü ortadan kaldırarak TRT’nin denetimini kendi içinde yapmasını yeterli bulmuştur. Çok geniş bir nüfus alanına hitap eden TRT yayınlarının, yayın izleme ve değerlendirme alanında otorite bir kuruluş olan RTÜK tarafından denetlenmesi yararlı olurdu. Kaldı ki, özel televizyon ve radyoların RTÜK tarafından denetlenmesi ama kamu yayıncılığı yapan TRT’nin bu kapsamın dışında tutulması haksız bir rekabete de yolaçacak niteliktedir.
10) TASARININ DİĞER BAZI MADDELERİ DE TARTIŞMAYA AÇIKTIR
Tasarının tanımlar, Üst Kurulun mali kaynakları ve bütçesi, reklam gelirlerinin ödenmesi, Üst Kurul personeli, yeniden iletim yasağı, yayın kuruluşlarının sorumlulukları , uyarı, durdurma, iptal cezaları ve televizyon vericilerine ilişkin 12, 13, 26, 31, 33 ile Ek madde 1 de yeniden düzenlenmelidir. Bu maddeler gerek içerikleri gerekse uygulama imkanları gözönüne alınarak yazılmalıdır.
Nuri Kayış
RTÜK Başkanı
22 Mayıs 2001 Salı