Jonathan Kane: The Protector
Azteklere ait eski bir Artifact büyük bir güce sahiptir. Scarlet Vengeance
adındaki terörist grubunun amacı ise Artifact’ı ele geçirmek ve hain emelleri
için kullanmaktır. Teröristler Artifact’a ulaşmak için onun yerini bilen
arkeolog Jennifer Guile’un peşine düşer. Jonathan Kane ise Jennifer’ı koruyup,
teröristlerin amacına ulaşmasını engellemek zorundadır.
B sınıfı aksiyon filmlerinde bolca karşımıza çıkan senaryoyu ele alan yapım,
hikayesi gibi genel olarak B sınıfında. Protector’un açılışında bir müzede
başlıyoruz, burada Jennifer’ı kurtarmaya çalışırken, oyunun dinamikleri de
tanıtılıyor. Bu bölümde karşımıza çıkan oynanış -son dönem oyunlarda da bolca
gördüğümüz- siper alıp, çatışmaya girmek. Protector’un genel olarak mekanize
ilerleyişi bu şekilde. Formül: Siper al, adamları öldür ve ilerle. Normalde FPS
olan oyunda, siper aldığımızda kamera açısı TPS’ye dönüyor. Siper aldığımız
korumanın üstünden veya yanlarından düşmanlarımıza kurşun yağdırabiliriz. Yalnız
bu durumlarda ortada bir sorun var: Yapay zeka. Düşmanlarımız arada sırada
saklandığı yerleri değiştirmeyi akıl edebiliyor, ama çoğu zaman ördek gibi
üstümüze geliyorlar. Yapay zekanın eksikliğine karşın, genel olarak düşman
sayısı ve aksiyon dozu yüksek tutulmuş.
Eski gücün peşinde koşarken
Protector’un yapısı çizgisel. Gitmemiz gereken güzergah belli, arada karşımıza
çıkan kolay bulmacalar ve yeri geldiğinde farklı bir karakterle oynamamız bu
durumu bozuyor. Mesela metro içindeyken Jonathan olarak bombaları etkisiz hale
getirmemiz gerekiyor. Bombaların üstünde rastgele çıkan belirli numaraları
tıklıyoruz ve böylece bomba devre dışı kalıyor. Gene aynı bölümün devamında
istasyonda kalan Jennifer’ı yönetiyoruz. Teröristlerin elinden Jennifer olarak
kaçmamız gerekiyor. Hatta oyun içinde ufak bir atari oyunu bile
oynayabilirsiniz. Bunlar klişe ilerleyişin verdiği sıkıntıyı hafifletiyor.
“Jonathan’ın modellemesi ayrıntısız ve şuh bakışlara sahip!”
Bazı sahnelerde ise masum birini kalkan kullanan teröristlere denk
gelebilirsiniz. Bu gibi durumlarda oyun yavaşlıyor ve teröristi vurup, rehineyi
kurtarıyoruz. Protector’de etrafta kullanacağımız sağlık paketi veya zırhlar
yok. Yaralandığımızda ekran siyah beyaz hale gelmeye başlıyor, eğer biraz durup
beklersek sağlığımız tekrar yükseliyor. Oyun kendi türündeki yapımlardaki silah
yelpazesinden daha üstünü sunmuyor. Klasikleşmiş makineli tüfek, tabanca, el
bombası vs… silahlar var, bunlara ek olarak bir de yakın dövüş için
kullandığımız bıçak var.
Zayıf noktalar
Protector, grafikler ve fizikler bakımından sınıfta kalıyor. Siper aldığınızda
donuk donuk bakan Jonathan ve Jennifer gibi ana karakter modellemeleri
başarısız. Ayrıntılı değiller, üzerlerinde yapaylık var. Aynı şekilde iki
modelde bir sadece saç, sakal ve giydikleri biraz değişen klon düşmanlar da bu
duruma ayak uyduruyor. Animasyonlar da hantallık var. Kalitesiz kaplamalar ve
fizik efektleri de sırıtıyor. Çatışırken etraftaki bazı nesneler parçalanıyor,
ancak parçalanırken ortaya çıkan görsellik basit. Ölen bir düşmanın kütük gibi
merdivenlerden kayarak düşmesine birçok defa denk gelebilirsiniz. Seslendirmeler
ise grafik ve fiziklere göre biraz daha elle tutulur cinsten.
Yapım boyunca pek fazla başvurmadığım özel gücüm vardı. Kullanmaya çok gerek
duymadım, bölümleri de kısa sürede bitirip geçtim. Bölümler de zaten uzun değil,
hatta oyunun genel oynanış süresi uzun değil. Boss savaşları var, bunlar da
monotonluğu bir nebze gideriyor. Atmosferi tamamlamak için aralara da
Cutscene’ler serpiştirilmiş. Multiplayer modu içermeyen Protector’un sıkıntılı
diğer yönü Checkpoint sistemi. Save yerleri alakasız kısımlarda olduğu için
ilerleyip öldüğünüzde, geride kalan alakasız bir save noktasından başlamak
sıkıntı yaratabiliyor. Kısaca noktalarsak Protector’u oynamasanız da bir şey
kaybetmezsiniz.