Kara Ekran #3: Game of Thrones
Son 10 yıldır televizyon gerçekten çok heyecan verici bir hadiseye dönüştü. Özellikle beyaz perde kalitesinde yapımlar artarken, gelişen hikaye anlatım teknikleri sayesinde, eskiden annelere özgü olan “dizi izleme” kültürü, artık çoğumuzun günlük yaşamına dahil olmuş durumda.
Game of Thrones ise hem ana akım izleyicileri, hem de fantastik kurgu seven alt kültür hayranlarını aynı potada eritebilmeyi başaran bir dizi oldu. Bir HBO yapımı olan Game of Thrones, yıllardır süren pre-prodüksiyon süreci başladığı itibaren oldukça umut verici bir projeydi – kaldı ki HBO’dan kötü bir iş henüz çıkmadı. Game of Thrones ise bana soracak olursanız Entourage ve Rome ile beraber yapılmış en iyi HBO yapımı.
Şimdiye kadar zaten yüzde doksan dokuz ihtimalle duymuş olduğunuz üzre, Game of Thrones, George Martin tarafından yazılmış olan “A Song of Ice and Fire” kitabı üzerine kurulu. Halihazırda oldukça iyi bir kitap olarak değerlendirilen eser, HBO’nun prodüksiyon kalitesi ile birleşince ortaya harikulade bir yapım çıkıyor.
Üçüncü sezon prömiyeri Türkiye’deki yayıncı kuruluşu CNBC-E’de yapılan Game of Thrones, bu sene ABD’deki yayınından ertesi gün Türkiye’de yayınlanıyor. Yani internetten indirip izleme alışkanlığınız varsa, ama “eşzamanlı yayınlansa TV’den izlerdim ki” diyorsanız bu sezon bunu başarabilirsiniz.
David Benioff ve D. B. Weiss tarafından kara ekrana uyarlanan dizi, A Song Of Ice And Fire’ın ilk kitabı olan Game Of Thrones’un adını taşıyor ve oldukça yüksek değerde bir prodüksiyona sahip. Öyle ki, dizi tam yedi farklı ülkede (İrlanda, Malta, Hırvatistan, İzlanda, Fas, İskoçya ve ABD) bir çok farklı mekanda çekiliyor. Öyle ki, dizinin hazırlık aşaması gösterime girdiği 2011 yılından tam dört yıl önce 2007 yılında başladı. Tarz olarak yapımcıları tarafından “Orta Dünya’da geçen bir Sopranos” şeklinde tanımlanan dizi, bu tanımın da hakkını veriyor. Çoğu izleyicinin beklentilerinin aksine savaş sahneleri ile insanları etkilemek yerine, kıvrak zekaların ürünü olan entrikalar ve ilişkiler arasında gidip geliyor dizi. Ama elbette ki bu demek değil ki dizide savaş yok, ilk bölümden son bölüme kadar süren bir savaş var taht için. Öyle ki, bölüm başına ortalama 14 ölüm ile “en acımasız diziler” arasında iki numarada yer alıyor.
Böylesine bir dizi yapmak ise takdir edersiniz ki oldukça pahalı. Dizinin yayınlanan ilk bölümünün bütçesi 10 milyon dolar gibi uçuk bir fiyata yaklaşıyor, ki sezonun bütçesi de 50 milyon doların üzerinde. Bu minvalde değerlendirdiğimizde, başka bir HBO yapımı olan Rome ile kıyaslamak kaçınılmaz oluyor Game of Thrones’u, zira o da “çılgın bütçeli tv yapımı” olarak ün salmıştı vakti zamanında. Eh, diziye bu kadar bütçe ayrılıyorken kalitesiz bir yapım olmasını bekleyemeyiz. Dizinin yaratıcıları da bu bütçeyi oldukça iyi değerlendiriyor ve “beş yıl önce çekebileceğimiz bir sahneyi diziye koymamalıyız” kafasındalar. Biraz değil, birazdan da fazla mükemmeliyetçilik var anlayacağınız.
Ön prodüksiyon aşamasından diziye dönecek olursak, üçüncü sezon bu hafta başladı, eminiz duymuşsunuzdur. İlk iki sezonun aksine, üçüncü sezon tek bir kitabı kapsamayacak ve üçüncü kitabın sadece yarısını ele alacak. Tabi işler iyice karışmış durumda Westeros’ta. Burada en büyük sorun, kitaplar yıllar önce çıktığı için kitabı okuyan insanların kendini tatmin etmek için, hikayeyi diziden takip eden insanlara kasten spoiler veriyor olması. Eh, bir de “kitaptan mı okusam” sorusu geliyor insanların aklına. Ama spoiler yeseniz de yemeseniz de, Game of Thrones oldukça kaliteli bir yapım olduğu için diziyi izlemeyi bırakmazsınız.
Peki nedir Game of Thrones’u bu kadar kaliteli bir yapım haline getiren şey? Önceki paragraflarda da söylediğimiz gibi, mükemmeliyetçilik takıntısı. Daha doğrusu Türk yapımlarının hiçbirinde göremediğimiz devamlılık ve ince detay kurguları. Set ekibi dizinin her şeyiyle incik cıncık uğraşıyor. Örneğin dizinin baş rollerinde olan oyuncuların en az 20 tane peruğu var ve bu peruklar gerçek saçlardan imal ediliyor. Öyle ki, bazı oyunculara perukların takılması neredeyse iki saati buluyor. Kıyafetlerde de benzer bir durum geçerli, her bölüm ve her sahne için kıyafetlerin yıpranmış olma durumu tüm detaylarıyla yapılıyor ve izleyiciye suni bir kıyafetmiş gibi gelmiyor. Karakterlerin özü ve gelişimi zaten yeterince gerçekçiyken, bir de prodüksiyon ekibinin bu gibi kozmetik detaylara böylesine eğilmesi izleyiciye karakteri oldukça inandırıcı kılıyor.
Benzer bir durum mekanlar konusunda da var. Dizide gördüğünüz neredeyse tüm mekanlar gerçek. Bu mekanların çoğu ise halihazırdaki yerler olmasına rağmen, önemli olan mekanlar mimarlar tarafından çizilip inşa edilen mekanlar. Ve gerçek maddelerle, öyle plastik koyup boyayarak değil. Taşsa taş, topraksa toprak. İşte bu yüzden Game of Thrones’daki her sahne bu kadar etkileyici olabiliyor.
Game of Thrones’a henüz başlamadıysanız ilk iki sezonu internetten izleyebilirsiniz (bunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz, çünkü dizinin yönetmenlerinden David Petrarca, korsan izlenmelerin dizinin sosyal etkisini değiştirmediğini söyledi, ama sonra telif hakkı olan ürünlerin korsan olarak dağıtılmasını da doğru bulmadığını ekledi). Bu hafta başlayan üçüncü sezon ise, önceden de dediğimiz gibi CNBC-E’de, ABD’deki yayınından 24 saat sonra yayınlanıyor, gün gün takip edebilirsiniz.