Makale

Kara Ekran #43: Ripper Street

Bu hafta sizlere Kara Ekran’da bir başka İngiliz dizisi olan Ripper Street’i anlatacağız. Başrollerini Matthew Macfadyen, Jerome Flynn, Adam Rothenberg’in aldığı bu yeni dizi 1880’lerin İngiltere, Londra’sındaki Whitechapel bölgesinde geçmektedir.

Det. Insp. Edmund Reid (Matthew Macfadyen) Metropolitan Polis departmanının Whitechapel bölgesindeki kolu olan H Bölümü (H Division) polis karakolunun başındaki isimdir. Yardımcısı Det. Sgt. Bennet Drake (Jerome Flynn) ve Amerikalı asker/doktor/düzenbaz/ve daha birçok iyi ve kötü şey olan Captain Homer Jackson (Adam Rothenberg) ile birlikte bu bölgedeki düzeni korumak ve adaleti sağlamak için uğraşırlarken bir yandan da kendi hayatlarındaki kişisel meselelerle ilgilenmek zorundadırlar.

“Bir gün insanoğlu 21. yüzyılın benim ile başladığını görecek”
Diziye geçmeden önce Whitechapel konusuna hafifçe değinmek istiyorum çünkü takip edenler bilir ki 1800’lü yılların Londra’sında geçen her film, dizi ve kitapta Whitechapel ya ismen geçmektedir ya da konunun odak noktasıdır.

Doğu Londra’da yer alan Whitechapel adını burada bulunan ve Aziz Mary’e adanmış küçük bir şapelden alan bir bölgedir. 1329’dan beri tarihi kayıtlarda yer alan şapel 1338’de Whitechapel’ın papazlık bölgesine dahil olmuştur.

İlk zamanlarından beri çok da istikrarlı bir çizgide gitmeyen Whitechapel özellikle 1800’lü yıllardan sonra İrlandalı’lar ve Yahudiler’in göçleri ile nüfus olarak iyice artmış ve yoksulluğun en yüksek olduğu nokta haline gelmiştir. Yolsuzluk, cinayet, adam kaçırma ve daha pek çok suç teşkil eden olayın odak noktası olan Whitechapel, karşılaştırıldığında New York ya da Moskova gibi yine adaletsiziğin olduğu noktalardan bile daha beter durumdadır.

Whitechapel her ne kadar Charles Dickens dahil bir çok ünlü yazarın romanlarına seçilen meskenlerden veya ünlü hayali dedektif Sherlock Holmes’ün bazı davalarının geçtiği mekan olsa da onu tarihte önemli noktaya getiren şey tek bir kişidir; Karındeşen Jack!

1888’de İngiltere’nin kabusu olan bu seri katil hayat kadınlarını hedef alarak onları vahşi şekilde öldürüyordu. İşe Ripper Street de bu olay üzerine odaklanıyor, en azından başlarında.

“Hayat hem size hem de bana gücendi Bay Reed”
Det. Insp. Edmund Reid, ki kendisi gerçekten aynı dönemde yaşamış ve Karındeşen Jack’in cinayetlerini araştıran dedektiftir, 1889 yılının Nisan ayında başlayan dizimizde H Division’ın sorumlu olduğu Whitechapel’da düzeni korumakla görevlidir.

Karındeşen Jack’in cinayetleri üzerinden altı ay geçmiştir ve artık Jack’ten haber alınamamaktadır. Neredeyse bir yıl boyunca onun peşinden koşan Reid bir yandan da gemi kazasında kaybolan ve herkesin aksine boğulmadığını, hala hayatta olduğuna inandığı kızını bulmaya çalışan, mental olarak neredeyse bitmiş, fiziksel olarak ise kazadan aldığı yangın yaraları ile zedelenmiş fakat görev ahlakı, onuru ve haysiyetinden hiçbir şey kaybetmemiş şekilde görevine devam etmektedir.

Reid ‘in en büyük yardımcıları eski bir asker olan Çavuş Bennet Drake ve puslu bir geçmişe sahip, sadece Amerikan Ordusu’nda doktor olduğu bilinen Yüzbaşı Homer Jackson’dır.

Dizinin diğer önemli karakterleri, yine gerçek bir karakter olan ve o dönemde Ripper soruşturmasında daha çok adı geçen Chief Inspector Fred Abberline (Cehennemden Gelen filminde Johhny Depp’in canlandırdığı karakter), Jackson ile Amerika’dan İngilitere’ye kaçan ve bir genelevin işletmeciliğini yapan karısı Long Susan (MyAnna Buring) ve Susan’ın evinde çalışan kızlardan birisi olan Rose (Charlene McKenna)’dur.

Hepsi birbirinden ayrı karakterler gibi görünse de gerek gelişen olaylar, gerek arkada bırakıldığı sanılan sırlar gerekse sevilen sevilmeyen “dostlar” sayesinde bu karakterler sürekli olarak birbirlerinin hayatlarına bir şekilde müdahele etmektedir.

“Kötü adamlar istedikleri yapmakta özgürlerdir, iyi adamlarsa onlara izin verildiği kadarını…
Şu anda ikinci sezonunu tamamlamış olan dizi her ne kadar hikayesine Karındeşen Jack ile başlamış olsa da özellikle ikinci sezondan itibaren bu konudan ayrılıp Whitechapel’daki genel sorunlara yönelmiş ve polis departmanları arasındaki çekişmeleri konu edinmiştir. Bunun yanında yazının başlarında da belirttiğim gibi her karakter kendi sorunlarıyla da dizinin hikayesine katkıda bulunmaktadır.

Müfettiş Reid’in Karındeşen Jack’e olan takıntısı bir yana kaybolan kızının hayatta olduğuna dair inancının, elinde toza dönüşen her fırsat ile yavaş yavaş ölmesi, bu sırada karısı ile ilişikisinin giderek yok olması ve öte yandan görevi sebebi ile karşılaştığı ahlaksızlık ve kötülüklerden dolayı yaşadığı iç çatışmalar onu bir nevi gerçek hayattaki Batman konumuna getirir.

Hatta ikinci sezonun sonlarına doğru bir bölümde masum bir insanın hayatını kurtarmak adına bir mahkuma şiddet kullanarak itirafta bulundurma çabasının bile haksız yere şiddet kullanmamak için başarısızlıkla sonuçlanması, Reed’i ne kadar dürüst, görev etiğine körü körüne bağlı ve doğru yoldan hiçbir zaman ayrılmayan birisi olarak görmemizi sağlar. Reed bize her türlü pisliğin döndüğü, adeta cehennemin yer yüzündeki şubesi olan Whitechapel’da bile hala iyiliğin bir kırıntısı olabileceğinin kanıtıdır.

Öte yandan Çavuş Bennet Drake, Reed’in bu çıkmazdaki çözüm yoludur. Reed’in etik olarak yapmayı uygun bulmadığı bütün pis işleri bu eski askere bırakması, Reed’in kendini bir anlamda temiz tutmasına yardım ederken, Bennet’in ruhunun ise yavaş yavaş bunun altında ezilmesine neden olur.

Birçok savaş geçirmiş, pek çok ölüme şahit olmuş, bir nevi mahallenin sert çocuğu konumundaki Drake ağzından laf alınması gereken mahkumlara işkence eden, kavgacı, sert ama her zaman için emir komuta zincirine saygı duyup sahip çıkan bir polistir. Adı sokakta duyulduğunda pek çok caninin bile saklanacak yer aradığı Drake’in ise en büyük problemi yalnızlığıdır. Şiddet ve karmaşa dolu hayatında bir defa olsun başını omuzuna koyacağı bir hayat arkadaşı edinememiş ve uzun bir süre de bunu dert etmemiştir lakin ne zaman ki Rose ile tanışır bütün hayatı alt üst olur.

Baş kahramanlardan üçüncüsü ancak en az diğer ikisi kadar önemli olan Yüzbaşı Homer Jackson ise Ripper Street’in bir anlamda zeki karakteridir. Bu eski Amerikan Ordusu mensubu dövüş ve silah kullanma yetenekleri konusunda başarılı olsa da onun yıldızını parlatan şey Sherlock Holmes ve CSI karışımı bir teknik ile cesetlerden, delilerden ve diğer yardımcı öğelerden suçların çözülmesini sağlaması olmuştur.

Jackson’ın en büyük handikapı ise dizinin ilerleyen bölümlerinde de öğreneceğimiz karanlık geçmişidir. Adı, mesleği hatta ailesi hakkında anlattıkları bile sürekli puslu bir tabloda kalan Jackson’ın tek niyeti dünyalardan çok sevdiği karısı Susan ile rahat bir hayat geçirmektir. Lakin o pis geçmiş ikisini de sürekli olarak avlama çabasındadır.

Long Susan takma ismi ile bilinen Susan Jackson, ikili Whitechapel’a geldikten sonra ilerleyen bölümlerde kendisini sıkça gösterecek olan Duncan adlı bir adamdan aldığı genelevin işletmeciliğini yapar.

Oldukça güzel ve cazibeli bir kadın olan Susan aynı zamanda oldukça da tehlikeli bir karakterdir. Erkek egemonyasının üst düzey yaptığı bir dönemde, özellikle İngiltere gibi, her ne kadar bir kraliçe tarafından yönetilse de hala erkeklerin sözünün geçtiği ülkede kadının Whitechapel gibi pislik bir yerde bile aklını, cazibesini ve elindeki diğer cephanelerini kullanarak nasıl ayakta kalabileceğini bizlere gösterir.

Rose, hayalleri olan ancak bunları gerçekleştirmek için ne kaynağı, ne de imkanı olan genç bir hayat kadınıdır. Zaman zaman Jackson’ın da hizmetinde bulunan Rose bölümler geçtikçe Bennet Drake ile yakınlaşmaya başlar lakin Rose’un planlarında bir yere yerleşip evinin kadını olmak gibi bir şey olmadığı için nihayetinde kötü sonla biten bir aşk hikayesinin kahramanlarından bir tanesi olur. İlk bölümde erkek tarafı olarak mesleğinden değil ancak tavırlarından dolayı öfkeli gözlerle izlediğimiz Rose, ikinci sezonda biraz olsun kendisini affetirmeyi başarır izleyiciye.

Rose dizide bizlere tıpkı Susan gibi erkek egemonyasındaki bir dünyada hayallerini gerçekleştirmeye çalışan bir kadının, Susan’ın aksine, durumun gerektiridiği gibi davranıp, oyunu oyunun kurallarına göre oynayan ve bu sırada kendi çıkarı adına kime ne zarar verdiğini umursamayan kadın rolünü aktarır. Aslında iyi niyetli olsa da yaptığı kötülüğü zamanla kendi kendine fark eden Rose dizinin seyrek gözükmesine rağmen güçlü karakterlerinden bir tanesidir.

Bu tür karakterlerden bir diğeri ise  Chief Inspector Fred Abberline (Clive Russell). Yukarıda da belirttiğimiz gibi Abberline, Jack the Ripper ile adını tarihe duyurmuş başarılı bir müfettiştir. Karındeşen Jack’in yakalanmasına en çok yaklaşan kişi olan Abberline ne var ki Ripper Street’te kendisini çok fazla göstermez. Şimdiye kadar toplamda 16 bölümü yayınlanmış olan dizide kendisini sadece 8 bölümde gösterir ki bunların da toplamı bir bölümün süresine yetişmez.

Abberline her ne kadar bu kadar az gözükse de ilk göründüğü andan itibaren akıllarda kalan bir karakterdir. Reed’den daha yaşlı ve polislik alanında çok daha tecrübeli olan Abberline da tıpkı Reed gibi hayatını Jack’i yakalamaya adamış ve bu anlamda özel yaşamını yok etmiş, kariyerini ise neredeyse yok edecekken son anda kurtarmış bir adamdır. Lakin dizi boyunca otoritesi ve diğer tüm karakterler üzerindeki gücü tartışılmaz bir şekilde hissedilir. Her ne kadar zaman zaman Reed ile tartışmalara girse de gerek rütbe gerekse karakteri gereği bunların hepsinden kazanarak çıkan kişidir.

Abberline’ın dizide bize sergilediği karakter ise zamanında tıpkı Reed gibi iş ahlakı ve etiğini kendisine kural edinmiş lakin zamanla işlerin bu şekilde yürümediğini ve gerektiğinde bazı noktalarda “esnek” davranılması gerektiğini tecrübeleri ile öğrenmiş olan bir otoriteyi gösterir. Yozlaşmışlığın kol gezdiği bürokrasi dünyasında hala doğruların peşinden koşan ancak Reed tarzı karakterlerin aksine gerektiğinde nabza göre şerbet veren Abberline ahlak değerinin yere ve duruma göre değişebileceğini gösterir.

“No man’s heart aches forever, i promise
Ripper Street yapısı ve dönemi itibari ile Robert Downey Jr’ın oynamış olduğu Sherlock Holmes’ü sevenlerin beğeneceği bir dizi. Her ne kadar dizide bu derece bir aksiyon veya gizem bulunmasa da atmosfer oldukça iyi yaratılmış. Gerek yan karakterler, gerek figüranlar kendilerinden isteneni oldukça iyi yerine getirdikleri için baş rol karakterlerinin oyunculukları daha da güçlü bir şekilde ekrana yansıyor.

1889 Londra’sının neredeyse kusursuz olarak hazırlanmış olan seti ise dizi boyunca sizleri o bir çok kitaba ve hikayeye konu olmuş puslu şehirin havasını soluaycak kadar yaşayacak bir pozisyona getiriyor. Karakter diyalogları, şive ve aksanların oldukça güzel ve yerinde kullanımı, kıyafet seçimleri ile Ripper Street’in teknik açıdan başarılı bir yapım olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Müzikler konusunda çok fazla bir seçenek sunmayan, sunduklarında ise bir Hans Zimmer havası yaratmayan parçalar belki de dizinin en kötü tanı olarak eleştirilebilir.

Bunun yanında ana hikaye olan Karındeşen Jack’ten bir sezon boyunca kopmuş olması ve üçüncü sezonda da bu konuya geri dönüleceğine dair bir işaret gösterilmemesi de moral bozucu nokta.

Hikayeyi tanıyanlar, Jack’in asla yakalanmadığını, ya da yakalansa bile bunun kayıtlara geçmediğini gayet iyi bilir. Lakin eğer bir diziye bu tarz bir hikaye ile başladıysanız o zaman sonunda bir şekilde mantıklı noktaya bağlamanız gerektiğini tahmin edersiniz. Yapımcılar şimdilik bu hikayeyi bir neşter dabesi ile kesip atmış durumdalar.


Her ne kadar bu dizinin atmosferini ve hikaye anlatımını bozmamış olsa da ana temanın bir anda ortadan kalkmasına sebep olmuş durumda. Bu da alt yapıda bir eksikliğe götürüyor, fakat bunun haricinde Ripper Street oturup rahatlıkla izlenebilecek güzel bir BBC yapımı olmuş. 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu