Makale
Karanlık Kardeşlik – Bölüm 1
BÖLÜM-1
ÖLÜM GÖREN
“Hey, şarap istiyorum!” bu son sözleri kukuletalını geriye atarak yüksek sesle söylemişti. Şimdi uzun kulakları, altın rengi saçları ve sinirden parlayan yeşil gözleri de ortaya çıkmıştı. “Sadece şarap istedim ve… Kalacak bir yer.”
Handaki o sıcak sohbet havası yerini buz gibi bakışlara döndürdü. Handa yaklaşık on kişi vardı ve herkes Elrin’i süzüyordu. Elrin bakışların farkındaydı, ama anlam verememişti. Yine de ortamın bir anda bu kadar gerginleşmesinden rahatsız olduğu için kibarca talebini yineledi.
“Lütfen, şu anda şaraba ve kalacak bir odaya ihtiyacım var.” Hanın sahibi Velus Hosidius küçümser ve alaycı bir ses tonuyla:
“Benim, sivri kulaklı bodur hırsızlara verecek yatağım yok! Ama istersen Su Kıyısı’nda seninle yatağını paylaşacak dilenciler bulabilirsin.”
Velus’un sözlerinin ardından han kahkahaya boğuldu, merdiven kenarındaki masada oturan gruptan sarhoş bir tüccarın sesi şamatayı yardı.
“Ormana dön seni sivrikulak! Yoksa ben seni gönderirim!”
Elrin sinirlenmişti fakat böyle bir yerde kavga çıkaracak kadar aptal birisi de değildi. Hızlı bir biçimde kukuletalını çekti ve hanın giriş kapısına yöneldi. Her taraftan aşağılayıcı sözler duyuyordu. Sinirlerine hâkim olmalıydı. Sadece çıkıp gitmesi gerekiyordu. Sadece kapıyı açacaktı, sonra başka bir yeri denerdi neden olmasın, her yerde bu muameleyi göreceğini düşünmüyordu.
“AAAHHHHH!” Elrin acıyla başını tutuyordu. Tam kapıyı açarken az önce onunla dalga geçen sarhoş ona elindeki boş şişeyi fırlatmıştı. Kalabalık yeniden kahkahalar atmaya başladı. Elrin sinirinden kıpkırmızı olmuştu. Bunu gören kalabalık acıdan olduğunu düşünerek daha da beter gülmeye, aşağılamaya başladı. Elrin sadece şarap istemişti ve bir de geceyi geçirmek için bir yatak. Bu kadarı fazlaydı. Hışımla sarhoş serserinin oturduğu masaya doğru ilerledi. Esmer teni gülmekten mosmor olmuştu. “Özür dile!” diye ona bağırdı Elrin. Gürültü iyice artmıştı. Başındaki acı feci bir zonklamaya dönüşürken, adamın ayağa kalktığını ve sağ elini kılıcının kabzasına götürdüğünü gördü. Boyu biraz fazla uzundu. Elrin başını hafifçe yukarı kaldırdı.
“Lütfen özür dile ve unutalım.” dedi.
“Peki ya özür dilemezsem ne olur seni soysuz piç!” diyerek kılıcını çekmeye yeltendi. Elrin’nin başka seçeneği yoktu. Sarhoş herif onun için fazla yavaştı. Cüppesinin içine gizlediği paslı bıçağını çıkardı ve masanın üzerine sıçradı.
Adam boğazındaki derin yarıktan kanlar fışkırtarak yere yığılırken, handa her bir ağızdan çığlıklar yükselmeye başladı.
“KATİL! MUHAFIZLAR!” Elrin kılıçların kabzalarından sıyrılırken çıkarttıkları soğuk sesleri duydu. O anda yapabileceği tek bir şey kalmıştı. Hanı derhal terk etmek! Hızla kapıya koştu ve onu tek hamlede açarak kendini İmparatorluk Şehri’nin soğuk sokaklarına attı. Koşarak dükkânların olduğu bölümdeki sütunlardan birine saklandı. Çünkü hanın kapısı açılmış ve dışarıya ellerinde silahlarıyla beş kişi çıkmıştı. Üstelik buda yetmezmiş gibi, muhafızlar da olay mahalline doğru geliyordu.
Sessizce sütunların yanındaki büyük tahta kutuların ve fıçıların arasına geçti. Gelmeleri uzun sürmezdi. Elini çabuk tutmalıydı. Önce bıçağını cüppesine sildi. Ardından eliyle uzun saçlarını topladı ve bıçağını kullanarak saçını kesti. Saçları içi sebzeyle dolu olan fıçılardan birine attı. Sonrada cüppesini. Artık bir süre onu kimse tanımazdı, en azından şehirden ayrılana kadar. Şimdi muhafızları ve sinirli tüccarları atlatarak şehrin güneyine gitmesi gerekiyordu.
Barmen onunla dalga geçerken bir şekilde yardım da etmişti. Su Kıyısı. Dilenciler. Eğer oraya ulaşabilirse bu pejmürde görünümüyle rahatlıkla aralarına karışabilirdi. Muhafızlar onu görmemişlerdi, bardaki herkeste sarhoştu. Onu tanıyamazlardı. Gecenin ona sunduğu en güzel şey olan karanlığı kullanarak muhafızların bar çevresine gidişiyle boş bıraktıkları güney kapısına doğru ilerledi.
Kapı devasa olmasına rağmen küçük bir aralık açmayı başarabilmişti. Sessizliğini koruyarak diğer tarafa geçti ve geçer geçmez küfrü bastı.
“Lanet olsun!” Şehrin ne kadar büyük olduğunu unutmuştu, burası su kıyısı değildi. Üstelik iki muhafız hemen önündeydi. Onu görmüşlerdi, fakat henüz şehir alarm durumuna geçmediğinden pek aldırış etmemişlerdi. Derin bir nefes aldı ve yürümeye devam etti. Alarm durumuna geçilirse ki birkaç dakika sonra bunun olacağını çok iyi biliyordu, onun nereye gittiğini anlayabilirlerdi. Sakin ama hızlı adımlarla şaşırtmacasının ilk bölümüne başladı. Muhafızların görüş açısındayken batıya doğru gidecek, onlar bakmadığı anlarda da güneye yönelecekti. İşe yaraması mucizeydi. İmkânsızdı…
…Ama işe yaramıştı. Sonunda Su Kıyısı’ndaydı. O kapıdan geçtikten saniyeler sonra haberciler gelmiş ve şehirde arama operasyonu başlamıştı. İşin güzel yanı hepsi batıya yani Şehir Kapısı’na doğru yöneliyorlardı. Asla bilmeyeceklerdi. Kimse onun yaptığını anlamayacaktı. Saçları ve cüppeyi bulduklarındaysa Elrin muhtemelen Bravil’e ya da Leyawin’e çoktan varmış olurdu. Gülümsedi ve hak ettiği uykuyu -pek beklediği gibi yerde olmasa da- çekmek için evsizlerden birinin yanına uzandı.
***
Elrin birinin onu dürttüğünü hissetti. Gözlerini açtı ve doğrularak karşısında görmeyi beklediği muhafızlara baktı. Fakat karşısında muhafız filan yoktu. Sadece bir kişi vardı. Elrin dehşetle karşısındaki adamı inceledi. Siyah bir cüppe giyiyordu. Kukuletalı ise onun mermer gibi kaskatı yüzünü büyük ölçüde gizliyordu. Soğuk, çatlamış dudakları açıldı.
“Ne o şaşırdın mı? Katil.”