Karanlık Kardeşlik – Bölüm 11
Elrin tapınağın girişinde sağ tarafta kalan küçük masada Teinaava’yla sohbet ediyordu. Argonian geçen iki haftanın ardından büyük ölçüde iyileşmişti. Tapınağa girdikleri günün ertesinde Ocheeva başta olmak üzere birçok üye ona minnet duygularını iletmişlerdi. Onu tebrik edenler arasında çekici bir Breton olan Antonietta Marie ve hiç gözünün tutmadığı Khajiit M’raaj-Dar’da da vardı. Kaplanların soyundan gelen bu ırk nedense onun için fazla güvenilmezdi. Tal’ı ise geldiklerinden beri hiç görmemişti.
Yine de huzursuzdu. Kardeşlikte önemli bir pozisyon olan Eleyici rütbesine terfi etmiş olmasına rağmen arka arkaya yaşadığı olaylar yüzünden dinlenmeye ihtiyacı olduğunu hissediyordu. Fakat cebinde -handa içilen şaraplar sebebiyle- boşalmakta olan altın kesesi acilen kontrat almasını ister gibiydi.
“Elrin, sence Caelia’nın başına bir iş gelmiş midir?”
“Efendim?” dedi Elrin boş boş bakarak. “Kusura bakma dalmışım yine. Caelia diyordun.”
“Hı hı. Sence diyorum, başına bir iş geldi mi? Sonuçta tutuklandık. O muhafızı duydun.”
Bu aklına birçok sefer gelmişti. Caelia her ne kadar kusursuz bir plan kurmuş olsa da amirleri orada değildi. Şehre geldiğinde bilgilendirme isteyecekti. Caelia’nın mahkumları kendi inisiyatifiyle Merkez Şehir’e götürmesi gibi bir hikaye kadının başına dert açabilirdi. Gerçi Caelia yazığı bir notla Ocheeva üzerinden her şeyin yolunda olduğunu onlara iletmişti.
“Bence bir şey olmaz Teinaava. Plan kusursuzdu.” dedi Teinaava’yı rahatlatmak için.
“Umarım kardeşim, umarım.” dedi Teinaava başını aşağı yukarı sallayarak. Sonra konuyu değiştirmek istercesine:
“Ee… Sen ne zaman kontrat alacaksın?” diye ekledi.
“Birazdan Vicente’nin yanına ineceğim. Hava kararmak üzere, uyanmış olmalı.” dedi kalkmaya yeltenerek.
“Ben de M’raaj-Dar’ın yanına uğrayacağım.” dedi Teinaava karnında kapanmak üzere olan yarayı göstererek. “Tedaviyi sürdürmekte ısrar ediyor.”
“İyi o zaman.” dedi Elrin merdivenleri inerken. “Gece’nin Annesi seninle olsun kardeşim.”
Vicente’nin odasına açılan kapının önüne geldiğinde her zamanki gibi duraksadı. Odaya girmek nedense onun için ilk günden beri işkence gibiydi. Eliyle kapıyı iki kez tıklattı.
“Girin.” diye seslendi kapının arkasındaki hırıltılı ses. Elrin kapıyı açarak karanlığın içine daldı.
“Sen miydin Elrin?” dedi Vicente babacan bir ses tonuyla. “Otur genç Eleyici, kontrat için geldiğini varsayıyorum.”
“Evet, efendim. Kendimi yeni bir görev için hazır hissediyorum.”
Vicente karanlığı yaran mumu yakarken:
“Demek öyle.” diye söylendi Vicente. “Bilmiyorum çocuğum, bu görev seni aşabilir, şimdiden söyleyeyim.”
Aşmak! Zaten tüm bunlar beni aşıyor seni müşfik vampir!
“Benim için sorun olmayacaktır efendim.”
Vicente bir süre konuşmadı. Sanki doğru cümleleri arıyor gibi gözlerini tavana dikmişti. Bir yandan da sol işaret parmağıyla masaya vurup duruyordu. Sonra gözlerini Elrin’nin gözlerinin hizasına indirdi. Kırmızı gözbebekleri sanki huzursuzdu.
“Çocuğum, bu kontratın sana verilmemesi için elimden geleni yaptım.” dedi Vicente. “Ama Kara El seni sınamaya devam etmek istiyor.”
Elrin, Vicente’nin durumu dramatize etmeye çalıştığı düşünmeye başlamıştı.
“O lanet herifin neden ölmesi gerektiğini anlamış bile değilim. Sanki oradan çıkabilecek!” Vicente kendi kendine konuşuyordu.
“Ne kadar zor olabilir ki?” diye sordu Erlin omuzlarını silkerek. “Yani, muhafızların arasına dalacak değilim ya!”
Vicente’nin sözleri Elrin’in umursamaz tavrını silip attı:
“Senden tam olarak bunu istiyorlar çocuğum.”
“Ne? Nasıl yani?”
“Valen Dreth… Bir Dunmer. Kim olduğunu ve neden öldüreceğini sana açıklamam uygun görülmedi.” dedi Vicente. “Tek yapman gereken onu bulup öldürmek.”
“Bunun muhafızlarla ne alakası var?” diye sordu Elrin kuşkuyla. “Yoksa bu Valen denen adam muhafız filan mı?”
“Hayır.” dedi Vicente. “Hedefin bir mahkum ve kısa bir süre sonra idam edilecek.”
Hapishaneye mi sızmamı bekliyorlar?
“Şu an nerede?”
“İmparatorluk Hapishanesi’nde tutuluyor.” dedi Vicente. Elrin’in gözbebekleri korkuyla büyürken ekledi:
“Merkez Şehir’in kuzeyinde.”
Muhtemelen arandığı bir yere gitmek mi yoksa orada bir cinayet daha işlemek mi?
Elrin zırhını çantasına tıkarken hangisinin daha kötü olduğuna karar vermeye çalışıyordu.
İki ucu b.klu değnek!
Eleyici olmanın verdiği gurur ve saygınlık bir anda toz olup havaya karışmıştı. Kara El resmen onu ölüme gönderiyordu. Ona yeni bir hayat müjdesi veren organizasyon, şimdi ölümünün habercisiydi. Çantasının kayışlarını hışımla kapattı.
“Nereye gidiyorsun kahraman?”
Konuşan Gogron’du. Yatakhanenin ön tarafında yer alan yemek masasında birasını içmekle meşguldü.
Elrin kapıyı açarken buz gibi bir sesle:
“Ölüme gidiyorum kardeşim.” dedi ve kapıyı açarak tapınak girişine çıktı.
Girişin bulunduğu geniş açık alandan kızgın sesler duyuyordu. Birkaç kişi hararetle kavga ediyordu. Elrin kendini duvara yapıştırarak gizlendi. Ne konuştuklarını merak etmişti.
“Kara El ne yaptığını sanıyor. Onu ölüme gönderemezler!” diye bağırdı oldukça tanıdık bir kadın sesi. Hırıltılı sesinden Vicente olduğunu anladığı diğer kişi kızgınlıkla:
“Sithis ve Gecenin Annesi’ni mi sorguluyorsun genç bayan!”
“Yok, öyle demek istemedi Vicente. Sakin olun biraz. Sen de kendine gel Telaendril.” Bu sefer konuşan Ocheeva’ydı.
Elrin daha bir kulak kesildi. Ondan nefret eden kardeşi endişeleniyor muydu yoksa?
“Sakin olmayacağım. Kusura bakma Ocheeva ama buna izin veremem. Çok iyi biliyorsun ki bu senin için bile zorlu bir kontrat!”
“Farkındayım kardeşim ama metanetini koruman gerektiğini bir kez daha vurgulamak istiyorum.” diye onu yatıştırmaya çalıştı Ocheeva. “Yanında birini daha gönderemez miyiz Vicente? Merkez Şehir Elrin için fazlasıyla tehlikeli.”
“Bunu düşünmedim mi sanıyorsun Ocheeva!” diye patladı Vicente. “Kara El bunu düşünmedi mi sanıyorsun? Etrafına bir bak! Telaendril sabah göreve gidecek! Herkes kontrat almış durumda. Şu an boşta olan sadece iki Kardeşlik üyesi var. Gogron ve Teinaava. Gogron görevden yeni döndü. Teinaava’nın da tedavisi sürüyor. M’raaj-Dar seyahat etmesinin sakıncalı olduğunu söyledi. Elrin yalnız gitmek zorunda! Son sözüm budur!”
Vicente’nin hızlı adımlarla koridoru arşınladığını duydu. Ocheeva’nın da onunla konuşma çabasına bakılırsa Vicente’yle beraber merdivenlere ulaşmış olmalıydılar. Girişte sadece Telaendril vardı. Elrin ortadan kaybolmalıydı çünkü kardeşi her an yatakhanenin yolunu tutabilirdi. Tam yatakhane tarafına seğirtirken:
“Elrin orada olduğunu biliyorum.”
Aptal! O ruhları senden önce hissedebiliyordu! Duyduklarını belli etmemek için ifadesiz bir yüzde köşeyi döndü ve giriş salonuna girdi.
Telaendril’in de yüzü Elrin’inki gibi ifadesizdi. Elrin bozuntuya vermemeye çalışarak yürümeye başladı. Onu Cheydinhal’a çıkaracak geçide girmek üzereyken dayanamadı ve kardeşine dönerek:
“Beni korumaya çalıştığın için teşekkür ederim. Ben de olsam-“
“Kuyruğunu kıstırıp kaçardın.” diye onun cümlesini tamamladı Telaendril. Sonra da başka tek bir kelime etmeden yatakhaneye gitti.
Batı kapısına gitmesi gerekiyordu ama ayakları onu geri götürmeye çalışır gibi ağır hareket ediyorlardı. Merkez Şehir’de ikinci bir cinayetten paçasını kurtarabileceğini hiç sanmıyordu. Muhafız birlikleri kralın ölümünden sonra devamlı tetikte olmalıydı. Hem olayların henüz sıçradığı Bruma’da bile büyük zorluklar yaşamamış mıydı?
Birden çarpma hissiyle sendeledi. Başını öne eğerek yürüdüğünden karşısından gelmekte olan kişiyi fark etmemişti.
“Ulrich, beni pataklaması için seni mi gönderdi ucube!”
Çarptığı dilenci kılıklı bir Dunmer’dı. Üstü başı darmadağındı. Saçları düzensizdi, keçeleşmişti. Zaten koyu olan teni pasaklılık nedeniyle daha da koyulaşmıştı. Alkolün etkisiyle gözleri hafiften şaşıydı, nefesi şarap kokuyordu.
“Ben Ulrich diye birini tanımıyorum.” dedi adama sırtını dönerek. Alkolik bir evsize dalaşmaya niyeti yoktu.
“Zaten seni bu halinle adamı yapmazdı.” dedi sarhoş Dunmer. “Boyun kısa!”
Elrin adımını atmıştı ki Dunmer onun pejmürde cübbesini çekti.
“Ne var yine?” diye sordu kızgınlık dalgası bedenine yayılırken.
“Kimsin sen? Seni daha önce gördüğümü hatırlamıyorum.” dedi Dunmer.
Elrin, cüppesini çekiştiren Dunmer’ın bileğini seri bir hareketle yakaladı. Sarhoş acıyla inledi.
“Biliyordum! Sen Ulrich’in adamısın! İğrenç bücür seni!”
Bunun üzerine Elrin kukuletasını geriye attı. “Sence Ulrich’i tanıyor muyum?”
Dunmer acı nedeniyle kapadığı gözlerinden birini tedirginlikle açıp bileği kavrayan elfe baktı.
“Tamam değilsin! O elfleri işe almaz. Elfler muhafız olmaz! Bırak beni!”
“Defol ayyaş herif!” dedi Elrin sarhoşun bileğini bırakarak.
“Adım Aldos Othran! Ayyaş değil!” diye bağırdı Dunmer. Bir yandan da bileğini ovuşturuyordu. “Hem senin de benden pek bir farkın yok!”
Elrin hiçbir şey demeden yeniden kuzey kapısına yöneldi. Sarhoşa verebileceği cevabı da yoktu aslında. Eskimiş pelerini, gömleği ve pantolonuyla ondan farkı yok gibiydi. Üzerinde yeni görünen sadece zırhına ait olan kahverengi çizmeleriydi. Eğer bu görevden sağ çıkarsa ilk işi kendine düzgün kıyafetler almak olacaktı.
Batı kapısı henüz kapanmadığından muhafızlar ahırın bulunduğu alana geçerken Elrin’e zorluk çıkartmadılar. Fakat yine de onu buruşmuş suratlarıyla süzmeyi ihmal etmediler. Gerçekten yeni kıyafetlere ihtiyacı vardı.
Atların bulunduğu ahır pek matah bir şey değildi. Ahırın sahibinin kaldığı ufak, gösterişten uzak ahşap bir kulübeye ve çitlerle kapatılmış geniş dörtgen ahır alanına sahipti. Çitlerin ardında yirmi kadar at vardı. Kimi sakince otluyor kimi de çitlere sokulmuş uyukluyordu.
Elrin umutsuzca belindeki altın kesesini yokladı. Atları kiralamak için bile yeterince altını yoktu. Elindeki meşale sayesinde atları gözleyen seyisin uyumasını beklemekten başka çaresi yoktu. O uyuyunca şansı yaver giderse atlardan birini aşırabilirdi.
“Hey! Elrin!”
Teinaava?
Mavi Yol’un hemen kenarında ellerinde iki siyah atın dizginlerini tutmuş onu bekliyordu. Elrin koşarak onun yanına gitti.
“Senin M’raaj-Dar’ın yanında olman gerekmiyor mu?” diye sordu.
“Boşver! Seninle geliyorum kardeşim!”
“Nereye gittiğim hakkında en ufak bir fikrin bile yok!” dedi Elrin endişeyle. “Hem yaran tam iyileşmedi.”
“Merkez Şehir, İmparatorluk Hapishanesi’ne gidiyorsun kardeşim.” dedi Teinaava Elrin’i hayretler içinde bırakarak.
“Nerden biliyorsun?” diye sordu Elrin.
“Sen çıktıktan hemen sonra Ocheeva söyledi.” diye onu cevapladı Teinaava.
“İyi de yolda seni görmemem imkansızdı.” dedi Elrin kafası karışmış bir şekilde. Yolda biraz oyalanmıştı ama Aldos hariç ona yakın hiçbir ruh hissetmemişti ilerlerken, bundan emindi.
“Elrin, ben rütbem nedeniyle farklı bir girişi kullanıyorum.” diye açıkladı Teinaava.
Aklına tapınağa ilk geldiğinde gözüne çarpan hemen girişin solundaki yıpranmış duvar geldi.
“Teşekkür ederim kardeşim, fakat gelmene izin veremem.” Teinaava’yı da tehlikeye atmak istemiyordu. Sağlıklı olsa belki bu görevde Elrin’e inanılmaz yardımcı olurdu ama bu halde…
“Sen intikamımı alırken benim yanımdaydın kardeşim. Ben ölmek üzereyken beni kurtarmak için savaştın. En azından yol arkadaşın olabilirim.”
“Aldos Othran’la tanıştın demek.” diye güldü Teinaava. Elrin, Cheydinhal’dan çıkmadan önce yaşadığı olayı anlatmayı henüz bitirmişti. Gecenin bir vaktinde son hızla at sürmek tehlikeli olacağından, onlar da yavaş yavaş giderlerken bir yandan da sohbet ediyorlardı.
“Ayyaş dostumu tanıyorsun galiba.” diye karşılık verdi Elrin.
“Elrin her gün handa takılıyorsun ve hiçbir şeyden haberin yok. Sağır falan mısın?” diye alayla sordu Teinaava.
“Neden ki? Ben sakin bir köşeye kurulup içkimi içiyorum sadece. Kimseyle laflamıyorum ki.”
“Cheydinhal’ın yeni birlik komutanın son kurbanlarından olur kendisi.” diye açıklamaya koyuldu Teinaava. “Sen Kardeşlik’e katılmadan kısa bir süre önce şehre yeni bir komutan atandı. Adının yanlış hatırlamıyorsan Ulrich olması lazım.”
“Aynen, Aldos ondan bahsedip duruyordu ya!”
“Pis bir herif. Söylentilere göre şehir sakinlerinden haraç topluyormuş. Haraçları vermeyenleri de mülklerine el koymakla tehdit ediyormuş. Aldos haraç vermeyi reddedince de evine el koydu. Şimdi Cheydinhal’ın içinden geçen ırmağın kenarında bir çadırda kalıyor.”
“Adama üzüldüm bak şimdi. Bir şeyler yapmak lazım.” dedi Elrin.
“Bize ne ki?” diye sordu Teinaava duygusuz bir ses tonuyla.
“Haklısın. Yeterince derdimiz var zaten.”
Kısa bir sessizliğin ardından, “Elrin, sanırım biraz risk almamız gerekiyor.” dedi Teinaava. “Bu gidişle yarın geceye kadar Merkez Şehir’e varamayacağız.”
Atlarının dizginlerine asıldılar ve gecenin karanlığında hızla yol almaya başladılar. Gün ağardığında devasa kulesi mükemmel dairesel şekliyle mermerden şehir görünmüştü.
“Etrafını dolaşmamız gerekiyor.” diye söylendi Teinaava. Elrin ona katılıyordu. Etrafı nehir sularıyla korunan surların ardına geçiş sadece şehrin batı yakasındaydı. Bu baş şehir için en büyük korumalardan birini sağlıyordu, çünkü düşman işgali durumunda odaklanıp savunulacak tek bir bölge oluyordu. Eh, biz de düşman sayılırız.
Merkez Şehir’in batı yakasına ulaşmaları için yarın gün kadar at sürmeleri gerekmişti. Elrin kasılmış bacaklarını oynatmaya çalışmadı bile. Bir süre kullanılmaz olacaklardı. Zaten bacaklarından daha mühim bir sorun vardı. Şehrin dışındaki panoda çeşitli bültenler asılıydı. Hafiften kararmaya başlayan havaya karşın Elrin’in elf gözleri panoyu oldukça rahat bir şekilde görüyordu.
Bültenlerin üzerindeki çizimlerden biri tanıdıktı. Uzun saçlıydı belki ama sivri yüzü ve yeşil gözleriyle Elrin kendine bakıyordu. Batı yakasına gelmeden önce sıkı bir koruma duvarı olursa belki daha tenha olan Su Kıyısı’ndan şehre sızabiliriz diye düşünmüştü ama bu çizim her şeyi mahvetmişti. Aldırmıyormuş gibi davranarak Teinaava’ya döndü.
“Saçlarım uzunken bu kadar yakışıklı göründüğümden haberim yoktu.”
Teinaava keyifsizce güldü.