Makale

Karanlık Kardeşlik – Bölüm 13

“O solucanın burayı tarif ettiğine emin misin?” diye sordu kuzeyli. Anlaşılan şüpheleri vardı.
“Buraya geri dönmek hoşuna gitmedi sanırım.” dedi yanındaki, hafiften alay ederek.
“Sorun o değil.” dedi kuzeyli arkadaşına kulak asmayarak. “Mistik Şafak neden burada toplansın ki? İçeride goblin çeteleri varken toplantı yapmak güç olur gibime geliyor.”
“Zaten bu yüzden hiç fark edilmediler.” dedi arkadaşı kanalizasyon kapağını açarken. “Kanalizasyonda kalmanın çılgınlık olduğu gerçek, ama imparatoru tuzağa düşürmek için mükemmel bir seçim.”

Kuzeyli hala huzursuz olduğunu belli edercesine gözlerini yere dikmişti. Arkadaşı karanlık çukurda kaybolmaya başladığındaysa ‘ne olacaksa olsun’ tavrıyla omuzlarını silkti ve karanlığa daldı.

İkisinin de kafası öylesine karışıktı ki biraz uzakta onları izleyen diğer ikiliyi fark edememişlerdi. Kuzeylinin başı çukurun içinde kaybolduğunda Elrin, hemen karşısında kemerli geçidin altında duran Teinaava’ya zamanın geldiğini belirten bir işaret yaptı. Argonian başıyla Elrin’i onayladı ve çabucak kapağın yanına gitti.

“Karanlıkta iyi görür müsün?” diye sordu Elrin. Elf gözlerine sahip olan kendisi bile çukura hâkim olan karanlığı göremiyordu.

“Hayır, ama başka seçimimiz yok gibi görünüyor.” dedi Teinaava.
     
Elrin kanalizasyona inen daracık merdivende aşağıya inmeye çabalarken bir yandan da etrafında var olabilecek ruhları hissetmeye çalışıyordu. Hem rahatsız merdiven yolculuğu hem de ikide bir yüzüne çarpan Argonian ayakları yüzünden bu hiçte kolay olmuyordu.
      
Zahmetli iniş bittiğinde biraz soluklanmayı düşünüyordu, fakat Elrin ayağını yere bastığı anda başının arkasında büyük bir acı hissetti. Olduğu yerden fırladı ve zeminde yuvarlandı.
    
Elrin kanalizasyon sisteminin zemininde baygın bir şekilde yatıyordu.  Ona kimin vurduğunu bile anlayamamıştı.

                                                                  ***

Kendine geldiğinde başının arkasındaki zonklama nedeniyle az kalsın yeniden bayılıyordu. Refleks olarak hareket etmeyi denedi ama başaramadı. Elleri ve ayakları bağlanmıştı. En son yere düştüğünü hatırlıyordu. Hala yerdeydi ve taş zeminin soğukluğu vücudunu kaskatı hale getirmişti. Gözlerinde ki bağ ise etrafında olup bitenleri görmesine engel oluyordu. Kıskıvrak yakalanmıştı.
    
“Çözün beni, ben yanlış bir şey yapmadım!” dedi inleyerek. “Çözün beni.”
“Boşuna nefesini tüketme çoktan gittiler.”
“Teinaava?” dedi Elrin çaresizlikle. “Sen de mi?”
“Maalesef kardeşim. Çok dikkatsiz davrandık.” dedi Argonian üzüntüyle. “Senden hemen sonra beni de yakaladılar. O herif beni bile aşar, silahını kullanmadan beni alaşağı etti.”
“Yakalandığımıza inanamıyorum.” dedi Elrin sinirle. “Adi herifler resmen bizim aşağıya inmemizi beklemişler.”

“Ne yapacağız kardeşim?”
“Bilmiyorum.”
“İpler çok sıkı, kurtulamıyorum.”
“Farkındayım kardeşim.” dedi Elrin dişlerini sıkarak. “Hatırlatmana gerek yok!”
“Kızmanı gerektirecek bir durum yok kardeşim.” dedi Teinaava ruhsuz bir sesle. “Çözüm bulmamız gerekiyor.”
“Çözüm mü?” dedi Elrin gülerek. “Kusura bakma ama aklıma hiçbir şey gelmiyor. Bana sorduğuna göre sende çaresiz durumdasın.”
“Elrin sen kiminle konuştuğunun farkındasın değil mi?” diye sordu Teinaava. Argonian ciddileşmişti.
    
Elrin soğuk bir kahkaha attı.

“Seviyen burada geçersiz kardeşim. Hem sende yakalandığına göre aramızda pek bir fark olmasa gerek.”
    
Argonian’ın cevap vermesini beklemişti. Fakat Teinaava’dan beklediği cevap gelmedi. Elrin biliyordu, düşünmeden konuşmuştu. Ne Teinaava’ya sert çıkmasına ne de onu suçlamasına gerek yoktu. İşin aslı kendine sinirlenmişti. Çünkü bu durumda olmalarının tek sebebi yine kendisiydi.
    
Aptal Elf!

                                                                    ***

“İmparatorluk Hapishanesi’ne açılıyor öyle değil mi?” diye heyecanla sordu Elrin. Basit bir kulak misafirliğinin onları hedeflerine ulaştıracağını hiç ummazdı. Fakat Bruma’da olduğu gibi şans bir kez daha Elrin’in yanındaydı.
     
Ancak Argonian’dan gelen cevap tadını kaçırmıştı.
“Öyle.” dedi Teinaava düşünceli bir şekilde. “Sorun şu ki, orası labirentten farksızdır.”
“Yani?”
“Elrin, geçidi bulmamız haftalarımızı alır. Bulduğumuzda da hedefin çoktan idam edilmiş olur.”
“Ne yapmamızı önerirsin?” diye sordu Elrin. Duydukları hoşuna gitmemişti.
    
Teinaava yatağına uzandı.

“Bilmem. Yarın araştırırız. Kör topal karanlığa dalacak halimiz yok ya.”
    
Elrin araştırmayla vakit kaybetmek istemiyordu. Merkez Şehir’den bir an önce kurtulmalıydı. Eğer şehirde biri onu tanırsa zindanı boylaması işten bile değildi. Çantasını açtı ve içinden deri zırhını çıkarttı.
    
Zırhı giyerken Teinaava oralı bile olmadı. Gözlerini kapatmış uyuyor numarası yapıyordu. Bilmediği, Elrin’in özel yeteneğiydi. Teinaava’nın kaygılı ruh hali tamamen uyanık olduğunun kanıtıydı.

“Teinaava uyanıksın.” dedi Elrin kukuletasını başına çekerken. “Gelmeyecek misin? Ben kanalizasyona giriyorum.”

Teinaava doğruldu ve çantasını karıştırmaya başladı.

“Bruma’yı nasıl karıştırdığını anlamış olduk böylece kardeşim.” dedi gülerek. “Bir suikastçı için fazla sabırsız ve acelecisin. Dediğin gibi olsun.”

Pansiyonun girişinde kimsecikler yoktu. Anlaşılan Luther bodrum katında biraz önce işlenen cinayetin izlerini örtmekle meşguldü. İyi haber! Gereksiz sorularla uğraşmalarına gerek kalmamıştı. Kapıyı sessizce açıp dışarı çıktılar.
    
“Saklan!”
    
Teinaava hızlı bir hamleyle Elrin’i kolundan tuttuğu gibi köşeye çekti. İki kişi sokağın ortasında durmuş çevreyi kolaçan ediyorlardı. Ay ışığında parlayan Claymore ise kimliklerini ifşa ediyordu. Bu kişiler Kvatch Kahramanı ve Baurus’tan başkası değildi elbet.
    
“Kardeşim lütfen planının bu olmadığı söyle.” dedi Teinaava kaygıyla.

Elrin kolunu kurtarmaya çabalıyordu. Nedense Argonian onu tutmaya devam ediyordu. “Kolumu bıraksana, ne olmuş yani? Evet, onları izleyeceğim kardeşim.”
    
“Çok riskli.” dedi Teinaava fısıldayarak. “Vazgeç bu işten. Başka bir yol buluruz.”
“Yolu biliyorlar Teinaava! Anlamıyor musun?” diye patladı Elrin. “Yapmak zorundayım!”
“Sakin ol.”
“Sakinim ben!”
    
Pullu parmakları ağzının üzerinde hissettiğinde midesi tersyüz oldu. Argonian telaşlı gözlerde sokağın öbür ucuna bakıyordu. Adamlar Elrin’i duymuş olabilirlerdi. Çünkü Baurus gözlerini kısmış onların bulundukları yere bakmaktaydı. Bir süre izlemeye devam etti.
    

“Ne oldu Baurus?” diye sordu kuzeyli. Eli kılıcına gitmişti.
Baurus omuz silkerek, “Mühim değil. Köşeden sesler duydum sanki.”
“Dilencidir.” dedi diğeri. “Bence bize bulaşmadan gidelim. Dilencilerle uğraşacak vaktimiz yok.”
    
Teinaava tehlike geçene kadar Elrin’in ağzını kapalı tutmaya devam etti. Elini çekerken, “Az daha yakalanıyorduk. Ucuz kurtulduk.”
    
“Hadi gidelim.” Elrin kararlıydı.
“Tamam, sanki başka çarem varmış gibi.” diye söylendi Teinaava. “Ama yinede söyleyeyim Elrin. Kuzeyliye buluşma fikri hiç hoşuma gitmiyor. Hem de hiç!”
“Merak etme Teinaava.” diyerek ona güven vermeye çalıştı Elrin. “Onları sadece kısa bir süre izleyeceğiz. Geçit’in olduğu yere gittiklerine eminim.”
    
Elrin mermerin soğukluğuyla düşüncelerinden sıyrıldı. Yaptığı hatayı kendisine hatırlatıp durmasının bir manası yoktu.
    
“Üzgünüm.” dedi Elrin karamsar bir şekilde. “Seni bu belaya ben soktum.”
Argonian yine cevap vermemişti.
“Bana hala kızgınsın değil mi?” diye sordu Elrin acı bir gülümsemeyle.
Cevap gelmedi.
    
Elrin aynı yerden yediği ikinci darbeyle yeniden bayıldı.

                                                                       ***

Uyandığında –ki uyanmayı beklemiyordu- ilk fark ettiği şeyler ağrısı iki katına çıkmış olan başı ve yattığı zemindi. Mermer zeminde olacağını düşünüyordu ama yattığı yer yumuşacıktı. En azından soğuk mermere göre. Uzuvlarını hareket ettirmeye çalıştı. Hareket ettiremedi, fakat sebebi ipler değildi. Üzerinde ki kırılganlıktan olsa gerek kollarını hareket ettirirken kasları sancıyordu. Ayakları çıplak olduğundan üşüyordu. Ayrıca zırh giymiyordu, burnuna gelen berbat kokuya bakılırsa üzerinde paçavralar vardı. Elini bin bir zorlukla beline götürdü.
     
Gözleri fal taşı gibi açıldı. Woe olması gereken yerde değildi, tıpkı Elrin gibi.
    
Ayağa kalktığında gördüğü manzara yüreğini ağzına getirdi… Sağlam taşlardan örülü dört duvar, köşedeki iğrenç lazımlık, duvarlardan sarkan zincirler, tepede ışığın içeri girdiği minik bir pencere, kokuşmuş yer yatağı ve köşede duvara yaslanıp oturan karamsar yüzüyle Teinaava. Tedirginlikle, korkarak, görmeyi hiç istemediği son yapboz parçasını da yerine yerleştirdi. Demir parmaklıklar!
    
Elrin olması gereken yerdeydi aslında, ama olmaması gereken şekildeydi. Kollarında ki ağırlığın sebebi de böylece belli olmuştu. Mahkûmiyetini belgeleyen iki demir pranga.
    

Tam Teinaava’ya dönmüştü ki yukarıdan duyduğu kapı sesiyle irkildi. Korkusunu arttıran ayak sesleriyse onların bulunduğu hücreye doğru geliyor gibiydiler. Elrin duvara sindi.
    
Gardiyan hücrenin önünde durdu. Pis bakışlarla onları bir süre süzdükten sonra Elrin’e hitap ederek “Sen, bücür!” diye gürledi. “Yaklaş!”
    
Elrin’in söyleneni yapmaktan başka çaresi yoktu. Parmaklıklara yaklaştı. Daha kötü ne olabilirdi ki?
    
Gardiyan, “Korkmayın şu anda size zarar veremez” dedi, sol tarafına doğru. “Lütfen, sizin tanıklığınıza ihtiyacımız var.”
    
Yaşlı bir adam gardiyanın yanına geldi ve Elrin’i ürkek gözlerle süzdü. Elrin kendine hâkim olmaya çalıştı. Adamı tanıyordu. Tüccarlar Hanı’nın sahibinden başkası değildi.
“Bu gördüğün suçlu geçen ayki cinayeti işleyene benziyor mu?” diye nazikçe sordu gardiyan.
“Ben tam emin değilim efendim.”
“Lütfen, dikkatli bakın. Bize verdiğiniz eşkâle fazlasıyla uyuyor çünkü.”

Hancı, Elrin’e daha bir dikkatle baktı. Elrin kendine hâkim olmaya çalışıyor olsa da kin dolu bir bakış fırlatmaktan kendini alıkoyamadı. Büyük hata! Adam cesurca, “Evet, hatırlıyorum. Saçını kesmiş! Bu o pislik!” diye bağırdı.
    
Gardiyan istediğini almıştı, muzaffer edasıyla hancıya dönüp, “Teşekkür ederim, lütfen arkada ki sandalyeye oturun. Birazdan sizi buradan çıkaracağım.” dedi.

Sonra Elrin’e sırtını dönüp hemen karşıdaki masadan birkaç nesne aldı. Adam elindeki iki nesneyi Elrin’e doğru tutarak “Bu bıçaklar sizden çıktı” dedi ve devam etti. “Pek nadide şeylere benziyorlar. Üstelik birer örnekler. Nereden çaldınız?”
    

Elrin tanığın ifadesinden sonra her şeyin bittiğini düşünmüştü. Hayır! Daha yeni başlıyordu. Meydan okurcasına gardiyana baktı. Teinaava’dan destek alması iyi olurdu ama Argonian tükenmiş olmalıydı. Olduğu köşeden kıpırtı dahi gelmiyordu.

“Nereden çaldınız?” diye sordu gardiyan, bıçakları Elrin’in yüzüne doğru sallayarak.
“Onları çalmadılar Fletus!”
   
Hapishanede onlar hariç bir kişi daha vardı. Sağ taraftaki hücresinin parmaklıklarına yaslanmış en başından beri olanları izliyordu. Koyu renk teni hücresinin gölgesinde yitip gitse de, kırmızı gözbebekleri bıçakları süzüyordu.
    
Hedefleri birkaç metre ötelerinde ulaşılması imkânsız bir yerdeydi.

“Ne oldu Valen!” diye alaylı bir şekilde sordu gardiyan. “Bu bıçaklardan da mı haberin var?”

Dunmer soğuk bir kahkaha attı. Elrin biraz sonra duyacaklarını çok iyi bildiğinden Teinaava’nın oturmakta olduğu duvar kenarına çekildi.

“Elinde tuttuğun bıçaklar eşsizdir. Her yerde göremezsin. Çalabileceğin nesneler değiller.”
“Hadi canım!” diye güldü gardiyan.
    
Bir kahkaha daha.

“O bıçakları sadece Karanlık Kardeşlik üyeleri taşıyabilir!”

Gardiyanın şok içinde duvar kenarındaki ikiliye baktı. Valen’in söyledikleri hazmetmeye çalışıyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu