Makale

Karanlık Kardeşlik – Bölüm 17

“Hmm, demek Azizler Hanı?”
“Evet, orada kalacağım.” dedi Elrin karşısındaki muhafıza kibarca. “Fiyatlarının makul olduğunu duymuştum da.”
“Sağ tarafta.” dedi muhafız eliyle dar sokağı göstererek. “İyi geceler.”
“Size de.”

Muhafıza yol sormak garip bir tecrübe olmuştu. Merkez Şehir’inde rahatça dolaşmak, bu da yetmezmiş gibi onu tutuklayanlara danışmak Elrin’in tuhafına gidiyordu. En azından dertlerin biri eksildi diye düşündü.

Lucien Lachance ona bugüne kadar ki en zorlu görevini vermişti. Hırsızlar Loncası’na sızıp anahtarı geri alması gerekiyordu. Teinaava’nın anlattıklarından sonra Lucien’e olan güveni sarsılmıştı, fakat yine de ona ve Kardeşlik’e borçlu olduğunu düşünüyordu. Aklına Konuşmacı’yla ilk karşılaşması geldi. Dilencilerin, evsizlerin arasındayken ona yeni bir hayat sunmuştu. Yatacak bir yatak vermişti. Handa cinayet işleyip işlemediği çok da önemli değildi. Sonuçta Rufio, Baenlin ve Scar-Tail onun ellerinde can vermişti. Kendi seçimleri, kendi kaderi… Bir başkasının ki değil.

Azizler Han’ı tıklım tıklımdı. Hanın iki ucuna yerleştirilmiş masalarda insanlar ellerinde biralarıyla günlük dedikoduları paylaşıyorlardı. Ortama hakim olan bu keşmekeş Elrin’e Tüccarlar Hanı’nı hatırlatmıştı. Fakat bu kez farklı olarak kimse onu umursamıyor gibiydi. Tüccarlar Hanı’nın aksine bar sakinleri tarafından göz hapsine alınmamıştı. Karşıda tezgahın arkasında uzun boylu, esmer bir adam hemen önündeki bar taburelerinde oturanların içkilerini tazelemekle meşguldü.  

Burayı Ongar’dan duymuştu. Teinaava da handa bazı lonca üyelerinin takılıyor olabileceğini söylemişti. Elrin’de nereden başlayacağını bilmediğinden aklına hanı kolaçan etmekten daha iyi bir fikir gelmemişti. Tezgaha sokuldu ve hancının işini bitirmesini beklemeye başladı.

Hancı, Elrin yaklaştığında göz ucuyla bir bakış fırlatmıştı. Birayla dolu bardakları müşterilerine uzatırken potansiyel müşterine seslendi:

“Hana hoş geldin yabacı. Sana ne ikram edelim?”
Elrin ilk başta kendisine hitap edildiğini algılayamamıştı. Hancının beklentiyle ona baktığını görünce toparlanmaya çalışarak, “Eee, şarap iyi olur aslında.” dedi.
“Hemen hazırlıyorum.” dedi hancı arkasında duran şarap fıçısına dönerken. Fıçının yanına istiflenmiş büyük kadehlerden biri aldı ve keyifle doldurmaya başladı. Elrin’in içkisini doldururken aynı zamanda taburelerde oturan müşterileriyle de sohbet ediyordu.
“Al bakalım,” dedi hancı şarabı Elrin’e uzatırken. “Başka bir isteğin var mıydı?”
“Şehre yeni geldim.” dedi Elrin şarabını yudumlarken. Şarap enfesti. “Boş odanız varsa, handa gecelemek isterim. Bu arada şarabınız harika. Yorgunluğumu söküp attı.”

Hancı kahkaha attı. “Teşekkür ederim yabancı. Duydun mu Armand? Şarabımın hakkını veren biri çıktı sonunda.”
“Ben birayı tercih ediyorum Willet kusura bakma.” diye karşılık verdi Elrin’in bir kaç tabure uzağında oturan adam.  Aynı hancı gibi o da esmer ve uzun boyluydu. Fakat Armand diğerine göre çok daha gençti. Kahverengi saçları başının arkasında at kuyruğuyla toplanmıştı. Bu sayede geniş, sağlıklı yüzü tamamen açığa çıkmıştı. Saçlarıyla neredeyse aynı renkte olan gözleri alkolün etkisiyle hafiften kanlanmıştı.

Elrin içkisini bitirdiğinde hancı Willet kadehi önünden aldı.
“Yenilememi ister misin elf dostum?”
“Tabi neden olmasın?” dedi Elrin dalgın bir şekilde.
“İçmek için sebeplerin var anlaşılan.” dedi hancı kadehi tazelerken.
Gerçekten de vardı. Hızsızlar Loncası’nı bulması gerekiyordu ama bunu nasıl yapabileceği hakkında en ufak fikri bile yoktu.
“Buyur şarabın.” dedi Willet kadehi uzatarak. “Bu arada oda bakındığından bahsetmiştin ya, sanırım bir tane vardı. Odayı hazırlamamızı ister misin?”
“Ha? Tamam, tutuyorum.” diye cevapladı Elrin. Willet, elfin dalgın ruh halini fark etmişti.
“Bir şeyin yok ya dostum?” diye sordu kaşlarını çatarak.
“Yok önemli bir şey değil.” dedi Elrin. “Sadece şehre geldiğimde her yerde arama ilanları gördüm, ona aklım gitti bir an.”
Hancı soran gözlerle ona baktı.

“Kim bu Gri Tilki?” diye sordu Elrin. “Ne bileyim, nereye dönsem, hangi sokağa adımımı atsam onun yüzüyle karşılaştım.”
Willet bir an durakladı. Az önce çattığı kaşları aniden alnının en tepesine vardı.
“Pek üstünde durulacak bir şey değil. Bizim gözcü kaptanı Lex’in saplantısı işte. Sözde bütün ülkede hırsızları kontrol eden gizemli bir lider var, adı da Gri Tilki. Sorsan bütün evsizler adamın hayranı. Saçmalığın daniskası.”
“Sen bunu neden kendine dert edindin yabancı?”

Soru konuşmalarını dinleyen Armand’dan gelmişti. Soruyu büyük bir ciddiyetle sormuştu.
“Ben sadece bir yabancıyım.” dedi Elrin. “Merak ettim.”
Armand bir süre daha kuşkuyla Elrin’i süzmeye devam etti.
“Ben odama çıksam iyi olacak.” dedi Elrin gergin bir sesle. “Şarap için teşekkür ederim.”
“Bir şey değil.” dedi hancı.
Elrin merdivenleri tırmanırken Armand’ın gözlerinin kendi üzerinde olduğunu biliyordu. Ruhunu sezmişti, Armand bir anlığına paniklemişti.

“İyi başlangıç” diye geçirdi içinden.

                                                                          ***

Yatağa uzanmış uyumaya çalışıyordu. Fakat zihni öylesine doluydu ki uyuması imkansız gibi görünüyordu.
Armand adlı adamın ruhundaki ani dalgalanma Elrin’i umutlandırmıştı. Her şeye rağmen küçükte olsa bir ipucu vardı. Yüksek ihtimalle bir lonca üyesiydi. Elrin daha fazla bilgi edinebilmek için oracıkta adamın üzerine oynamak isterdi fakat dikkat çekmek istemiyordu. Bu istediği son şeydi.

Dalmaya çalışırken Vicente’nin odası bir kez daha zihnini işgal etti. Lucien Lachance çömelmiş yerdeki kesik başı inceliyordu. Dalıp gitmişti. Elrin ve Teinaava şaşkın bir biçimde  Konuşmacı’ya bakıyorlardı.

“Anahtarı geri almamız gerekiyor.” dedi Lucien sonunda. “Anahtar kutsaldır. Başka şansımız yok!”
“Efendim bunu nasıl yapacağız?” diye sordu Teinaava.
“Galiba M’raaj-Dar’ı dinlemiyordun.” diye tersledi Lucien. “Elrin’den bir haber olmalılar. Bunu kullanabiliriz.”
“İyide karargahlarının İmparatorluk Şehri’nde olduğu bilgisinden başka hiç bir şey yok elimizde.”
“Bunu nereden öğrendin Teinaava?” diye sordu Lucien. “Neden anlatmadın?”
“Şehre girerken sorun yaşadık efendim.” diye atıldı Elrin. “Bana daha önce Bruma’dayken eşlik eden bir tüccar vardı. Bize muhafızları atlatırken yardım etti. Teinaava ondan şüpheleniyor.”
“Bu şüphenin sebebi ne Teinaava?”

Teinaava sıradan bir konudan bahsedercesine, “Lonca üyelerinin bazılarının şehrin güneyinde ki Azizler Hanı’nda takıldığı hakkında dedikodular vardı. Bu yüzden heriften şüphelendim.”
“Sizin kimliğinizi bilmiyordur umarım.” dedi Lucien sorgular bir tavırla.
“Hayır efendim, bizim tüccar olduğumuza inanıyor.” dedi Elrin. Ongar’ın, Teinaava’dan kaçarcasına yanlarından ayrıldığından bahsetmeye gerek yoktu.

“Bu adamlar bizim ilkelerimizi, bizim geçmişimizi hiçe saydı. Sithis’e ve Gecenin Annesi’ne yapılan bu aşağılık eylemi görmezden gelemem.” Lucien durakladı. Gözlerinde karanlık bir parıldı vardı. “O Gri Tilki denen p*ç bunu ödeyecek.”
“Elrin o herifi bulmanı istiyorum, onun aldığı her nefes Kardeşlik’e bir hakarettir.”
“Tam olarak ne yapmamı istiyorsunuz efendim?”
“Aralarına sızmanı, Gri Tilki’nin ve anahtarın yerini saptamanı istiyorum. Tek yol bu.” dedi Lucien.
“Yarın yola çıkıyorum.” dedi Elrin kararlı bir sesle. Artık Kardeşlik’ten ayrılmayı düşünmüyordu. Tal’ın ona sarılışı hala aklındaydı. Teinaava, Ocheeva, Vicente, Gogron, Marie. Lucien onu kandırmış olabilirdi ama Cheydinhall’daki tapınak hala onun eviydi.
“Bu bir kontrat değil Eleyici Elrin. Bu bir savaş!”

                                                                            ***

Elrin, heybetli ejderha heykelinin kenarına oturmuş kara kara düşünüyordu. Bütün gün Merkez Şehri’nin sokaklarını arşınlamış ve eline geçen koca bir hiç olmuştu. Hancı Willet evsizlerin Gri Tilki’ye olan hayranlıklarından bahsetmişti. Armand’ı bulamadığından o da şehirde rastladığı evsizleri, dilencileri sorguya çekmişti. Biraz altın vererek bazılarını konuşturmuştu ama söyledikleri tutarsız ve ipe sapa gelmez şeyler olmuştu. Olan Elrin’in altınlarına olmuştu.

Vakit gece yarısına yaklaşıyordu. Elrin morali bozuk bir şekilde oturduğu yerden kalktı ve hana doğru yürümeye başladı. Yarın yine deneyecekti, hem belki de Armand denen herif handaydı. Elrin, onun Hırsızlar Loncası’nın bir üyesi olduğundan adı gibi emindi. Bunu sezmişti.

Yalnız olmadığını Tapınak Bölgesi’ne girdiğinde fark etti. Biri onu takip ediyordu. Hızla arkasına dönerken eli otomatikman Woe’nin kabzasına gitti.

Dişi bir Dunmer sakin adımlarla ona doğru yürüyordu. Gümüşi saçları o kadar kirliydi ki ay ışığı sadece belli kısımlarını aydınlatabiliyordu. Dilenciye benziyordu, fakat kırmızı göz bebeklerinde ki kararlılık görüntüsüyle çelişiyordu. Adımlar yaklaştı.

“Bir şey mi vardı?” diye sordu Elrin aldırmaz bir tavırla.

Kadın konuşmadı. Sıkıca kapalı tuttuğu sağ elini Elrin’e uzattı. Bir parşömen parçası büzülmüş bir şekilde avucundan taşıyordu. Elrin tedirginlikle parşömeni aldı. Kadın sırtını dönüp tek bir kelime dahi etmeden uzaklaştı. Elrin, kadın köşeyi dönüp gözden uzaklaşınca hemen parşömeni açtı.

“Gece yarısı Su Kıyısı’nda ol.”

Çok fazla zamanı yoktu. Elrin delicesine Su Kıyısı’na doğru koşmaya başladı.

Yeniden burada olmak çok manidardı. Elrin buraya sığındığı günü dünmüş gibi hatırlıyordu. Evsizlerin arasına kıvrılmış ve bu varoş mahallede muhafızların onu bulamaması için dua etmişti. Şimdi yine Su Kıyısı’ndaydı ama bu sefer amacı tamamen farklıydı. Etraf tamamen sessizdi.

“Yürü bakalım yabancı.”
Kulağının dibinde duyduğu fısıltı onu korkudan öldürüyordu. Hazırlıksız yakalanmıştı. Neden birileri onu sürekli takip etmek zorundaydı ki?

Duyduğu ses Armand’a aitti. Adamın yüzünde herhangi bir ifade yoktu. Tepkisizdi. Karanlığın içinde, dökülmekte olan bir evin bahçesine kadar yürüdüler. Armand elinde sopaya benzer bir şey tutuyordu. Elrin bu yüzden tetikteydi, sağ elini beline yakın tutuyordu. Sonra Armand eski dilde bir kaç sözcük mırıldandı. Bir kaç kıvılcımın ardından Elrin’in silah olduğunu düşündüğü şey onları aydınlattı. Elrin biraz rahatlamıştı, ‘Sadece meşaleymiş.’ dedi kendi kendine.

“Neden Gri Tilki’yle ilgileniyorsun yabancı?” Armand konuya direk girmişti. Elrin biraz şaşırmıştı. O da amacını direk söylemeye karar verdi.
“Çünkü loncasına katılmak istiyorum.”
“Loncaya katılmak mı?” diye güldü Armand. “Söylesene seni neden loncaya alsın ki? Daha önemlisi (ters ters bakarak) sana neden güvenelim ki?”
“Ben güveninizi istemedim, güven kazanılan bir şeydir.” diye cevabı yapıştırdı Elrin.

Armand, Elrin’e doğru bir adım attı. Aralarında ki mesafe kısalınca boy farkı da iyice kendini belli etmişti. Lakin Elrin adamdan zerre kadar korkmuyordu. Armand kahverengi gözlerini Elrin’inkilere dikti.

“Bizler Gri Tilki’nin takipçileriyiz. Ben onun temsilcisi Armand Chistopher. Beni buldun yabancı, inan bu bile önemli bir şeydir.”
“Anlamadım?” diye sordu Elrin şaşırarak.
“Seni loncaya alabilme yetkisine sahibim.” diye cevapladı Armand. “Demek bize katılmak istiyorsun. Tamam, sana şans vereceğim yabancı.” Sonra başını bahçenin duvarlarının olduğu bölüme çevirdi. “Methredhel orada mısın?”
Gölgelerin arasından başka bir gölge kıpırdandı.

“Buradayım Armand.” dedi gölge. Ses bir kadına aitti. Elrin gölgenin meşaleye yaklaşarak kayboluşunu izledi.

Methredhel bir orman elfiydi. Tıpkı Elrin gibi. Kırmızıya çalan kahverengi saçları yanlardan yüzünü açması için bir sıra örülmüştü. Yüzündeki ifade son derece sert olmasına rağmen sanki onu daha da güzelleştiriyordu. Saçlarıyla uyumlu gözleri parıldıyordu. Boyu Elrin’den bir kaç santim uzundu. Biçimli vücudunu saran deriden yapılma giysiler giyiyordu. Elrin kadına o kadar dikkatle bakıyordu ki bu davranışının farkına vardığında utancından kıpkırmızı olmuştu.

“Dikkatini bana ver istersen.” dedi Armand sertçe. Elrin yerin dibine battığını hissetti. Methredhel ise tek kaşını havaya kaldırarak burnundan küçümsercesine bir ‘hıh’ sesi çıkarttı.

“Evet, dinliyorum.”
“Seni loncaya alabilmem için yeteneklerini sınamam gerekiyor.” diye söze başladı Armand. “Senden Amentius Allectus’un güncesini istiyorum. Gün doğana kadar vaktin var.”
“Ama-“
“Bunlar maymuncukların.” diye Elrin’in sözünü kesti Armand. Elinde beş adet maymuncuk vardı ve Elrin’in almasını beklercesine avucunu sallıyordu. Elrin maymuncuklara uzandı. “Dilenciler size bilgi satacaktır. Bu size vereceğim tek ipucu.”
“Bize mi?” diye sordu Elrin. Gözlerini yeniden Methredhel’e dikmişti. Onunla mı yarışacaktı. İyide bu adil değildi ki!
“Bize katılmak istiyorsan bizimle yarışmak zorundasın.” diye Elrin’in dile getirmediği soruyu cevapladı.
“Pekala.” diye durumu kabullendi Elrin.
“Unutmadan.” diye Elrin tam gidecekken Armand onu durdurdu. “Test sırasında kimseyi yaralamayacaksın ve ya öldürmeyeceksin. Bizler hırsızız, katil değil.

Ya, ne demezsin!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu