Karanlık Kardeşlik – Bölüm 23
Ölümün soğukluğunun esir aldığı bedeni çürümeye bırakmak istemiyordu. Yeniden canlansın, yürüyebilsin, konuşabilsin istiyordu. Yaklaşık yedi saattir ikizinin bedeni başında yas tutan Elrin, umutsuzca Tal’ın geri gelmesini bekliyordu. Göz kapakları aralıksız dökülen gözyaşları nedeniyle şişmişti. Diz kapaklarıysa sert zemine dayanmaktan hissizleşmişlerdi. Boğazında ki derin kesikle can veren kardeşinin duyduğu acının yanında çok da önemli sayılmazlardı.
Bunu yapanın kim olduğunu umursamıyordu. Bu cinayeti gerçekleştiren kişi zerre kadar önemli değildi. Nasıl olsa öğrenirdi ve hayatını sonlandırırdı. Elrin, her şeyin kendi suçu olduğunu biliyordu. Tüm olanlar onun suçuydu. Korkak bir Orman Elf’inin. Yıllar önce yaptığı hatayı yapmamış olsaydı, kardeşi şu an hala hayatta olabilirdi. Belki evlenirdi ve çocukları olurdu. Ormanın derinliklerinde ki köylerinde mutlu olurdu.
Kan bulaşmış ellerini kardeşinin alnına koydu ve onu şefkatle okşadı. “Üzgünüm Tal, her şey için üzgünüm.” dedi çatallaşmış sesiyle.
Sayıklamaya devam ederken omzuna birinin dokunduğunu hissetti. Onu kavrayan elin pullu derisi sahibini ele veriyordu.
“Kardeşim onu götürmemiz gerekiyor.” dedi Teinaava.
Elrin başını çevirip hüzünle Teinaava’ya baktı. Koyu gözler acısını paylaşır gibi hüzünlü bakıyordu.
“Ona ne olacak?” diye sordu Elrin.
****
“O iyi bir suikastçıydı.” dedi Teinaava. “Bedeni yakılacak ve külleri tapınağın altında ki atalarımızın yanına konulacak.”
“Hayır.” diye karşı çıktı Elrin. “Bunu yapmanızı istemiyorum. Küllerini ben alacağım ve onları ait olduğu yere götüreceğim.”
Teinaava karşı çıkacak gibi olsa da bundan vazgeçti:
“Ait olduğu yer neresi Elrin?”
“Ailemizin mezarı kardeşim, ait olduğu yer orası.”
“Anlıyorum kardeşim.” dedi Teinaava halden anlar bir tavırla. “Tamam, Kara El’e isteğini iletiriz. Karşı çıkacaklarını sanmıyorum. Ama hadi biraz toparlan, birazdan Telaendril ve Caelia’yı götüreceğiz.”
Elrin cevap vermedi. Ağır hareketlerle kardeşinin cesedinin başından kalktı ve elini, yüzünü temizlemek için yatakhane bölümüne doğru gitmeye başladı.
“Üzgünüm kardeşim.” dedi Teinaava arkasından.
Elrin ve tapınak ahalisi Cheydinhal’un altına kazılan yer altı tünelinde ellerinde meşalelerle yürüyorlardı. Elrin, Gogron ve tanımadığı iki Kardeşlik üyesiyle beraber bir yandan da Tal’ın bedenini taşıyordu. Tal’ın boynu yaranın kapanması için beyaz bir bezle sarılmıştı ve gözleri kapatılmıştı. Ellerini göğsünün üst bölümünde kavuşturur bir vaziyette yattığından rahatlıkla uyuyor sanılabilirdi. Bıçağı ise yine ellerinin kavuştuğu yere konulmuştu. Elrin bıçağın ismini hiç sormadığını fark etti. Aslında düşününce ona sormak istediği o kadar çok şey aklına geliyordu ki.
Ama bunların hepsi boğazınla tıkılıp kalmıştı, Tal soru soramayacağı kadar uzaktaydı. Sağ elinde tutuğu meşalenin parlak alevleri yanaklarından aşağıya süzülen gözyaşlarını aydınlattı.
Caelia’yı Draconis ailesi taşıyordu. Teinaava, ailenin tamamının Kara El’e mensup olduğundan bahsetmişti. Aile Kardeşlik içinde ki hiyerarşide en yüksek basamaklarda bulunuyordu. Bu nedenledir ki onun ölümü tüm Kardeşlik’i sarsmıştı. Düşmanların arada kendilerinden birini öldürmeleri şaşılacak bir iş değildi. Malum kontratlar her zaman ölüm riski taşırdı. Fakat söz konusu görevde olmayan bir suikastçı ve Kara El’e bağlı bir şehir kaptanının ölümü olunca fısıltılar her yerden yükselir olmuştu.
Gruba öncülük eden ve en önde yürüyen Vicente ve Ocheeva ikilisi tünelin sonuna geldiklerini belirterek herkesi durdurdular. Elrin yolun bittiği yere baktığında kapı olmadığını gördü. Tıpkı etraflarını çevreleyen toprak duvarlar gibiydi tünelin sonu.
Vicente toprak duvarı eşelemeye başladı. Bir süre sonra eski püskü manivela benzeri kapı kolu ortaya çıkmıştı. Kolu çekti önlerinde ki duvar boğucu toz dumanı eşliğinde açıldı.
Tünelden çıktılar ve hüzünlü yürüyüşlerine Farragut Kalesi’nin harabeleri arasında devam ettiler. Dökülmüş taş surlar yolun ortasına saçılmıştı. İç surların dibini yabani otlar sarmıştı. Hatta birkaç ağaç bile vardı. Kale yüzyıllar önce yaşanmış bir savaş sırasında yıkılmış ve tek edilmişti. Şimdilerde Kardeşlik tarafından önemli ayinler için kullanılıyordu.
Kalenin avlusunda başka bir kalabalık bekliyordu. Hepsi siyah cüppe giymişti. Ölülerin yakılacağı odun yataklarının önünde durmuşlardı. Kara El ölenlerin bu son yolculuğunda onları yalnız bırakmamıştı. Elrin vakti zamanında kendisini sorguya çeken, aralarında Lucien’in da bulunduğu birkaç kişiyi hemen tanısa da biri fazlasıyla dikkatini çekmişti.
Kara El üyelerinin tam ortasında duruyordu. Boyu Elrin ile neredeyse eşitti. Şimdi meşaleler sayesinde diğer hatlarına dair detayları da görebiliyordu. Sivri yüz hatlarına sahipti, kulakları uzun ve sivriydi. Bir Orman Elf’i! Zekâ fışkıran hafiften çekik mavi gözleri vardı. Uzun, kahverengi saçları omuzlarına dökülüyordu. Yeşil renkte değerli taşlarla süslü bir yelek ve hemen ardına yine aynı renge sahip bir elbise giymişti. Kadifeden yapılma kahverengi ayakkabıları vardı.
Elrin Kardeşlik içinde Tal ve kendinden başka bir Orman Elf’ine hiç rast gelmemiş olduğundan şaşırmıştı. Ama onu asıl şaşırtan Vicente ve Ocheeva oldu. Bekleyenlerin yanına geldiklerinde ikisi de diz çökerek adamın önünde eğildiler ve bir ağızdan “Çok yaşa büyük Dinleyici!” dediler.
Elf, ikilinin yanına geldiğinde Elrin şaşkın bir biçimde onu izlemeye başladı. Bir Orman Elf’i Karanlık Kardeşlik’in en üst kademesindeydi. Şimdi sırtına konuşlandırdığı gümüş yayı ve okları da görebiliyordu. Dinleyici ellerini Ocheeva ve Lucien’in omuzlarına koydu:
“Kalkın kardeşlerin saygı ve hürmet göstermenin sırası değil.” dedi. Sesi genç yaşına rağmen gür ve temizdi. Saygı uyandıran bir havası vardı. “Ölen kardeşlerimizi getirin.” diye ekledi Elrin’in bulunduğu tarafa seslenerek.
Cenazeleri dikkatle taşıyıp yakılacakları odun yataklarının üzerine koydular. İşlerini bitirdiklerinde Dinleyici yağın dökülmesini emretti. Birazdan üçüncü emir de verilecekti ve Elrin kardeşinin ruhundan sonra bedenini de kaybedecekti.
Dinleyici meşalesini indirdi ve odunlar iç burkan bir sesle çıtırdamaya başlarken Elrin gözlerinden bir kez daha yaşların boşaldığını hissetti.
“Kendine gel kardeşim.” dedi fark ettirmeden yanına gelen birisi. Elrin başını kaldırıp baktığında Dinleyici’yi karşında bulmuştu. “Yas tutma zamanında değiliz.”
“Özür dilerim efendim.” dedi Elrin gözlerinde ki yaşları silerek.
“Özür dilemesi gereken sen değilsin Elrin.” dedi Dinleyici buz gibi bir sesle. “Güçlü kal yeter.”
Sonra da yanmakta olan ölülerin başında toplanan diğer Kardeşlik üyelerine dönerek:
“Kardeşlerim!” diye konuşmaya başladı. “Bu gün aramızdan ayrılan çok değerli iki üyemizin üzüntüsünü yaşıyoruz. Gecenin Annesi bana duyduğu acıdan bahsetti. Fakat aynı zamanda bu zor zamanda güçlü kalmamızı da öğütledi. Düşman bize hiç bu kadar yakın olmadı, bir daha bunu yaşamak istemiyorsak tedbiri elden bırakmamalıyız.”
“Birkaç ay önce tapınağımızdan çok değerli bir nesne çalındı. Kimin yaptığını çok bilmemize karşın bu yardımsız yapmalarına olanak yoktu. Hain bulundu ve cezasını çekti. Sonra çalan bulundu ve cezasını çekti.”
Elrin kalabalığın dikkatinin kendi üzerinde olduğunu hissediyordu. Gri Tilki’nin maskesiyle dönüşü elbette büyük bir şeydi onlar için. Planın tutması sevindirici olsa da hemen ardından gelen ölümün şoku daha ağır basıyordu.
“Şimdi tehdit bir öncekinden daha büyük. Bizi biliyorlar. Burada bulananlardan biri Kardeşlik’e ihanet etti. Bu sayede Leyawiin birlikleri iki kardeşimizi infaz etti. Bu kişi şu anda içimizde saklanıyor ama onu temin ederim bu uzun sürmeyecek. Kaderi bu iki kardeşimizin yaşadıklarıyla aynı olacak.”
Dinleyici konuşmasını bitirdi ve kalabalığın arasına karıştı. Alevler göğe yükselirken Elrin için bunlardan hiç biri önemli değildi. İntikamla yanıp tutuşmayı beklerdi fakat öyle büyük bir vicdan azabı hissediyordu ki bu kavram onun için bir şey ifade edemez olmuştu. Kalabalık yanan cesetleri izlerler ve Sithis için dua ederken yanlarından ayrıldı.
“Nereye gidiyorsun genç Eleyici.”
Elrin arkasını döndüğünde Dinleyici’yi gördü. Anlaşılan onu takip etmişti.
“Efendim sizin töreni yönetmeniz gerekmiyor mu?” diye sordu Elrin.
“Senin de ikizinin yanında olman gerekmiyor mu?” diye karşılık verdi. Elrin herhangi bir karşı cevap vermeyince de:
“Gel biraz yürüyelim Elrin.”diye ekledi.
Elrin yalnız kalmayı istese de itiraz etmedi. Karşısında ki reddedeceği birisi değildi. Bir süre konuşmadan harabelerin arasında ilerlediler.
“Adamus Phillida’yı öldürmeni istiyorum.” dedi Dinleyici sakin bir ses tonuyla. “Kardeşini ve Caelia’yı o öldürdü.”
“Ben- ben bunu istemiyorum efendim.” dedi Elrin Dinleyici’ye bakarak.
“İstemek zorundasın! Ben emrediyorum!” diye karşılık verdi Dinleyici. Sonra Elrin’in yüzünde ki ifadeyi fark etti. “Bu senin yapman gereken bir şey Eleyici, sadece senin. Anlamak zorundasın, iki kişiyi kaybettik ve olası tehditleri engellemezsek daha fazlasını kaybedebiliriz.”
“Neden benim yapmam gerekiyor?” diye sordu Elrin. “Kardeşlik’in elinde daha iyi suikastçı yok mu? Neden sadece ben tehditleri durduruyorum?”
“Bir de Orman Elf’leri zeki derler.” diye söylendi Dinleyici. “Sen yapmalısın çünkü şu anda güvenebileceğim kişi sayısı sınırlı. Hala anlamadın mı?
Elrin adama sonunda hak vermişti. İçeride birileri onları avlamaya başlamıştı ve Elrin bunu durdurmak zorundaydı. Çünkü kimseye güvenmiyordu. Ve kardeşi öldürülen Elrin şüpheliler arasında değildi.
“Tamam yapacağım.” dedi kararlı bir sesle.
****
İki hafta sonra, Leyawiin
Elrin gölgelerin arasına karışmış avını takip ediyordu. Artık büyük gündü. Her şey ortaya çıkacaktı. Dinleyici ondan Adamus Phillida’yı bulmasını, sorgulamasını ve en nihayetinde öldürmesini istemişti. Çünkü ikizinin ve Caelia’nın ölümünden sorumlu olan yegâne kişi oydu, emri Phillida vermişti.
Komutanın rutin bir yaşantısı vardı. Peşindeki muhafızlarla beraber sokaklarda devriyelik yapıyordu. Dükkânları geziyor, hanlar da takılıyor ve şehir halkıyla sürekli iletişim halinde oluyordu. Elrin’in ona yalnız başınayken ihtiyacı vardı ve bu hiç olmayacak gibiydi. Yine de moralini bozmamış iki hafta boyunca yaşlı komutanı takip etmişti.
Tek bir açık görebilmişti, gerçi onunda ne kadar açık olduğu tartışılırdı. Akşamları muhafız kulesine dönerken etraf sakin oluyordu ve yanında sadece iki muhafız bulunuyordu. Elrin’in tek şansı buydu.
Woe’yu çekti ve önünde her şeyden habersiz yürüyenlere doğru ilerledi. Yeterince yaklaşınca mesafeyi korudu ve hamlesi için uygun zamanı kollamaya başladı.
“Efendim Caelia’dan hala bir iz yok. Cesedini bulamıyoruz.”
“Peki ya hizmetçiliğini yapan Elf?”
“O da ortalarda yok.”
“Nerede bunlar? Sanki yer yarıldı içine girdiler.” diye söylendi Adamus Phillida.
Elrin konuşmayı güvenli mesafeden hayretler içinde dinlemişti. Bu adam neyden bahsediyordu? Kardeşi ve Caelia’nın katilinin nasıl olur da kurbanlarından haberi olmazdı. Elrin tedbiri elden bırakıp Adamus’a doğru hızla koştu. Muhafızlar tehlike olduğunu sezinleyip ayak sesleriyle beraber kılıçlarını çekip savaş pozisyonuna geçtiler.
“Kardeşimi öldüren sen değimliydin?” dedi Elrin komutana bakarak.
“Ne kardeşi? Sen de kimsin?” diye gürledi Adamus hiddetle. Sonra birden yüz hatları yumuşadı. “Bir dakika yoksa sen?”
Adamus adamlarına “Silahlarınızı indirin!” diye emretti. “Bu Telaendril’in ikizi Elrin.”
“Sen benim adımı nerden biliyorsun?” diye sordu Elrin. Şok üstüne şok yaşamaktan zor konuşmuştu.
“Beni takip et evlat, o bıçağı da kılıfına sok. Sana zarar vermeyeceğiz.”
Elrin bıçağı kılıfına sokmadı. “Hala cevap vermedin?”
Adamus Phillida bir süre Elrin’i süzdü ve sonra da muhafızlarına dönerek, “Yakalayın şunu! Durumu kavrayacak halde değil.”
Muhafızlar onu yakalamak için gelirlerken Elrin hiçbir şansı olmadığını biliyordu. Bıçağını yerine koydu ve ellerini havaya kaldırarak “Tamam, tamam silahsızım.” dedi.
“O zaman çeneni tut ve bizi takip et evlat.”
Komutanın ofisi sade ama şık döşenmişti. Taş duvarla yağ lambaları asılmıştı. Odanın bir köşesinde kitaplık ve onun hemen yanında da bir dolap vardı. Adamus Phillida’nın masası ise kapıdan girince hemen karşılarındaydı. Masanın önünde iki tane sandalye vardı ve bunlardan biri doluydu.
“Onu buldum Ungolim.” dedi Adamus odada ki adama. “Bizi takip ederken kendini ele verdi.”
“Bu kadar geç kalacağını hiç tahmin etmemiştim Elrin. Otur bakalım.”
“Efendim?” Elrin bir komutanın ofisinde herkesi görmeyi beklerdi fakat bu Ungolim denen adamı hiç beklemezdi.
“Şaşırmana gerek yok Eleyici, bu gerekli bir önlemdi.” dedi Dinleyici açıklayarak. “Senin görevinin bu olduğunu sanmaları işimizi kolaylaştırdı.”
“İyi de neden bana da yalan söylediniz Efendim.” dedi Elrin bozularak. “Benim haberimin olması hiçbir şeyi değiştirmezdi.”
“Kendimce sebeplerim vardı Eleyici.” dedi Ungolim sandalyeyi göstererek. “Şimdi otur.”
“Sizde dışarıda nöbet tutun.” diye emretti Adamus. Muhafızlar saygıyla eğilip çekilirken onları tanımıştı.
Zamanında bu iki adam Caelia’nın da muhafızlığını yapıyorlardı. Solda ki Teinaava’yı kan revan içinde buraya getirdiğinde onları tutuklayanla aynı kişiydi.
“Ama aylar önce senden kaçmak için plan yapmıştık.” dedi Elrin. Muhafızı görünce Teinaava ile yaşadıkları macera aklına gelmişti.
“Sakin ol Elrin.” dedi Ungolim. “Caelia ya da bir başkasının Adamus’dan haberi yok.”
“Nasıl yani?”
“Evlat, Kardeşlik ile bir alakam yok!” dedi Adamus miğferini çıkartıp masasına kurulurken. “Ama Ungolim’i iyi tanırım. O yüzden Kardeşlik için çalışıyorum diyebiliriz.”
Elrin hala durumu algılamaya çalışıyordu. Ne var ki bunu yapmak hayli güçleşmişti. Başı iyiden iyiye ağrımaya başlamıştı. Sonunda itiraz edip durmaktan vazgeçti ve kendisine gösterilen sandalyeye oturdu.
“Elrin şoku atlatmaya başladığına göre başla istersen Adamus.”
“Ungolim, değdim gibi onları yataklarında ölü olarak bulduk.” diye anlatmaya başladı yaşlı komutan. “Bende güvenilir bir adamımla onları sizin şu dökülmek üzere olan evin oraya bıraktırdım. Sonra da muhafızlarıma kaçırıldıklarını muhtemelen ölmüş olduklarını söyledim. Adamların hala ceset peşinde koşturup duruyorlar.”
“Kimin yaptığını bilmiyorsun değil mi?” diye araya girdi Dinleyici Ungolim.
“Hayır, maalesef, ama boğazlarında ki kesiğe bakarsak Kardeşlik içinden biri derim ben.”
“Bende öyle düşünüyorum.” diye onayladı Ungolim. “Sandığı açamadınız anlaşılan.”
“Hayır, Elf işini iyi biliyormuş.” dedi Adamus başını sallayarak. “Sandığa büyü yapmış.”
“Zaten dostumuz da bu yüzden burada.” dedi Ungolim, Elrin’e dönerek. “Telaendril sandığı büyüyle korumaya almış. İçimden bir ses onu sadece senin açabileceğini söylüyor.”
“Kardeşim bir sandık mı bırakmış? Nerede?”
Adamus masasının altına eğildi ve küçük bir sandık çıkartarak Elrin’in önüne uzattı.
“Sandıklar genelde kilitlenir, büyülenmez evlat.” dedi Adamus. “Bu kadın bir şeyler saklıyor olmalı.”
Elrin kardeşinin büyü yapabildiğini biliyordu fakat kilidi açacak şeyin ne olduğu hakkında aklına bir fikir gelmemişti. Kilidi incelemek için ellerini uzattığında kilide dokunmasıyla beraber olan oldu.
Etrafındaki her şey sanki üzerlerinde beyaz bir sis varmışçasına soluklaşmıştı. Herkes donmuştu. Zaman bulundukları mekânda geçerliliğini yitirmişti. Elrin sandığa bakıyordu, sandıkta ona. İçinde sadece bir mektup vardı, daha fazlası değil. Elrin elleri titreyerek mektubu aldı ve katlanmış parşömeni açtı.
“Sevgili kardeşim,
Eğer bu mektubu okuyorsan benim ölümüm gerçekleşmiş demektir. Şu anda kendini suçluyor olmalısın, üzgün olmalısın. Geçmişe bakıp kendinden nefret ediyor bile olabilirsin. Lütfen bunu yapma, suçlanacak tek kişi benim çünkü.
Kardeşim şimdi söyleyeceklerimi duymak belki içini acıtacak belki de benden sonsuza kadar nefret edeceksin ama söylemem gerekiyor.
Annemizi ve babamız gerçekten de öldürüldüler. Asla intihar etmediler ki bunu yapacak kişilerde değildiler. Bunu nereden mi biliyorum?
Çünkü onları ben öldürdüm kardeşim. Bunun için üzgünüm, kendimde değildim. Engellemek istedim, elimden geleni yaptım ama içimde beni zapt eden güç benim irademi yendi. Onları öldürmek hiç istemedim ama yaptım.
Sonra bir adam benim için geldi, Karanlık Kardeşlik adında gizli bir örgütten bahsetti. Söylediğine göre artık katilmişim, onlara katılmam gerekiyormuş. Önce reddettim, yaptığım şeyden pişmandım çünkü, adam bu seferde seni öldüreceğini söyledi. Korktum ve ailesine katılmayı kabul ettim. Seni tehlikeye atamazdım.
Bu yüzden tanıdığım birkaç şehirliyle sana tuzak kurduk, düzmece bir kaçırma olayı. O gün sana hak etmediğin tonla şeyi söylediğim için üzgünüm. Ama senden nefret ettiğimi düşünmesen kesin peşime düşerdim. Anla beni yapmak zorundaydım.
Sonra sen geldin. Senin adını tapınakta duyduğumda şok olmuştum. Senin birini öldürdüğünü ve Kardeşlik’e katıldığını Ocheeva’dan duyduğumda gözcün olarak Bruma’ya gitmeyi teklif ettim. Sen burada olmamalıydın kardeşim. Sen olduğuna seni görene kadar hiç inanmadım. Oradaydın, Bruma’daydın ve maalesef bize katılmıştın.
Senin atılman için elimden geleni ardıma koymadım. Seni çok sevmeme rağmen senden nefret ediyormuş gibi yapmak inan çok zordu. Buraya ait olamazdın, olmamalıydın!
Ama ne yazık ki oldun, hem de en iyilerden biri oldun. Zamanla bunu kabullendim ve seni korumaya çalıştım. Seninle aramın düzelmesini de istiyordum fakat bunu nasıl yapabileceğim hakkında en ufak fikrim bile yoktu. Belki şans oldu ama İmparatorluk Hapisanesi’nde ki görevinden sonra aramız düzeldi.
Sonraları bu görevlerin sırasında kuşkulanmaya başladım, sanki Kardeşlik seni bilerek en zorlu görevlere yolluyordu. Dürüst olmak gerekirse hapishane görevi senin seviyenin oldukça üstündeydi, üstelik arandığın bir şehre girmek zorundaydın. Hemen ardından Hırsızlar Loncası’na casus olarak katılacağını öğrenince kendimi tutamadım ve Ocheeva’ya görevinin iptali için gittim. Adi kertenkele beni umursamadı bile, ilk defa böyle olmuştu, normalde bana karşı hep nazik olurdu.
Şimdi görevini tamamlamanı bekliyorum. Ocheeva’nın şikâyeti üzerine Caelia’nın yanına gönderildim. Bu satırları bir daha karşılaşamama ihtimaliz olduğundan yazıyorum. Umarım karşılaşırız ve bunları hiç okumazsın.
Seni seviyorum ve her şey için özür dilerim.
Tal”
Elrin allak bullak olmuş halde mektuba bakıyordu. Mektup yavaşça belirginliğini yitirirken zaman da eski haline dönmeye başlamıştı. Ungolim ve Adamus’a okuduklarını açıklamaya niyeti yoktu. Yaşadığı dehşeti onlara anlatmaya gerek yoktu. Hızla sandalyesinden kalktı ve diğerleri kendine gelemeden odadan kaçtı.
****
Yaşadığı geçmiş bir yalandan ibaretti. Yıllarca ailesinin başına gelenler için kendini suçlamıştı. Tal’ın başına gelenler için kendini suçlamıştı. Kısacası önemsiz hayatında bütün kötü anlarda zanlı hep kendisi olmuştu.
Cheydinhal surları gözükmeye başladığında buraya son kez geldiğini biliyordu. Son kez evim dediği yere gidecekti. Sadece eşyalarını toplamak için, daha fazlası için değil ve bu kez geçen seferki gibi olmayacaktı, çünkü yaşamında ki her şeyi kaybetmişti.
Artık hiç kimseye zerre kadar inancı kalmamıştı. İkizi Tal ona hayatının oyununu oynamıştı. Bundan sonra neye, kime inanabilirdi ki? Kaybettiği şeyleri kazanmaya çalışırken her defasında daha fazlasını kaybeden o olmuyor muydu?
“Her şey bitti” dedi atından inerken. Yol boyu olduğu gibi yine kendi kendine konuşmuştu. Şehre girerken bu huyundan vazgeçmesi gerektiğini düşündü.
“Hey sen orada kal daha fazla yaklaşma!”
Elrin dalgın bir şekilde yürümekte olduğundan muhafızların bulunduğu alana fazla yaklaştığını da fark etmemişti.
“Özür dilerim, hemen gidiyorum.” dedi Elrin fakat gözü muhafızların toplaştıkları alana takılmıştı.
O anda yüreği ağzına geldi. Muhafızlar olay yerini araştırıyorlardı ve yerde de bir ceset vardı. Cesedin boğazı boydan boya yarılmıştı. Hemen tapınağa gitmesi gerekiyordu çünkü ceset fazlasıyla tanıdıktı. Elrin son hızla terk edilmiş eve koşarken aklında sadece Antoinetta Marie’nin cansız bedeni vardı. Bunun hemen bildirilmesi gerekiyordu, herkes tehlikedeydi.
Tapınağın girişi sessizdi, her zaman böyledir dedi kendi kendine “korkacak bir şey yok.” Teinaava ve diğerleri yatakhanede olmalılardı. Delicesine koşmaya devam ederek sağa döndü ve yatakhane kapılarını açtı.
Birkaç kişi yataklarında uyumaktaydı ki bunlara Gogron da dâhildi. Teinaava ise masanın en ucuna oturmuştu. Anlaşılan olanlardan haberleri yoktu ve dinlenmekle meşguldüler.
“Kardeşim olanlara inanamazsın.” dedi Elrin nefes nefese. “Muhafızlar dışarıda Antoinetta Marie’yi ölü bulmuşlar.”
Nefesi yavaştan yerine gelirken Teinaava’nın cevap vermediği fark etti. Sonra iç burkan bir sesle Teinaava’nın oturduğu sandalyeden aşağı düştüğünü gördü. Cansız beden döşemeyi boylarken tek ısırık alınmış elma yuvarlanarak Elrin’in ayağına kadar gelmişti. Elmanın içi yemyeşildi, berbat kokuyordu.
“Yo hayır, bu olmadı, Teinaava!”
Bu güne kadar beraber birçok badire atlattığı, kardeşim dediği Argonian’ın cansız bedeni çarpık bir şekilde karşısındaydı. Elrin sayıklayarak Gogron’un yanına gitti. Orkun boğazı kesilmiş ve yatağı kana bulamıştı. İlk başta fark etmediği korkunç manzaranın parçalarını şu anda görebiliyordu.
Hayatındaki her şeyi bir kez daha kaybetmişti! Bir kardeşi daha cansız gözlerle bakıyordu. Bundan kısa bir süre önce yatakhane olan mekân artık kardeşlerinin mezarıydı.
Elrin sarsılmış bir halde manzaraya bakarken duyduğu çığlıkla kendine geldi. Biri yardım istiyordu, sese bakılırsa çığlığı atan bir erkekti. Hemen yatakhaneden fırladı ve çığlığın geldiği yöne doğru seğirtti.
Boğuşma sesleri duymaya başlamıştı ve sesler aşağıdan Vicente’nin odasından geliyordu. Katil henüz buradaydı ve muhtemelen Vicente’ye yakalanmıştı. Açık olan Vicente’nin kapısına yanaştı ve içeriye baktı.
Vicente kanlar içerisinde yerde yatıyordu. Kaybetmişti, ölmek üzereydi. Katili olacak kişi ise üstüne çullanmıştı. Vicente yalvarırcasına onu öldürmek üzere olana bakıyordu. Katilin bıçağı tam inecekken Elrin gizlendiği yerden çıktı ve gırtlağı yırtılırcasına bağırken Woe’yu da katile fıtrattı.
“OCHEEVA!”
Argonian yüzünü dehşetle Elrin’e çevirdi ve gördüğü son şeyde bu oldu. Ocheeva cansız bir halde yere yığıldığında Elrin’in artık dayanak gücü kalmamıştı. O da yere yığıldı.
“Neden Ocheeva? Neden?”
Elrin bir süre sonra Vicente’nin sürünerek yanına geldiğini gördü. Yüzü kan içindeydi ve perişan haldeydi. Elinde ufak bir kâğıt parçası tutuyordu.
“Bu- bu ondan düştü.” diyerek kâğıdı Elrin’e uzattı.
Elrin yerden sırtını kaldırdı ve oturur pozisyona geçerken üzerine Vicente’nin kanının bulaştığı kâğıdı aldı. Kâğıtta kısa bir emir ve hemen altında emri verenin imzası vardı.
“Hepsini öldür! –Lucien Lachance