Karanlık Kardeşlik – Bölüm 3
BEŞ İLKE
Elrin, Cheydinhal Katedrali’nin merdivenlerine oturmuş kara kara düşünüyordu. Lucien Lachance onu belli belirsiz bir bulmacayla ortada bırakmıştı. Yaşamayan yer. Acaba ne anlama geliyordu? Aslında en mantıktı olanı Katedral’in batı cephesindeki mezarlıktı. Orada bir giriş olabilirdi. Yok, hayır. Bu kadar basit olacağını hiç sanmıyordu. Elrin dikkatini hemen karşıdaki üç muhafıza yönetti. İçeri girerken sorun çıkmamıştı. Yüksek ihtimalle Cheydinhal henüz aranmıyordu. Fakat gecenin bir yarısında katedralin merdivenlerinde oturan bir yabancı dikkatleri çekiyor olmalıydı. Ayağa kalktı ve ipucu bulma umuduyla mezarlığa doğru yürümeye başladı.
Mezarlık oldukça küçük bir bahçeden ibaretti. Nedenini merak etmişti ve bu merakı mezar taşlarına bakınca hemen gidiverdi. Anlaşılan bu katedraldeki rahiplerin gömüldüğü bir mezarlıktı. Çünkü mezar taşlarında rahip unvanları yazılıydı. Mezarlığın gizemini çözünce içini daha da büyük bir umutsuzluk kapladı. Karanlık Kardeşlik’in rahiplerle pek bir ilgisi olduğunu sanmıyordu. Mezarlıktan ayrılma vaktinin geldiği açıktı.
“Hey! Sen! Gecenin köründe mezarlıkta işin ne? Buraya gel.”
Tam mezarlıktan çıkarken az önceki muhafızlardan biriyle burun buruna gelmişti. Yapacak bir şey yoktu. Elrin, sakin bir şekilde mezarlıktan çıktı ve sokağın ortasında onu elinde meşaleyle bekleyen muhafız yanına gitti.
“Han arıyordum.” diye yalan söyledi. Bir yandan da muhafızın onun elf olduğunu anlamaması için kukuletalını düzeltti ve hiçbir şey olmamış gibi etrafına bakındı. Eğer elf olduğunu anlarsa başı derde girebilirdi. Merkez Şehri’nde ki cinayetin buraya sıçraması uzun sürmezdi.
“Geldiğin yerde hanları mezarlıklarda mı ararlar?” dedi muhafız. Anlaşılan şüphesi daha da çok artmıştı. “Seni şu anda alıkoymamam için tek bir sebep söyle yabancı. Ne o sevindin mi?”
Elrin heyecanla sokağın karşısındaki eve bakıyordu. Muhafızı duymamıştı bile. İşte aradığı yer burasıydı. Yaşamayan yer, yani terk edilmiş ev. Bu o kadar açıktı ki. Ev dökülmek üzereydi ve pencerelerin hepsi tahtayla örtülmüştü. Bahçe bakımsızlıktan perişan durumdaydı. Evin hemen yanındaki kuyuysa muhtemelen yıllar önce kurumuştu.
Muhafız, Elrin’inin eve bakışına anlam verememişti. “Önce mezarlık sonra terk edilmiş bir ev! Akatosh aşkına, delilerle uğraşıyorum. Tamam, ne halin varsa gör.” dedi ve yürüyerek uzaklaştı. Elrin’nin delinin teki olduğunu düşünüyordu. Ama Elrin’nin umurunda bile değildi. Hızla rutubetten çatlamış kapıya doğru yöneldi.
Evin içine girdiğinde nereyse boğuluyordu. Bakımsızlık ve rutubet, evin içinde durulamayacak kadar kokmasına neden olmuşlardı. Acaba yanlış bir yere mi gelmişti? Merdivenlerin kenarına geldi ve yukarıyı kolaçan etti. Bomboştu. Üst kat tamamıyla örümcek ağlarıyla kaplanmıştı. Zaten tapınağın burada olacağını sanmıyordu. Evin duvarları tamamen örümcek ağlarıyla kaplı olduğundan gizli bir giriş varsa gözünden kaçıyor olmalıydı.
Aynen! Merdivenlerin hemen altında ağların örtmede başarısız olduğu bir çıkıntı gözüne çarpmıştı. Dikkatle baktığında bunun bir kapı kolu olduğunu hemen anladı. Muhtemelen bordum katına açılıyordu.
Kapıyı açınca Elrin’nin evi ilk gördüğündeki heyecanı yerini korkuya ve şüphe bırakmıştı. Bordum katı en cesur adamın bile kanını donduracak cinstendi. Kat yıkılmış bir aralıktan loş kırmızı ışığın aydınlattığı bir koridora açılıyordu. Bu kırmızı tonun sebebiyse meşaleler değildi. İki şeydi. Koridorun tamamı kaplayan kan ve yolun sonundaki donuk donuk parlayan devasa kapı.
Ne Lucien’nin ona ilk görünüşünde, nede Rufio’yu öldürürken bu kadar çelişkiye düşmüştü. Fakat şu anda içine girmek üzere olduğu organizasyonun kötücül gücünü fazlasıyla hissediyordu. Eğer ilerlerse geri dönüş olmayacaktı. Cinayetler hayatının rutin parçaları haline gelecekti. Gerçekten buna hazır mıydı? Devasa kapıya yaklaştı.
Kapının üst bölümde Sithis kocaman bir kurukafa şeklinde temsil edilmişti. Tam üstünde de kırmızı ışık saçan bir el vardı. Kara El. Karanlık Kardeşlik’in mührü olmalıydı. Kurukafanın hemen altında ise bir ritüel resmedilmişti. Elrin’nin Gecenin Annesi olduğunu düşündüğünü kadın figürü sağ elinde taşıdığı kurbanı sol elindeki tören bıçağıyla öldürmek üzereydi. Onun hemen yanında da karaltı halindeki müritlerde ellerini açmış dua ediyorlardı. Elrin kapıya dalıp gitmişken bir anda duyduğu sesle neredeyse korkudan ölüyordu.
“Gecenin rengi nedir?”
Kapı konuşmuştu ama sesi direk kafasının içinde hissetmişti. Soğuk bir tıslamadan ibaretti. Cevapsa tavandan damlayan, duvarlardan süzülen sıvının kendisiydi. Elrin’nin dudaklarından iki sözcük çıkıverdi.
“Kan rengi.”
İçinde bulunduğu ortamdan öylesine etkilenmişti ki cevabı anında bulmuştu. Kapı gürültüyle açıldı ve Elrin içindeki bütün şüphe ve korkuları dışarıda bırakarak tapınağa girdi.
Duvarları soğuk taşlarla örülü tapınak tek kelimeyle muhteşemdi. Kardeşliğin sembolü olan Kara el kocaman girişin tam ortasındaki dört sütuna da işlenmişti. Aydınlatmayı ise sütun dipleri ve duvarlardaki gümüş şamdanlarda yanan mumlar sağlıyordu. Tapınağın sağ ve sol tarafında iki tahta kapı vardı. Sol taraftaki kapının hemen yanında duvar deforme olmuştu. Anlaşılan gizli kapıydı. Tapınak girişinin karşısındaysa bir koridor aşağıya doğru iniyordu. Giriş bölümü, arka taraftaki küçük masada karşılıklı oturan iki Argonian haricinde boştu. Zaten onlarda ilgiyle ona bakıyorlardı. Ardından dişi Argonian ayağa kalktı ve Elrin’ni selamladı.
“Hoş geldin kardeşim. Lucien bize senden bahsetti. Ben Ocheeva ve bu da erkek kardeşim Teinaava. Lütfen otur. Lucien seni bilgilendirmem için beni görevlendirdi.”
Elrin, Ocheeva’nın onun için çektiği sandalyeye oturdu. Argonianlar ilginç yaratıklardı. Yılanı andıran yüzleri ve siyahla mavinin tonlarındaki parlak pulları mumların ışığında parlıyordu. Uzun kuyruklarıysa sandalyelerinin kenarlarından hafifçe salınıyordu. Yılanımsı uzun kafatasları, birbirinden bağımsız hareket eden gözleri, sivri dişlerle örülü geniş çeneleriyle Tamriel’nin beklide en tehlikeli ırklarından biriydiler. Zaten Karanlık Kardeşlik’in önemli üyeleri oldukları açıktı. İkisi de tüm bedenlerini kaplayan koyu kahverengi bir deri zırh giyiyordu. Zırhın göğüs bölgesinden geçen şeritler onların ihtiyaçları olan şeyleri taşımalarını sağlıyor olmalıydı. Bellerindeki kılıflardaysa Elrin’nin kine benzeyen bıçaklar vardı. Ocheeva’nın kardeşinden farklı olarak sol kolunda siyah bir bant vardı.
“Seni dinliyorum Ocheeva.” dedi Elrin. Argonian’ın dudaksız ağzı belli belirsiz bir gülümsemeyle kıvrıldı.
“Karanlık Kardeşlik, yüzyıllardır Tanrı Sithis ve Gecenin Annesi’ne hizmet eden gizli bir tarikattır. Biz Kardeşlik olarak, Gecenin Annesi’nin düzenli olarak belirlediği hedefler doğrultusunda hareket ederiz. Hedefler kontratlarla üyelere dağıtılır.”
“Kontrat derken?” diye araya girdi Elrin.
“Her Karanlık Kardeş bir üstündeki kişiden kontrat kabul eder. Hepsi belli miktarda para ödülüyle bağlıdır. Yani Sithis için yapılan suikastlar aynı zamanda üyelerin geçimini sağladığı işlerdir.”
“Peki, ben kimden kontrat kabul edeceğim? Senden mi?” Elrin’nin kafası bayağı karışmıştı. Anlaşılan Kardeşlik, içinde karmaşık bir hiyerarşik sistemle faaliyetlerini sürdürüyordu.
“Hayır, henüz benden kontrat kabul edecek kadar ilerlemedin kardeşim. Gelecekte evet, seninle çalışacağız ama şuan eğitimin için Vicente’den kontrat alacaksın.”
“Vicente?”
“İnan bana tanıdığında çok seveceksin. Teinaava ve beni o büyüttü. Bizim için kardeşten çok baba gibidir. Topluluğa alışmanda çok yardımcı olacak. Onun küçük hastalığını görmezden gelirsen ve ona saygını korursan kısa zamanda Kardeşlik’te ilerleyeceğini garanti edebilirim. Ama şimdi uyumalısın Elrin. Hemen şuradan (eliyle girişin sağ tarafındaki kapıyı göstererek) yatakhaneye gidebilirsin. Yataklardan ve sandıklardan birini senin için hazırladık. Yatağının üzerindeyse senin için bundan sonra çok önemli olan birkaç şey bulacaksın. Hadi, şimdi git.”
Elrin, Argonian kardeşlerin yanından kalktı ve yatakhaneye yöneldi. Birden ne kadar yorgun ve uykusuz olduğunu fark etmişti. Lucien’in onu ziyaret ettiğinden itibaren o kadar çok şey yaşamıştı ki ne kadar yorgun olduğunu unutmuştu. Üstelik karnı da acıkmıştı. Yatakhaneye giden holü yarı açık gözkapakları ve guruldayan midesiyle kat etti.
İçeri girdiğinde yiyecekler ve içkilerle donatılmış masayı ve odanın dizaynına göre yarım daire şeklinde dizilmiş olan yatakları görünce minnetle inildedi. O handa sadece bunu istemişti, bir şeyler içmek ve uyumak. Bunları ona sunansa Kardeşlik olmuştu. Masadan bir şarap şişesi ve ekmek somunu kaptı ve kendisine ayrıldığını düşündüğü sağdan üçüncü yatağanın başucuna kuruldu. Şarabı kafasına dikip ekmeğini dişlerken Ocheeva’nın onun için bıraktığı hediyeleri incelemeye başladı. Bir adet Ocheeva ve Teinaava’nın kilerle aynı zırh, yatağın yanında kendisine ait olan sandığın anahtarı ve siyah deri ciltli minik bir kitap. Anahtarı kullanarak sandığını açtı ve içinde birkaç tane iksir konmuş olduğunu gördü. Muhtemelen zehirli iksirlerdi. Yeni zırhını dikkatlice sandığa yerleştirdi ve sandığı güzelce kilitleyerek anahtarı cüppesinin iç cebine koydu.
Bir süre ekmeğini yiyip şarabını içerek karnını doyurdu. Tokluk hissi bedenini öyle ağırlaştırmıştı ki kitapta yazanları merak etmese elinde şarap şişesiyle çoktan uyuyakalmış olurdu. Kitap avucunun içine rahatlıkla sığıyordu. Kapağında beyaz eğik harflerle “BEŞ İLKE” yazıyordu. Elrin, kitabı okumaya başladığında sadece beş sayfadan ibaret olduğunu gördü. Her sayfada bir ilke vardı.
1. Gecenin Annesi’ni asla utandırma, yoksa Sithis’in öfkesini uyandırmış olursun.
2. Asla Karanlık Kardeşlik’e ihanet etme ya da onun kadim öğretilerini kimseyle paylaşma, yoksa Sithis’in öfkesini uyandırmış olursun.
3. Karanlık Kardeşlik’in üstlerinin sana verdiği görevleri asla sorgulama ve itaatsizlik yapma, yoksa Sithis’in öfkesini uyandırmış olursun.
4. Asla Karanlık Kardeşlik’ten birinin eşyalarını çalma, yoksa Sithis’in öfkesini uyandırmış olursun.
5. Asla Karanlık Kardeşlik’ten birini öldürme, yoksa Sithis’in öfkesini uyandırmış olursun.
“BEŞ İLKE”, ellerinin arasından kaydı ve karnın üzerine düştü. Son ilkeyle beraber yorgunluğuna yenik düşen Elrin derin bir uykuya dalmıştı bile.