Makale

Karanlık Kardeşlik – Bölüm 8

     Ok hızlıca başını sıyırdı ve kapıya saplandı. Kapının diğer tarafından gelen inlemeye -ki ses onları dinlemeye çalışan Olav’a aitti- bakılırsa Telaendril ikiz kardeşini hedeflememişti bile. Elrin yine de onun nefretini soğuk metal başına yaslıyken fazlasıyla hissetmişti.

     Telaendril, Elrin’nin yüzüne bile bakmadan kapıyı açtı ve hanı kolaçan etmeye başladı.

     Elrin’in boğazı düğümlenmişti. Aradan geçen koskoca üç yılın ardından Tal burada, onunla aynı odadaydı. Yüzünü henüz görememişti ama değişen pek bir şey yok gibiydi. Özellikle ilk yaptığı şeyin Elrin’i ölümle tehdit etmek olduğu düşünülürse.

     “Aslında bunu yapmakta pek de haksız sayılmaz” diye geçirdi içinden. Çünkü Tal onun yanından geçerken karanlığın hüküm sürdüğü odada bir saniyeliğine de olsa onun nefretle parıldayan yeşil gözlerini görebilmişti. Acaba burada ne işi vardı? Yaşadıkları trajik olaydan sonra ondan hiçbir haber alamamıştı. Almayı da beklemiyordu zaten. İşin asıl garibi ne zamandan beri yay kullanıyordu?

     “Geri zekalı hancı” diye homurdandı Telaendril. Ardından Elrin’i hayretler içinde bırakacak, gözlerinin fal taşı gibi açılmasına neden olacak bir şey yaptı. Hanın koridorundan gelen ışığın aydınlattığı deri zırhının belinden gümüş bir bıçak çıkardı ve kapıya saplanan oku keserek oradan çıkarttı. Elrin’i dehşet içinde bırakan şeyse hem zırhın hem de bıçağın fazlasıyla tanıdık olmasıydı.

     “Tal, sen ne zamandan beri…”

     Cümlesi Telaendril’in kapıyı çekip odayı bir kez daha karanlığa boğmasıyla yarım kaldı. Elrin kekeleyerek henüz fark ettiği gerçeği hazmetmeye çalışırken, Telaendril komodinin üzerindeki yağ lambasına doğru ilerledi. Eliyle Elrin’in karanlık nedeniyle göremediği bir hareket yaptı ve yağ lambası titreyerek yanmaya başladı.

     “Sen büyü…”

     Kardeşi bu sefer onun cümlesini yarıda bırakacak herhangi bir şey yapmamasına rağmen Elrin’in sesi yine havada asılı kalmıştı. Elrin yapbozun parçalarını birleştirmişti ama hala açıklayamadığı o kadar çok şey vardı ki! Tamamen saçmalık! Rüya görüyor olmalıydı. Tal, Kardeşlik’te olamazdı.

     Elrin gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Kesinlikle sakinleşmeye ihtiyacı vardı. Birkaç saniye öylece kaldıktan sonra gözlerini açtı ve kardeşine baktı.

     Onun hiç değişmediğini düşündüğünde ne kadar yanıldığını bir kez daha anladı. Tal artık genç bir kadındı. Hala parlak tonlarını kaybetmemelerine karşın saçları üç yıl öncesine nazaran daha kısaydı. Gelişme çağını geride bıraktığından yüz ve vücut hatları daha yumuşak ve kadınsıydı. Karşısında artık bir çocuk yoktu.

     Elrin gözlerinin dolduğunu hissetti. Dişe dokunur bir şeyler söylemek istiyordu. Ona çok büyük bir özür borcu vardı. Fakat, yapamıyordu işte. Her zamanki gibi yapamıyordu. Cesareti yoktu. Onun yüzünden Tal şu an bir katildi. Mutluluk saçan yüz gitmiş yerine bir katilin yüzü gelmişti. Elrin korkaklığıyla gerçektende ikizini öldürmüştü.

     “Ben… Şey… İyi görünüyorsun.” diyebildi sadece.

     “Bu sana bağlı.” diye cevabı yapıştırdı Telaendril. Sonra da “Baenlin öldü mü?” diye ekledi.

     Elrin önce soruya bir anlam veremedi. Tam bunu nereden bildiğini soracakken bunun iyi bir fikir olmadığına kadar verip soruyu cevaplamayı tercih etti.

     “Biraz önce öldü. Tıpkı…”

     Telaendril’in yüzündeki şoku görür görmez durdu. Kardeşinin yüzünden kan çekiliyordu. Kadının dudakları titreyerek açıldı.

     “Sen… sen… Bruma olağanüstü hal ilan ettikten birkaç saat sonra bir soyluyu mu öldürdün?”

     Elrin boş bir ifadeyle bakarken Telaendril devam etti.

     “Buraya kontratın iptal edildiğini söylemek için geldim. Kardeşlik Bruma durulana kadar Baenlin’in infazını erteledi.”

     “Artık çok geç. Yaşlı bunak üzerine düşen geyik kafasıyla can verdi.” dedi Elrin. “Aynen kontrattaki gibi kaza sonu öldü.”

     “Bruma’ya düşmanların sızdığı günde mi?” dedi Telaendril küçümser bir şekilde. Anlaşılan pek de etkilenmemişti. “Kimsenin şüphelenmeyeceğine eminim. Büyük bir iş başarmışsın.”

     Telaendril’in son sözleri Elrin’e fena halde dokunmuştu. Kendini ona karşı suçlu hissediyor olabilirdi ama böyle konuşmasına hiç gerek yoktu. Nerden bilebilirdi ki?

     “Tal anlamıyor musun? Bunu bilebilmemin imkanı yok. Bruma’nın ortasında o durumda kalakalmıştım. Evet, vazgeçmeyi düşündüm ama Beş İlke’ye uymak zorundaydım. Elim boş geri dönemezdim.”

     “Beş İlke’ymiş. Pabucuma anlat. Ayriyeten bana Tal demeyi kes, sinir oluyorum.” diye patladı Telaendril. Yeşil gözleri sinirden parlamaya başlamıştı.

     “Hayır sen Tal’sın. Sana bugüne kadar hiç isminin tamamıyla seslenmedim!” diye çıkıştı ona Elrin.

     Cevapsa Elrin’i yerin dibine sokmaya yetecek cinstendi.

     “Diğer her şey gibi ismimi de kestirip atman beni hiç şaşırtmıyor nedense!”

     “Ee.. Şey…” diye toparlamaya çalıştı Elrin. “Bak! Baenlin hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde infaz edildi tamam mı? Hiç kimse merak etmesin, o soylu bunak kaza sonucu hayatını kaybetti. Hatta ben kazaya sadece yardım ettim denilebilir.”

     “O nasıl oldu peki?” Tek kaşını kaldırarak ona bakan Telaendril’in sesindeki nükteli hava Elrin’i sinir etmişti.

     “Oturduğu yerin üstündeki geyik kafasının bağlantı yerlerini zayıflattım.” dedi Elrin çok basit bir şeyi anlatır gibi. Halbuki o ana kadar neler yaşadım bir bilse! diye geçirdi içinden.

     “Nedense buna inanamıyorum.” diyerek şüphelerinin devam ettiğini belirtti Telaendril. Bu bardağı taşıran son damla olmuştu. Elrin fısıldayarak sesini ne kadar yükseltebiliyorsa o kadar yükseltti.

     “Tal! Yaptığım şeyler için üzgünüm tamam mı? Seni bırakıp gittiğim için, seni yalnız bıraktığım için… Sen benim kardeşimdin ve ben seni hiç taşımaman gereken bir yükün altına soktum, kabul ediyorum. Hatta son üç yılım sadece bunları düşünerek geçti.”

     Durakladı. Kardeşinin yüzü ifadesizdi. Hiçbir şey okunmuyordu. Elrin gözlerini ona dikerek devam etti.

     “Senden beni affetmeni beklemiyorum, hatta istemiyorum! Çünkü bunu hak ettim. Büyük ihtimalle hayatının sonuna kadar benden nefret edeceksin ve sen kaçırıldıktan sonra yaşadığın hiçbir şeyden bana bahsetmeyeceksin. Senin başına neler geldiğini bilmeyi de hak etmiyorum. Fakat, biz ikiziz ve şansa bak ki ikimiz de Karanlık Kardeşlik’in üyeleriz. Az önce yaptığım şey benim işimdi ve ben de işimi başarıyla yaptığıma inanıyorum. Eğer ters bir şey olursa bu Cheydinhal’a gittiğimizde ortaya çıkacak. Ve yine hatırlatırım ki bu benim kontratım! Sonuçlarından ben mesulüm, sen değil!”

     Telaendril bir şey söyleyecek gibi oldu ama sonra vazgeçti ve kapıya yöneldi. Tam kapının ardında yok olurken Elrin’e seslendi.

     “Beni takip et. Buradan gidiyoruz.”

     Elrin hemen eşyalarını toparladı. Yanında pek fazla şey getirmediğinden oldukça kısa süren bir işlemdi bu. Çıkınını hazırladıktan sonra da bomboş olan hanın ana bölümüne indi.

     Herkes -bu iğrenç yerde Elrin’den başkası varsa tabi- uyuyor olmalıydı. Duvarlardaki yağ lambaları yakıtlarını ya çoktan bitirip sönmüşlerdi ya da sönmek üzerelerdi. Biraz önce Telaendril’in attığı oktan korkup kaçan Olav’ın ise onları yolcu etmeye geleceğini hiç sanmıyordu. Telaendril, sol taraftaki pencere kenarından sokağı gözlüyordu.

     “İki kişilik bir devriye var. Onların gitmesini beklememiz gerekiyor.” dedi alçak sesle. “Tamam! Şimdi!”

     Hanın girişini açtı ve kendini sokağa attı. Elrin de hiç zaman kaybetmeden onu takip etti.

     “Yukarıdayım.”

     Elrin fısıltıyı duyar duymaz ani bir hareketle başını Olav’ın Hanı’nın çatısına çevirdi. Ne ara oraya çıktın ki? Telaendril ona doğru uzatmış olduğu elini yakaladı ve yukarı çekmesine izin verdi. Yukarı çıkar çıkmaz Telaendril’in işaretiyle hemen eğildi.

     “Çatının cümle kapısına bakan tarafına geç ve muhafızları gözetle. Bu tarafa gelen birisini görürsen bana işaret et. Bir gözüm sende olacak.” dedi Telaendril.

     “Peki sen ne yapacaksın?” diye sordu Elrin. Telaendril yanında getirdiği çantasından bir takım aletler çıkarırken onu cevapladı.

     “Bizi buradan sağ salim çıkaracağım.”

     “Yarını beklesek ve rahatça çıkıp gitsek?”

     “Sen dediğimi yapacak mısın?”

     Elrin tartışmanın anlamsız olduğunu düşünerek kardeşinin ona verdiği görevi yapmaya karar verdi. Sessizce ilerleyerek cümle kapısı rahatça görebileceği bir yer bulmaya çalıştı. Ufak bir arayışın sonunda çatının batı ucunun şehir surlarına bakan gölgede kalmış bölümüne saklanarak kapıyı gözlemeye başladı.

     Kısa bir süre sonra Telaendril ona yanına gelmesini işaret etti. Elrin görünmemeye çalışarak kardeşinin yanına yavaşça geldi. Kapı gözlerken muhafızların dikkatini çekmeyecek kadar hafif bir çarpma sesi -elf kulakları sağ olsun- duymuştu. Bunun nedenini Telaendril’in elindeki mekanizmaya bakınca anladı. Kardeşi arbalet benzeri ufak bir silahın okuna sağlam bir çengel eklemiş ve onu bir ipe tutturmuştu. Sonra da arbaleti surların üstüne nişanlayarak çengeli surun diğer tarafına fırlatmıştı. Dahice bir yöntem olduğu su götürmezdi fakat, Elrin’nin ipin onların ağırlığını taşıyıp taşıyama cağı yolunda endişeleri vardı.

     “Sihirle güçlendirilmiş ip. Bizi taşımakta sorun çekmeyecektir.” diye Elrin’in kafasında ki soruyu cevapladı Telaendril. “Sıkı tutun. Zorlu bir tırmanış olacak.”

      Yorucu bir tırmanışın ardından yine çengelin bağlı olduğu ipi kullanarak surun diğer tarafına indiler. Artık Bruma’nın dışındaydılar. Telaendril elini ağzına götürüp hafif bir ıslık öttürdükten sonra oyuncağını çantasına tıktı.

     “Bunu neden yaptın?” diye sordu Elrin. Islığa anlam verememişti. Fakat Telaendril onu duymazdan geldi. Birkaç saniye geçmişti ki Elrin zeminde at nallarının çıkardıkları tekdüze sesleri duymaya başladı.

     “Önce Gümüş Yol’u takip edeceğiz.” dedi Telaendril gelen iki siyah attan soldakine binerken. “Merkez Şehri’nin doğu yakasından da Mavi Yol’a sapacağız. Buraya geldiğin yoldan fazla farklı değil anlayacağın. Normal bir atla iki günlük yol fakat Kardeşlik seni acilen geri getirmem için bu atları bana vermeyi uygun gördü. Yarın bu saatlerde tapınakta oluruz. Sonra da…”

     “Evet?” diye sordu Elrin beklentiyle.

     “Kardeşlik’in kontrat kararına karşı geldiğin için sürülürsün.” dedi duygusuz bir tonla.

     Sürülmek mi? Bu harikaydı işte! Hayatında ilk kez belli şeyleri yapmaya cesaret ediyordu ama yine de başarısızlık gelip onu buluyordu. Keşke gözü korkmuş olsaydı da birkaç gün daha beklemeyi tercih etseydi. Ama Elrin ne yapmıştı; Bruma’nın içinde bulunduğu karmaşayı kendi yararına kullanmayı düşünerek hedefine saldırmıştı. Şimdi düşününce paranoyaya kapılmış bir şehrin, saldırıların olduğu bir akşamda soylulardan birinin kazayla öldüğüne inanması oldukça uzak bir ihtimaldi. Elrin uzun yolculukları boyunca bu ve bunun gibi tonlarca karamsar düşünceyle kendi başının etini yiyip durmuştu. Bu yüzden de kardeşiyle tek kelime bile konuşmamıştı. Hoş, Telaendril’in onunla sohbet etmek istediği de pek söylenemezdi.

     Açılan kapının gürültülü gacırdaması ve her santimi örümcek ağlarıyla kaplı olan terk edilmiş evin tanıdık küf kokusu Elrin’i dalıp gittiği düşüncelerinden çekip almıştı. Şimdi yüzleşme zamanıydı. Bu, küf kokusunu son kez ciğerlerine çekişi olabilirdi. Telaendril’in gizli kapı kolunu el yordamıyla açmasıyla kanlı giriş koridoruna ayak bastılar.

     Elrin’in ayakları her adımında daha da ağırlaşıyordu. Yine korkuyordu. Bu sefer etrafındaki belirsizlik ve gizem sebebiyle değil geleceği hakkındaki belirsizlik nedeniyle korkuyordu. Alışmış olmasına rağmen kapıdan gelen sesle irkildi.

     “Gecenin rengi nedir?”

     Cevaplayacak gücü bile yoktu.

     “Kan rengi, kardeşim!” diye parolayı söyleyen Telaendril olmuştu. Kapı savrulup açılırken, “Doğruca Vicente’nin yanına gidiyoruz. Etraf biraz kalabalık olabilir, Kara El üyeleri de bu gün burada olmalılar. Cyrodiil de yaşanan olayları tartışacakları bir toplantı yapacaklardı. Kimseyle konuşma!” diye ekledi.

     Tapınağın girişinden aşağı inen merdivenlere kadar geçen süre Elrin’e yıllar gibi gelmişti. Girişte yaklaşık on beş pelerinli kişi vardı ve istisnasız on beşinin de gözleri kapının açılmasıyla beraber Elrin’e kilitlenmişti. Bu da yetmiyormuş gibi bazıları onu işaret ederek fısıldıyordu. Ne kadar çabuk yayılmıştı! Alt kata Vicente’nin odasının olduğu koridora geldiklerinde nefesini daha yeni dışarı bırakabilmişti.

     “Kaderinle yüzleşme zamanı Elrin” dedi Telaendril o rahatsız edici ses tonuyla. Kardeşinin yüzündeki muzaffer ifadeye baktı ve hiçbir şey söylemeden karanlık odaya girdi. Telaendril de onu takip ederek odaya girdi ve kapıyı kapattı.

     Masanın ortasındaki ışık kaynağı yanıp odanın ufak bir kısmını aydınlatırken Vicente her zamanki boğuk sesiyle konuştu.

     “Onu sağ salim getirmene sevindim Telaendril.”

     “Efendim size yolladığım mesaj elinize ulaştı değil mi?” diye sordu Telaendril. Böylece Elrin mola verdikleri sırada kardeşinin neyle meşgul olduğunu anlamış oldu. Tabii ki onu ispiyonlamakla meşguldü. “Yapabileceğim bir şey yoktu. Kendi kafasına eseni yapmış. Hiçbir şekilde tedbirli davranmayı akıl etmemiş. Onu durduramadığım için özür dilerim.”

     Elrin, kardeşine karşı olan pişmanlık duygusunun tiksintiye dönüşmeye başladığını hissediyordu. Vicente ise hiçbir şey söylemedi. Elinde gazeteye benzer bir şey tutuyordu. Belli bir sayfayı çevirdi ve okumaları için ışığın yanına bıraktı. İkisi de merakla yazan haberi okumaya başladılar.

     Yazı çok uzun değildi. Sadece bilgilendirme amaçlı haber olduğu anlaşılıyordu. Haberin başlığında büyük harflerle “Talihsiz Kaza” yazıyordu. Elrin’nin merakı daha da artmıştı.

     “Bruma soylularından olan Baenlin koruması tarafından her akşam oturduğu şömine başındaki koltuğunda ölü bulundu. Korumanın muhafızlara haber vermesiyle evi baştan aşağıya tarayan muhafızlar herhangi bir şüpheye rastlamadılar. Evdeki incelemenin ardından ölüm sebebinin doldurulmuş hayvan kafalarını duvara bağlayan desteğin yılların getirdiği aşınmayla kopması olduğu anlaşıldı. Zor günler geçiren Bruma, soylularından birini talihsiz bir kaza sonucu kaybetti.”

     Elrin, Telaendril’in burnundan solumasından ve Vicente Valtieri’nin yüzündeki babacan ifadeden her şeyin tersine döndüğünü anlamıştı.

     “Bu Kardeşlik tarihin de görülmemiş başarılardan biri oğlum!” diye onu övdü Vicente. “Sen kendi karar hakkını kullandın ve imkansız koşullar altında görevini gerçekleştirmeyi başardın. Baenlin kaza sonucu öldü ve bir soruşturma dahi açılmadı. Hem de ilk kontratında. Dışarıda herkes senin başarını konuşuyor. Hatta…”

     Telaendril sinirden mosmor bir şekilde odayı terk ederken, Vicente sır verir gibi ekledi.

     “Kara El senin rütbeni en az iki seviye birden yükseltmeyi teklif edebilir.”

     “Bu iyi bir şey değil mi?” diye sordu Elrin yaşadıklarına inanamayarak.

     “İyi mi?” diye onunla alay etti Vicente. “Bu güne kadar hiçbir üye ilk görevinde terfi almadı.”

     Kapının çarpma sesinden Telaendril’in dışarı çıkmadan önce Vicente’nin sözlerini duyduğu anlaşılıyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu