Makale

Karanlık Kardeşlik – Bölüm 9

     Leyawiin’in doğusunda kalan Karaağaç Ormanı’nda iki atlı hızla ilerliyordu. Başlarını kukuletalarıyla örttüklerinden kim ya da ne oldukları belli olmuyordu. İkisi de aynı deriden yapılma zırhları giymiş olmalarına rağmen aralarında bariz farklar vardı. Sol taraftaki, onunla at süren arkadaşına göre oldukça yapılıydı. Rüzgar yememek için yere paralel tutmaya özen gösterdiği uzun, mora kaçan siyah pullu kuyruğu ırkını belli ediyordu. Yanında ki arkadaşıysa güdük boyuna rağmen atını ustalıkla yönetiyordu. Sivri yüzü kukuleta tarafından gizleniyordu. Fakat yeşil gözleri, ağaçların dalları arasından sızıp yollarını aydınlatan dolunaydan bile daha parlaktı.

     Ters yönde esen rüzgar sebebiyle Elrin’in gözleri sulanıyordu. Yorgunluktan bitap bir şekilde önünde hızla giden Teinaava’ya seslendi.

     “Hey! Teinaava! Duralım artık!”

     Argonian atını seri bir hamleyle atını yavaşlattı. “Pekala. Zaten daha fazla gidemezdik. Bu günlük bu kadar yeter.”

     Elrin atın koşumlarına sıkıca tutunmaktan kasılmış olan bacaklarını aşağıya inmeleri için zorladı. İyi bir sürücüydü ama ne yazık ki boyu yüzünden uzun yolculuklar onu mahvediyordu. Ayaklarını gererek onları rahatlatmaya çalıştı. Bir süre dinlenmesi yeterliydi, sonra yola edebilirlerdi.

     “Elrin, gel yardım et. Tek başıma çadırları kuramam.” diye söylendi Teinaava.

     Kamp mı kuruyoruz? İşte bu iki gündür duyduğum en güzel haber.

     “Kamplarla pek aran olmadığını düşünmüştüm ben de!” diye seslendi Elrin. Cheydinhal’dan çıkalı dört gün olmuştu ve iki gün önceki kampları dışında neredeyse mola bile vermemişlerdi.

     Çadırları kurmaları kısa sürmüştü. İşe koyulmalarından birkaç dakika sonra iki çadır onları dinlenmeleri için bekliyordu. Elrin göz kapaklarının ağırlaştığını hissetti. Davetkar yer yatağının görüntüsü bile onun uykusunu getirmeye yetmişti.

     “O kadar aceleci olma kardeşim.” dedi Teinaava. Sinsi sürüngen! Hemen anlamıştı. “Bence ateş yakıp biraz atıştıralım, uyanınca vaktimiz olmayabilir. Hem kamp ateşi yakmazsak geceyi çıkaramayabiliriz.”

     “Tamam, ben biraz odun aramaya gidiyorum.” dedi Elrin. Teinaava Haklıydı. Eskiden yaşadığı köye fazla uzak olmayan Karaağaç Ormanı hakkında birkaç şey duymuştu. Burada oldukça fazla sayıda Ogre vardı. Uykularında her daim karınları aç gezen bu canavarların yemeği olmak istemezlerdi. Etraftaki taşları toplayıp ateş için yer hazırlayan Teinaava’nın yanından ayrıldı ve ölü ağaç kalıntıları bulma umuduyla dolanmaya başladı.

     Elrin’in ilk kontratını tamamlamasının üstünden bir hafta geçmişti. Kardeşlikten kovulacağını düşünürken Vicente tarafından minnetle karşılanmıştı. Oysa ki Tal onun gözünü bayağı korkutmuştu.

     Tal…

     Kardeşinin isminin aklına gelmesi bile karnının pişmanlıkla bükülmesine neden oluyordu. Biraz cesur olabilseydi, Tal bugün yasadışı bir topluluğun üyesi olmayacaktı. Elrin her ne kadar Kardeşlikte olmaktan memnun olsa da burası Tal için hayal ettiği yer değildi. Farklı bir hayatı olmalıydı. Daha temiz, hatta huzurlu. Yay kullanmasına, büyü yapmasına gerek yoktu.

     Elrin düşüncelerini Tal’dan uzaklaştırmaya çalıştı. Şu anda aklını bulandırmak, isteyeceği son şeydi. Daha büyük bir sorunu vardı. Son bir hafta onun için hiç iyi geçmemişti. Vicente ve tapınaktaki kardeşleri her ne kadar onu başarılı bulmuş olsalar da, askıya alınmış bir kontratın şartlarını kendi inisiyatifiyle -habersiz olsa da- yerine getirmiş olması Kara El üyelerini pek fazla etkilememişti. Toplantı için tapınakta olduklarından Elrin’i sorgulamak maksadıyla Vicente’nin odasına çağırmışlardı.

     O odadan nefret ediyordu. Boğucu karanlık ve tek bir mum ışığı! Kardeşliğin dört konuşmacısının onu beklediğini öğrendiğinde onlarla yüzleşmek yerine Vicente Valteri tarafından kanın emilmesini tercih ederdi. Haberi soğuk, duygudan yoksun ifadesiyle ona ileten Tal ise her şeyi daha da beter hale getirmişti. Biliyorum, işe yaramazın tekiyim. Ama lanet olsun Tal ben senin ikizinim!

     “Otur Katil.”

     Lucien’nin tanıdık sesi karanlık tarafından yutulmasına rağmen yinede Elrin’in kanının çekilmesine yetmişti. Elbette, o da Konuşmacılardan biriydi. Nasıl da unutmuştu?

     Onu kurtaran adam bu sefer yargılamak için yanındaydı.

     “Bruma görevinde sana yeni emirler verilmesine karşın bildiğini okudun Katil.”

     Elrin başını en solda konuşan kişiye doğru çevirdi. Bunu beklemiyordu. Bir kadın. Üstelik sesinin berraklığı hakkında fazlasıyla ipucu veriyordu. Onu sorgulayan sadece bir kadın değil aynı zamanda Kardeşlikte rastlayabileceği en son ırktı. Yüksek Elf’ler.

     “Fakat efendim,” diye söze girdi Elrin. “Karar hakkında inanın hiçbir bilgim yoktu.”

     “Sana iki gün beklemen söylendi.”

     “Evet, biliyorum ama…”

     Elrin devamını getiremedi. Anlamıyordu. Bu yaptıkları gerekli bir prosedür olsa bile resmen haksızlıktı. Kadının karanlık içindeki yüzünün beklenti içinde olduğunu bildiğinden kendini konuşmaya zorladı.

     “İki gün bana etrafı gözlemlemek için verilen süreydi. Bana açıkça beklemem ve hiçbir eylemde bulunmamam söylenmedi. Zaten gittiğim günün ertesinde Blades şehre geldi.”

     “Onlar geldiğinde şehrin koruması iki katına hatta daha fazlasına çıktı. Zaten şansım yaver gitmiş olmasa görevi yapamayacaktım.”

     “Nasıl bir şansmış o peki?” Bu sefer konuşan Lucien’nin yanındaki gür sesli bir adamdı.

     “Bir suikastçı. Ortalığı karıştırdı.” Kesik kesik konuşuyordu. Ağzı da stresten kurumaya başlamıştı. Zorlukla yutkunarak devam etti. “Önce alelade biri gibiydi ama sonra birden onunla konuşmaya çabalayan muhafızı Lord Dagon’un ismini haykırarak bıçakladı.”

     “Mistik Şafak.” dedi Lucien gizemli bir şekilde.

     “Efendim?”

     “İmparatorun ölümünü üstlenen topluluk.” diye onu cevapladı solda oturan kadın. “Onlar hakkında ne kadar az şey bilirsen o kadar iyi. Devam et Katil.”

     “Bütün muhafızlar bu olayla birlikte Bruma sokaklarında insan avı başlattılar.” dedi Elrin hızlıca. Çünkü bir an önce odadan kurtulmak istiyordu. “Ben de görevimi bu sayede yerine getirdim, sonrasını da biliyorsunuz zaten.”

     Sessizlik. Belki birkaç saniye sürmüştü ama Elrin’e asırlar gibi gelmişti. Savunmasını yapmıştı. Ekleyebileceği başka bir şey olmadığından Kara El onun kaderini tayin edecekti. Konuşan Lucien oldu.

     “Başarılı oldun genç Katil, fakat Beş İlke’yi ihlal etmen gerçeğini göz ardı edemeyiz. Bir hafta içinde kararımızı Ocheeva ile sana ileteceğiz. Karar açıklanana kadar Vicente’den kontrat kabul etmeyeceksin. Şimdi gidebilirsin.”

     Kararın ne olacağını bildiğini düşünüyordu. En kötü ihtimale hazırlanıyordu. Kardeşlikten sürülecekti bunu hissediyordu. Odadan çıktığında duyularını kaybetmişti sanki.

     Sonraki birkaç gününü Cheydinhal’un sokaklarını arşınlayarak geçirmişti. Elrin, kardeşini ve onun hakkında verilecek kararı bir an olsun aklından çıkaramıyordu. Yine de bir süredir yaşamakta olduğu şehri gezdikçe morali yerine geliyordu. Cheydinhal şehre düzenli dağılmış villaları, yemyeşil ağaçları ve ilkbahar havasıyla daha önce gördüğü iki şehirden de daha sıcak gelmişti gözüne. Elfler Cyrodiil’in her yerine dağılmış olsalar da başka herhangi bir yerde bu kadar yoğunlaştıklarına şahit olmamıştı. Zaten takıldığı handa öğrendiği üzere kont bir Dunmer’dı. Yani Karanlık Elf. Elrin onların isimlerinin büyük bir yanılgı eseri olduğu biliyordu. Onlara bu kötü ünlü ismin takılmasına neden olan karanlık varlıklar olmaları değil sadece kırmızı gözbebekleri ve maviye çalan tenleriydi.

     Elrin son günlerini yaşadığı şehre giderek daha fazla bağlanıyordu. Yatağına uzanmış uyumaya çalışırken “Acaba yarın burada yine bu yatakta uyuyabilecek miyim?” diye düşünmüştü.

     Birinin onu sarstığını hissediyordu. Göz kapaklarını araladı. Argonian’ın yüzü gece vaktinde gerçekten korkutucuydu. Elrin’in aksine tamamen uyanıktı.

     “Teinaava?”

     Burada ne işi vardı? Elrin, onun ikiziyle beraber diğer tapınağın diğer kanadında Vicente’nin odasının üstündeki giriş katında kaldığı hatırlamıştı. Argonian fısıldayarak:

     “Elrin yardıma ihtiyacım var. Onu buldum!”

     “Buldun mu? Kim?”

     “Açıklayacak zaman yok kardeşim, benimle gelmelisin.”

     “Seve seve gelirdim kardeşim ama biliyorsun yasak var.” dedi Elrin.

     “Merak etme.” diye ona güvence verdi Teeinava. “Bu… bu kişisel bir mesele, bana yardım etmen gerekiyor.”

     Tamam da ne için?

     “Yolda açıklarım.” diye ekledi Argonian zihnini okurmuş gibi.
   
     Elrin kolunun altına sıkıştırdığı odunlara baktı. Yeterli değildi. Argonian açıklamaları gibi!

     Teinaava her şeyi yolda açıklayacağını söylemişti ama dört gündür yol arkadaşından bu konu hakkında bir şey duymamıştı. Atla ilerlerken, kamp kurduklarında… Aslında pek fazla konuştukları da söylenemezdi. Fakat ne olursa olsun Elrin şu an tehlikelerle dolu bir ormandaydı ve neden burada olduğunu bilmek istiyordu.

     Kamp ateşi Argonian’ın pullu derisinde parlıyordu. Gözlerini ateşe dikmiş düşüncelere dalmıştı. Yemeklerini henüz yemişlerdi. Açlığını giderdiğinden Elrin kendini uykuya daha yakın hissediyordu. Sonra kendine uyanık kalmak zorunda olduğu hatırlattı. Ateşe biraz daha yaklaştı.

     “Kardeşim, neden buradayız?”

     Teinaava ateşi izlemeye devam ediyordu. Başını kaldırmadan usulca:

     “Aramıza döndün demek. Buna sevindim.”

     “Nasıl yani?” Elrin karşısındakinin söylediğine anlam verememişti.

     “Yolculuğa çıktığımızdan beri sürekli kendi içine kapanıktın Elrin.” dedi Teinaava. Kulak tırmalayan ses ironik bir şekilde şefkat ve acıma doluydu. “Telaendril ve sen kardeşsiniz değil mi?”

     “Evet.” diye onu cevapladı Elrin. “Hatta sen ve Ocheeva gibi biz de ikiziz.”

     “Kardeşlik içinde Kardeşlik.”

     İkisi de keyifsizce güldüler.

     “Kargaşa çıkarmaya oldukça meyillisin kardeşim.” dedi Teinaava gülümseyerek. “Kardeşlik’e katılırken bütün Merkez Şehrini ayağa kaldırdın. Sonra da Bruma’yı. Biz suikastçıyız sanıyordum.”

     Elrin gülmeye başladı. “Teinaava bunun konumuzla alakası yok.”

     “Aslında hepsi Kardeşlik’le ilgili.” dedi Teinaava.

     “Derken? Yine mi benle ilgili bir sorun var?” diye karşılık verdi Elrin.

     “Gölge-Pul.”

     “Gölge ney?”

     Argonian başını izlemekte olduğu ateşten kaldırdı ve anlatmaya başladı.

     “Ocheeva ve ben birer Gölge-Pul’uz. Gölge-Pul’lar henüz doğmadan yumurta içindeyken yetim kalan Argonian’lar arasından seçilir. Yumurta çatladığında kaderin çizilmiştir. Doğumunla beraber yıllar boyunca sürecek bir eğitim alırsın. Gizlenme, yakın dövüş, bıçak ve yay kullanımı ve en önemlisi suikast! Hayatının tek bir amacı vardır. Seni yumurtanın içindeyken kurtaranlara hizmet etmek. Gölge-Pul üyeleri yüzyıllardır Karanlık Kardeşlik için eğitildiler. Eğitimini tamamlayan üyeler reşit olduklarında Kardeşlik’e katılırlar ve yeteneklerini Sithis ve Gecenin Annesi’ne sunarlar.”

     “Yani sen, benim gibi birisini öldürerek Kardeşlik’e katılmadın değil mi?” diye sordu Elrin.

     “Hayır, biz Kardeşlik’e hizmet için doğmuştuk.”

     “Doğmuştuk? Teinaava siz zaten Kardeşliktesiniz.” Elrin’nin kafası iyice karışmaya başlamıştı.

     “Başkaları da vardı. Aslında tam olarak dört Gölge-Pul vardı.”

     “Diğer ikisine ne oldu peki?” diye merakla sordu Elrin.

     Teinaava’nın cevabı netti, her şeyi açıklıyordu.

     “Biri öldürüldü, diğeriyse hala yaşıyor.”

     “Dur tahmin edeyim, biz ikincisi için buradayız.” dedi Elrin. “Peki onu bulunca ne olacak Teinaava?”

     “Onu öldürmemiz gerekiyor Elrin.” diye cevapladı Argonian. Sesindeki üzüntülü ton Elrin’i tedirgin etmişti. “O diğer üçümüze ihanet etti.”

     Teinaava duraksadı. Söyleyeceklerini toparlamaya çalışıyordu.

     “Henüz çok küçüktük. Eğitimimizin devam ettiği yıllardı. Ben, Ocheeva, Justinien ve o; Scar-Tail. Hepimizden yetenekliydi. Ustamız onun Karanlık Kardeşlik’te çok parlak bir geleceği olduğundan bahsederdi. Fakat, tüm bunlar Scar-Tail’in umurunda bile değildi. Baş başa kaldığımız zamanlarda hep Kardeşlik’in saçmalıktan ibaret olduğunu söyler dururdu. Çocuk olmasına rağmen hırsları fazlasıyla yüksekti. Kendi başına olmak istiyordu. Onun için biz ve Kardeşlik ayak bağından öte değildik.

     “Sonra ne oldu?” diye sordu Elrin.

     “Kaderine karşı çıktı.” dedi Teinaava. “Herkes uykudayken ustamızın boğazını kesip onu öldürdü. Sonra da onu fark edip uyanan Justinien’i biçti. O günden beri bize Vicente bakar. Sanırım Ocheeva tanıştığımızda söylemişti. Sebebi buydu.”

     “Ocheeva, Karaağaç Ormanı’nın yakınlarında faaliyet gösteren bir Necromancer grubundan tüyo almış. Söylediklerine göre Su Batağı kampının olduğu bölgeden geçerlerken orada bir hareketlilik görmüşler. İlk başta anlam verememişler ama dikkat ettiklerinde kampta bir Argonian’ın olduğu fark etmişler. Bu o!”

     “Ya o değilse?” diye sordu Elrin.

     “O olmak zorunda!”

     “Ben de nasıl bu kadar emin olabiliyorsun diye sordum.”

     “Çünkü Su Batağı Gölge-Pul’ların eğitildiği yerdir.” diye onu cevapladı Teinaava. “Ve ustamız öldükten sonra kamp terk edildi.”

     Teinaava oturduğu yerden kalktı ve çadırına yöneldi. Anlaşılan uyku vakti gelmişti. Elrin de kalktı. Tam içeri girmek üzereydi ki duyduğu sesle Argonian’a döndü.

     Göz yaşları Argonian’ın pullu derisinde parlıyordu. Sürüngenimsi yüzü nefretle kasılmıştı.

     “Yarın kardeşim. Yarın, intikam günü!”

***

     Teinaava dizginleri gevşettiğinde Elrin çok yakında olduklarını biliyordu.

     “Bence artık atsız devam etmeliyiz kardeşim.”

     Bunun üzerine ikisi de atlarından indiler ve onları izledikleri patikanın kenarındaki gölgesi geniş bir ağaca sıkıca bağladılar. Öğle vakti gelmek üzereydi ve atlarını güneşin sıcağına bırakmak pek de akıl karı bir davranış olmazdı.

     Yükselen güneşi gördüğünde Elrin’nin aklına nahoş bir şey geldi. Gölgeler kısalmaya başlamıştı. Her daim tetikte olan bir Argonian’ı nasıl avlayacaklardı? Teinaava’nın planı olmalıydı.

     “Peki biz bu herifi nasıl yakalayacağız Teinaava? Baksana öğlen olmak üzere. Geceyi beklesek?”

     “Hayır kardeşim bana güven, o piç gündüz vakti birinin ona saldıracağını aklına bile getirmez.” diye ona güvence verdi Teinaava.

     Su Batağı etrafını çeviren heybetli ağaçlarla korunuyordu. Fakat yıllardır boştu ve şimdi çürümüş eğitim kampında fareler hüküm sürüyordu. Eskiden çadır olduğu belli olan bez parçaları etrafta saçılmıştı. Bir zamanlar Gölge-Pul eğitimine yardımcı olan tahta malzemelerse tanınmayacak haldeydiler. Kamp her bir karışıyla terk edildiğini belli ediyordu. Manzarayı tek bozan gri bir çadır ve onun önünde yatan belli belirsiz bir şekildi.

     “İşte orada.” diye fısıldadı Teinaava.

     “Evet, ama biraz daha yakınlaşmalıyız.”

     “Hayır.” dedi Teinaava saklandıkları ağacın arkasından çıkarken. “İkimiz birden yakınlaşırsak görülebiliriz. Sen etrafı dolaşarak yaklaş.”

     “Sen?”

     “O alçağın boğazını kesmeye gidiyorum. Sorun olursa müdahale edersin. Bana şans dile kardeşim.”

     Teinaava kampta uzanmış sıcağın tadını çıkaran Scar-Tail’e yaklaşırken Elrin de ağaçların sık olduğu bölümden kampa doğru ilerledi. El yordamıyla ağaçlar arasında giderken gözlerini kapattı ve konsantre oldu.

     Ağaçlar huzursuzdu. Birazdan ölüm göreceklerinin farkına varmışlardı. Elrin onları sakinleştirmeye çalıştı. “Sadece intikam, merak etmeyin.”
Elrin çevresindeki hayvanların kalp atışlarını hissetti. Onların da ruhları huzursuzdu. Sanki bütün orman huzursuzdu. Cinayet görmek istemiyorlardı. Onu uyarıyorlardı. Aldırmadı, bu tam olarak cinayet sayılmazdı. Sonra bütün dikkatini kampta dinlenmekte olan Scar-Tail’e verdi. Ruhu…

     …Yoktu! Elrin gözlerini açtığında Teinaava’nın da aynı şeyi gördüğünü biliyordu. Uzaktan idrak edememişlerdi ama şimdi biliyorlardı. Orada yatan çürümüş bir cesetten fazlası değildi. Bu bir tuzaktı. Scar-Tail geldiklerini biliyordu. Elrin göreceklerinden korkarcasına başını kampa yaklaşmakta olan Teinaava’ya çevirdi. Çığlık da aynı anda gelmişti.

     Uzun boylu sıska bir Argonian bıçağını Teinaava’nın karnına saplamıştı. Teinaava ıstıraplar içinde yere yığılırken fışkıran kan Scar-Tail’in lekeli yüzüne,  incecik çıplak bedenine ve paçavra pantolonuna yağdı.

     “Hey elfçik! Orada bir yerdesin bunu biliyorum!” dedi Scar-Tail bıçağı pantolonuna silip temizlerken. Eğleniyor gibiydi. “Çık ortaya!”

     Elrin kanlar içinde yerde yatan Teinaava’yı gördüğünde içinde tanıdık bir suçluluk duygusu kabarmıştı. Saklandığı ağaçlıktan çıktı kukuletasını indirdi. Bıçakla kesilmiş şekilsiz sarı saçları rüzgarla titredi.

     Scar-Tail uzaktaydı. Ama ulaşılmaz değildi. Teinaava kan kaybediyordu, eğer bıçak hayati bir organına denk geldiyse fazla vakti yoktu.

      “ELRİN! KAÇ! SAÇMALAMA! ONU YENEMEZSİN!”

     Elrin gardını almış onu bekleyen Scar-Tail’e doğru süratle koşmaya başlarken “Bir kez daha olmaz!” diye bağırdı. “Hayır!”

     Gözleri kör eden bir parlama… Kesilen pullu derinin çıkardığı mide bulandırıcı ses… Woe, Scar-Tail’in boynunu öyle derin kesmişti ki Argonian yere düştüğünde onun boynunu sadece bir kaç kas yerinde tutuyordu. Artık en az tuzak kurmakta kullandığı ceset kadar ölüydü.

     Elrin bıçağını kınına soktu ve hemen bilincini kaybetmek üzere olan Teinaava’nın üzerine eğildi. Kanı durdurması gerekiyordu. Yanında sarmak için kumaş olmadığından Scar-Tail’in pantolonundan bir parça yırttı ve özenle Teinaava’nın beline sardı. Bıçak midesine gelmemişti, bu iyi haberdi. Eğer kanı durdurabilir ve yeterince çabuk davranıp yarım gün uzaklıktaki Leyawiin’e varabilirse onu kurtarabilirdi.

     “Elrin, ölebilirdin.” Ses o kadar zayıf çıkmıştı ki azalmaya başlayan kana rağmen Elrin tedirgin oldu. Dikkatli bir şekilde Teinaava’yı sırtladı

     “Hayır Teinaava, artık kardeşlerimi yarı yolda bırakmıyorum.” dedi Elrin nefes nefese. Şimdiden yorulmuştu. Ama başaracaktı, Teinaava’yı ne olursa olsun yaşatacaktı. “Buradan gidiyoruz. İşimiz bitti.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu