Diğer Adı: Kabaneri of the Iron Fortress
Yönetmen: Tetsuro Araki
Senaryo: Ichiro Okouchi
Stüdyo: Wit Studio
Müzik: Hiroyuki Sawano
Tür: Dram, Macera, Kıyamet Sonrası, Steampunk
Süre:12 Bölüm
Post apocalyptic olarak adlandırılan kıyamet sonrası teması kendimi bildim bileli ilgimi çeken bir tür olmuştur. Hayatımızı örümcek ağı gibi öğren sıkıcı yaşam tarzımızın ansızın sona ermesi, her günün bir ölüm kalım mücadelesi olması ben de dahil birçok insana cazip gelmektedir. Benim favorim ise genelde zombilerdir. Koutetsujou no Kabaneri’de de zombi benzeri yaratıklar olduğu için dikkatimi hemen çekmişti ama izlemek için sezonun bitmesini bekledim. Son bölümü de izledikten sonra şunu anladım: Evet, zombileri çok seviyorum, ama her zaman sadece onlarla da olmuyor!
Koutetsujou no Kabaneri (kısaca Kabaneri) bizleri Sanayi Devrimi döneminin Japonya’sına götürüyor. Daha doğrusu o dönemdeki adı ile bir ada ülkesi olan Hinomoto’ya. Ortalama 250 yıl geçmişe gitmemize rağmen o dönem çoktan kıyamet sonrası döneme girmiştir çünkü nereden geldiği ve kökeni belli olmayan yürüyen ölüler dünyayı sarmıştır bile. Zombi benzeri bu yürüyen ölülere “Kabane” denmektedir ve klişe zombilerden daha hızlı, daha çeviktirler. Kalpleri ışıldamaktadır ve ince demir ile örülü olduğu için öldürülmeleri zordur. Dönemin tüfekleri ve kılıçları da Kabane’lere karşı bir yere kadar fayda sağlayabilmektedir. Ayrıca kan kokusuna karşı aşırı duyarlı olan Kabaneler, sürü halinde de hareket edebilmektedirler.
Başta Japonya olmak üzere tüm dünyayı istila eden Kabeneler’den korunmak için hayatta kalan insanlar yüksek duvarlı şehirler inşa etmişlerdir. İstasyon diye adlandırılan bu şehirlerin arasında zırhlı trenlerle seyahat edilebilmektedir. Orta halli bir istasyon olan Aragane İstasyonunda da serinin kahramanı Ikoma yaşamaktadır. Trenlerin bakımında çalışan Ikoma, geçmişinde yaşadığı bir pişmanlık yüzünden Kabaneler’den saklanmak yerine onlarla mücadele etmek istemektedir. Bunun için de tasarımı kendine ait olan bir silah üzerinde çalışmaktadır ve amacı bu silah ile Kabane’lerin kalbini rahatça delebilmektedir.
Günün birinde Koutetsujou (Demir Kale) adlı zırhlı tren Mumei adında garip ama gizemli bir ziyaretçi getirir. Kızın istikameti ülkenin lideri Shogun’un da ikamet ettiği Kongokaku adlı istasyondur. Günün akşamında ise Kabaneler’in sızmayı başardığı bir başka zırhlı tren, tüm mürettebat ya öldüğü ya da Kabane’ye dönüştüğü için, yavaşlayamayarak Aragane İstasyonuna sert bir giriş yapar. Tren savrulur ve dolayısıyla içindeki Kabaneler de istasyona yayılır. Elbette hemen kırmızı alarm verilir ama yüzlerce Kabane ile başa çıkma çabaları nafiledir. Ikoma ise hemen evine koşarak yeni geliştirdiği yüksek basınçlı silahını denemek ister. Bir Kabane’yi yakınına çeker ve başarılı da olur. Silah çalışmaktadır ve tek atışta demirle örülü kalbi delip geçmektedir. Lakin Ikoma’nın silahını deneme çabası ona biraz pahalıya patlar. Ikoma ısırılmıştır ve Kabaneler’in salgıladığı virüs hızla vücuduna yayılmaktadır. Ikoma çaresizce virüsün beynine ulaşmasını engellemeye çalışır. Düşük şansına rağmen başarılı olur. Elbette Ikoma şaşkınlık içindedir. “Ben şimdi neyim? İnsan mı yoksa Kabane mi?” derken gizemli kız Mumei’den artık ne insan ne de Kabane olduğunu, kendisinin artık yarı insan yarı Kabane bir “Kabaneri” olduğunu öğrenir.
Hayatta kalmaya çalışan tüm insanlar gibi Ikome ve Mumei de Koutetsujou adlı zırhlı trenin yolunu tutarlar. Trenin hedefi Kongokaku’dur ama yolculuk hiç kolay olmayacaktır. Trendeki herkesin Ikoma’dan korkması, aşırı nüfusun getirdiği yiyecek kıtlığı, yaşanan sinir harbi ve elbette sürekli devam eden Kabane tehdidi derken Koutetsujou ve içindekileri uzun bir yolculuk beklemektedir.
Koutetsujou no Kabaneri’yi izlemeye başladığımda aklıma üç şey geldi: Shingeki no Kyojin, World War Z ve Snowpiercer. Shingeki no Kyojin’yi düşünmemin sebebi iki yapımın da aynı temaya sahip olması. İki animede de insanlık surların arkasına sığınıyor ve dış dünyanın tehditlerinden saklanıyor. World War Z ise Kabaneler’in o filmdeki zombilere benzemesinden dolayı aklıma gelmişti. Zombiler ikisinde de çevikler, hızlılar, sürü halinde hareket edebiliyorlar ve bir yere ulaşmak için birbirlerini ezebiliyorlar. Kaptan Amerika, Chris Evans’ın başrolünde oynadığı Snowpiercer’in filmle benzerliği ise trenler. Filmdeki Snowpiercer treni ile animedeki Koutetsujou arasında aslında pek bir fark yok. İkisi de zırhlı, ikisi de dış tehditlerden korunmak için ve ikisinin de nüfusu gereğinden fazla.
Anlatmak istediğim, animeye ilk başladığımda aklıma sevdiğim diğer seriler geldi ve işte o zaman “tamam, harika bir seri beni bekliyor” dedim. Nitekim öyle de oldu çünkü anime çok iyi, atmosferi sağlam ve gaza getirici bir ilk bölüme sahip. Hatta gaza gelip “bu gece bu animeyi bitiririm!” bile demiştim ki maalesef evdeki hesap çarşıya uymadı arkadaşlar. Bölümler ilerledikçe anime kalitesini yukarı çıkaracağına veya en azından koruyacağına bir düşüş yaşıyor. Ikoma’nın yetersiz bir ana karakter oluşu veya Mumei’in boynuna bağladığı saçma kurdele gibi anlamsız ayrıntılar gözünüze batmaya başlıyor. Hayatta kalma mücadelesi birden karakterler arası çekişmeye dönüşüyor. Bitime az kala aniden ortaya çıkan Biba adındaki adam ansızın animenin en kötüsü oluyor. Demek istediğim; bambaşka bir şey izlerken anime çok farklı bir hal alıyor ki benim gaza geldiğim, hayran kaldığım ilk bölüm bu animeye mi aitti deyiveriyorsunuz. Hal böyle olunca ilk bölümün başarısı karşısında diğer bölümler iyi olsa bile ister istemez sönük kalıyor.
Koutetsujou no Kabaneri’nin uyarlandığı herhangi bir manga yok. Seri, sayısı az olan ve doğrudan anime olarak planlanan projelerden birisi. Yönetmen koltuğundaki isim yapımcı stüdyo Wit Studio ile sürekli çalışan Tetsura Araki. Araki, Shingeki no Kyojin’in de yönetmeni. İki anime arasındaki benzerlik buradan geliyor diyebilirim. Araki; Death Note, Highschool of the Dead gibi animelerde de yönetmen koltuğundaki isimdi. 2017 yılında ekrana gelecek olan Shingeki no Kyojin’in ikinci sezonunun da yönetmeni Araki olacak. Animenin senaristi Ichiro Okouchi de yabana atılacak bir isim değil. Kendisi Code Geass’in yazarı dersem sanırım yeterli olur. Wit Studio ise Production I.G. ile beraber Shingeki no Kyojin üzerinde ortaklaşa çalışmıştı. Bunun dışında Shisha no Teikoku (Cesetler İmparatorluğu) stüdyonun en çok öne çıkan bir diğer yapımı.
Kabaneri’nin çizimlerinde en dikkat çekici unsur detay seviyesi. Trenlerin üzerindeki pastan, akan kana; tahtaların menteşesinden, trenin borularından sızan buhara kadar hemen her şey aktarılmış. Açık konuşayım: bu kadar detayı başka animelerde görmek çok zor. Elbette günümüz animeleri detay bakımından her geçen gün kendini aşıyor ama Kabaneri’deki olay bambaşka. Ayrıca Kabeneler’le gerçekleştirilen savaş sahneleri de başarılı. Mumei’in Kabaneler’in arasına dalıp deyim yerindeyse ortalığın kan gölüne dönmesi gibi hızlı aksiyon sahneleri animenin en büyük artılarından. Karakter modellemeleri ise fazla gerçekçi olmamakla beraber absürt de değiller. Ön planda bulunan bütün karakterler, kız erkek fark etmeksizin, çok güzel. Ama tuhaf saç şekilleri veya elbiseler bu animede yok. Fan servisliği de (kızların orasını burasını ekrana yapıştırması) minimum seviyede tutulmuş. Mumei’nin mini eteklerini saymaz isek var ile yok arası bir şey ki bu benim için bir artıdır. Müziklerden sorumlu isim ise Hiroyuki Sawano. 2006 yılından bu yana animeler için besteler üreten Sawano; Shingeki no Kyojin, Aldnoah.Zero, Guilty Crown, Kill la Kill gibi kendini kanıtlamış animelerde çalışmış bir isim. Egoist’in seslendirdiği animenin adını taşıyan açılış parçası benim gözümde inişli çıkışlı bir parça. Kimi kısımları çok güzelken kimi kısımlarını dinlemek dahi istemedim. Kapanış parçası ise “Ninelie” ise bana daha ılımlı ve hoş geldi.
Koutetsujou no Kabaneri kötü bir anime kesinlikle değil ama ilk başta yarattığı o etkiyi bir daha yaratamaması en büyük handikabı. Takip ettiği bir mangası olmadığı için de tatmin edici ve ikinci sezona müsait bir son ile final yapıyor. Haftaya yeniden görüşmek üzere, hoşçakalın.