“Uyuyan höyük krallarından prensesler kaçırdım. Trebon kasabasını yakıp kül ettim. Felurian’la bir gece geçirdim ve hem canıma hem de aklıma mukayyet olabildim. Çoğu insanın alındığından daha küçük bir yaşta Üniversite’den atıldım. Başkalarının gündüz gözüyle ağızlarına almaktan bile korktukları yollardan ay ışığı altında geçtim. Tanrılarla konuştum, kadınlar sevdim ve ozanları ağlatan şarkılar yazdım.
Benim adım Kvothe. Belki beni duymuşsunuzdur.”
Fantastik edebiyat hep ilgimi çeken bir konu olmuştur.Yüzüklerin Efendisi serisi, The Hobbit, Silmarillion, Gediksavaşları Efsanesi ve Ölüm Kapısı serisi şimdiye kadar okuduğum fantastik eserlerden. Bu kitap ve serilerin genellikle birbirine paralel bir yapısı vardır; bizlere Ortaçağ Avrupası’nın izlerini yansıtırlar,ben bu kitapları okurken kendimi hep o dönemin büyülü ve fantastik versiyonunu yaşıyormuş gibi hissetmişimdir, ancak şimdi anlatacağım bu iki kitap tamamen ezber bozan cinsten ve diğerlerinin yanında bir parantez açılması şart olanlardan. Kabul ediyorum Yüzüklerin Efendisi hala tahtta olabilir ama ben özellikle bu seriyi okuyunca (3. kitap henüz çıkmadı) en az onun kadar güzel fantastik eserler verilebileceğini hissediyorum.
Kralkatili Güncesi, Patrick Rothfuss tarafından kaleme alınan bir üçlemedir. Birinci kitap Rüzgarın Adı ile satışa çıktı ve kısa sürede çok büyük bir başarı yakaladı, zaten yazar seriye başlamadan evvel bunu bir üçleme olarak çıkartacağını planlamış olduğundan herkes serinin diğer halkalarını beklemeye başladı. İkinci kitap olan Bilge Adamın Korkusu gerçekten de bilge kitapseverleri görünüşüyle biraz korkutsa da (1142 sayfa) endişeleri boşa çıkardı ve ilk kitaptan daha bile güzel oldu.
Dünyada tam 32 dile çevrilen Kralkatili güncesi serisine rastlamam internette forum forum dolaşıp fantastik edebiyat açlığımı gidermeye çalışırken oldu. Özellikle Gediksavaşları serisinden sonra beni hiç kesmeyen birkaç umutsuz denememden olmuştu, umudumu yitirmeye başlamıştım ki Patrick Rothfuss ismine rastladım. Henüz genç olan bu yazara başlarda önyargılı yaklaşsam da sözlüklerde ve forumlarda aldığı yorumlardan dolayı ona bir şans vermem gerektiğini düşünüp kitapçının yolunu tuttum.
Şunu söylemeliyim ki KGS popüler bir kitap ve kolay bulunabiliyor. Ülkemizde fantastik eserler fazla ilgi görmediğinden bulunmaları hiçte kolay değil, bu bana göre Rothfuss’un eserinin en büyük artılarından biri. Kitapçıya girip ilk kitabı olan Rüzgarın Adını elinize aldığınızda önce bir endişeleniyorsunuz, çünkü kitap oldukça kalın ve ister istemez kafanızdan acaba sıkılır mıyım düşüncesi geçiyor. İkinci kitabı gördüğünüzde ise sizi daha büyük bir şok beklediğini söylemeliyim, ancak kesinlikle tereddüt etmeyin zaten kitaba başaldığınızda ilk 100 sayfada ne demek istediğimi anlayacaksınız.
Gelelim kitabın konusuna ve içeriğine. KGS her şeyden elini eteğini çekmiş eski bir ozan ve maceracı olan Kvothe adında bir hancının öyküsünü anlatıyor, zamanında dünyadaki hiçbir insanın hayal dahi edemeyeceği maceralara atılmış olan Kvothe birçok düşman edinmiş. Kimlik değiştirerek her şeyi bırakıp kendine uzak diyarlarda yeni bir hayat kurup han işletmeye başlamıştır. Her şeyden uzak bir şekilde hanıyla ilgilenirken yolu “Tarihçi” lakabıyla anılan bir adamla kesişir ve Tarihçi onu anılarını yazdırmaya ikna eder. İşte hikaye bu noktadan sonra başlıyor ve Kvothe ile tarihçi 3 gün sürecek (bu yüzden seri birinci gün ikinci gün diye ayrılıyor) bir sohbete giriyorlar. Kitapta okuyucuların aradığı hemen hemen her şey var, üstelik KGS’yi okumak için ille de fantaziden hoşlanmanız gerekmiyor. Yazar hikayeyi o kadar güzel örmüş ki hikayeye küçük bir çocuk olarak başlayan Kvothe’ye hayatının tüm dönemlerini ve onlar içerisinde yaşadığı farklı olguları biz okuyuculara başarılı bir şekilde sunmuş.
Her bilge adamın korktuğu üç şey vardır…
Kvothenin anılarını yazdırmaya başladığı ilk günde geçen Rüzgarın Adı, gerçekten de insanı seriye bağlamasını bilen inanılmaz akıcı ve farklı bir kitap olmuş. Kitabı okurken zaten onu diğerlerinden ayıran ilk farkı göreceksiniz, yazar karakterinin anılarını anlattırdığı için kitabı onun ağzından aktarmış, yani bu hikayeyi Rothfuss’un değil de Kvothe’nin ağzından dinleyeceğiz. Bana kalırsa bu yazım şekli riskli, ancak yazar öyle ustaca kaleme almış ki kesinlikle yabancılık çekmiyorsunuz. Tüm bu anlattıklarım Bilge adamın korkusu içinde geçerli devam niteliğinde olan ve 2. günde geçen kitabında heyecan bir nebze daha artıyor ve ilk kitabı da sanki biraz gölgede bırakıyor.
Yazıyı bitirmeden önce biraz ana karakter olan Kvothe’den bahsetmek istiyorum. Ona özel bir satır ayırmamın nedeni gerçekten okuyucuyu etkiliyor olması. Rothfuss öyle bir karakter yaratmış ki onu tam gözünüzde büyüttüğünüz, yücelttiğiniz, onunla gurur duyduğunuz anda çok büyük hatalar yapabiliyor, zayıflıklarını gösteriyor size zaaflarını açıyor, süper bir fantastik karakter değil, pişmanlıkları ve utançları olan ama bunları toparlamasını bilen kendinizi ona çok yakın hissedeceğiniz bir kahramana dönüşüyor. Zaman zaman anlayışla yaklaşacağınız, zaman zaman hayran olacağınız çok ciddi karizması olan bir karakter yaratan yazarı tebrik ediyorum.
Sonuç…
Bu iki kitap da benim son yıllarda okudğum en güzel fantastik serilerden. Ağzınızda çok farklı bir tat bırakıyor ve o kadar sayfanın ne kadar çabuk geçtiğini anlayamıyorsunuz bile. Kendimi işteyken eve gitsem de okusam diye düşünürken bulduğumu itiraf etmeliyim ve iki kitabı da bitirdiğimde birkaç gün içimde ciddi boşluk hissettim. Tavsiyem seriyi kampanya ile 2 kitap halinde almanız, böylece maddi anlamda iyi bir kar edebilirsiniz. Akıcılığıyla, yarattığı karakterlerle, hikaye örgüsüyle tüm övgüleri hak ediyor okuyun okutturun.