Oyun İncelemeleri

Life is Strange: True Colors inceleme

Kolorado merkezli Amerikan bir video oyunu geliştiricisi olan Deck Nine stüdyosu tarafından geliştirilen Life is Strange: True Colors, Square Enix’in Life is Strange serisinin en yeni oyunu olarak karşımıza çıkıyor. 9 Eylül 2021’de PlayStation 4, PlayStation 5, Xbox One, Xbox Series X|S, PC ve Stadia için piyasaya sürülen (Nintendo Switch’e de gelecek) yapım, tamamen bağımsız bir Life is Strange deneyimi sunuyor. Bir devam oyunu olmayan ve kendi hikâyesini ayrı bir şekilde anlatan Life is Strange: True Colors’a çıkışının ardından göz atıyor ve detaylıca inceliyoruz.

Life is Strange: True Colors inceleme

Life is Strange: True Colors inceleme

Gücün çağrısı

Life is Strange: True Colors gibi neredeyse tamamen hikâye odaklı bir oyunda, sizler için sürprizi kaçıracak herhangi bir unsurdan bahsetmemek her ne kadar oldukça zor olsa da, oyunun bizlere Steam sayfasında veya fragmanları ile sunduğu kadarıyla hikâye kısmından kısaca bahsetmem gerekiyor. Bir yetimhanede büyümüş olan Alex Chen olarak oynadığımız yapımda, yıllar sonra erkek kardeşimizi bulmamızı ve onun yanına, küçük ama huzur dolu olan Haven Springs kasabasına taşınmamız konu alınıyor.

Sahip olduğu doğaüstü güçler sayesinde diğer insanların yoğun duygularını farklı renklerde parlayan auralar şeklinde gören ve o duyguları, adeta kendi duygularıymış gibi yaşayabilen Alex Chen, kendisine bahşedilmiş olan bu gücü bir ‘lanet’ olarak nitelendiren ve bastırmaya çalışan bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Aradan geçen uzun yıllar sonra erkek kardeşinin, Alex’i bulması ve onu kendi yanına davet etmesiyle başlayan hikâyemiz, tam bir mutlu aile tablosu oluşmuşken Haven Springs’in karanlık gizemi ile çığırından çıkıyor.

Erkek kardeşimiz Gabe, yaşanan bir ”kazada” ölünce, Alex’in gücünü kullanarak gerçekleri ortaya çıkarması ve küçük bir kasaba olan Haven Springs’in kendi içerisinde saklamış olduğu karanlık sırları ortaya çıkarması gerekiyor. Ana karakterimizi ve bizleri oldukça duygu ve büyük sırlarla dolu bir macera beklerken; Life is Strange: True Colors, oyuncuya gerçekten o atmosferi, çok başarılı bir şekilde hissettiriyor.

Kasabaların en güzeli

Life is Strange: True Colors, türünün neredeyse her örneği gibi, ağır ve yavaş bir tempo ile başlıyor. Sizlere hikâyeyi detaylı bir şekilde anlata anlata ilerleyen bir yol tercih eden oyun, bu işleyişi sırasında oyuncuyu sıkmamayı başarıyor. Genel itibariyle hikâyesi ve oyuncuya sunduğu hikâye işleyişi ile öne çıkan bu tarz yapımlarda gördüğümüz ağır başlangıç, oyuna adapte olmamızı ve bizleri o evren içerisine gerçekten sokmayı hedefliyor. Oyunun ilk saatlerde yapmış olduğu yavaş başlangıç sayesinde, hikâyeyi ve ana karakterimizi çok daha iyi tanıyor, bu sayede de oyuna çok daha iyi bir şekilde adapte oluyoruz. Haven Springs’in o güzel sokaklarına adımınızı attığınızda ise, ”İşte bizi muhteşem bir macera bekliyor” cümlesini gerçek anlamda kuruyorsunuz.

Life is Strange serisinin tatlı; fakat ciddi anlamda güzel gözüken grafikleri ile birleşen Haven Springs, Kolorado’da yer alan küçük ama mükemmel tasarlanmış bir kasaba olarak karşımıza çıkıyor. Bizlere sunmuş olduğu o eşsiz dağ manzaraları ve güzel atmosferini, sıcak kanlı sakinleri ile birleştiren kasaba; oyuncuya, gerçekten iyi düşünülmüş bir dünya vaat ediyor.

Oyunumuzun ilk saatlerinde ağır, yavaş tempolu; fakat oyuncuyu sıkmayan bir yapıda olan hikâyesi, bu güzel kasabayı keşfetmemize ve onun hissettirdiği aile ortamı ile birlikte oyunun dünyasının içerisine girmemizde oldukça önemli bir rol oynuyor. Bu küçük ve mükemmel gözüken kasaba, içerisinde barındırdığı güzelliklerin yanı sıra; karanlık sırlara da ev sahipliği yapıyor.

Duyguların oluşumu

Oyunun ilerleyen saatlerinde, bahsettiğim ağır tempo terk ediliyor ve oyuncuya ciddi anlamda bir duygu yüklenimi yapılmaya çalışılıyor. Life is Strange: True Colors; ara sahneleri, çok iyi tasarlanmış karakterleri ve gerçekten güzel animasyonları ile birlikte oyuncuya ‘hissettirme’ konusunda genel anlamda başarılı olsa da, bazı kısımlarda biraz ileriye kaçabiliyor. Hikâyenin açılması ve yaptığımız seçimlerin sonuçlarını hissetmeye başladığımız zamanlarda ise, oyun gerçekten çok daha eğlenceli bir hâle gelirken, Alex’in gücü de oynanışı pozitif anlamda etkilemeyi başarıyor. Oldukça ilgi çekici bir güce sahip olan Alex ile, neredeyse gördüğüm her şeyi incelemiş birisi olarak, güzel bir 14 saatlik macera yaşadım.

Ayrıca, oyunun hikâyesine adapte olduğumda ve Haven Springs’e alıştığımda, en çok dikkatimi çeken şeylerden bir tanesi ise; oyundaki karakterlerin ciddi anlamda iyi tasarlandığı ve her birinin ayrı bir geçmişe, kişiliğe sahip olduğunu görmek oldu. Etrafta bulunan çeşitli eşyalar, yoğun duygular içeren hatıralar ve insanların yanı sıra; oyun içerisinde bulunan telefonumuz (Bir sosyal medya ağı bile var) sayesinde de karakterlerin önceki hayatını ve kişiliklerini öğrenebiliyoruz.

Yaptığımız seçimlerin, ciddi anlamdaki sonuçlarının yanı sıra; oyun içerisinde yapmış olduğu minik değişiklikler (Telefon mesajları veya sosyal medyada paylaşılanlar aracılığıyla) olduğunu görmek bile, gerçekten iyi hissettirebiliyor. Sadece yoğun duyguları görebilen, hissedebilen ve kontrol edebilen Alex, Life is Strange: True Colors’da bizlere gerçekten iyi bir hikâye arkadaşı oluyor.

Deck Nine ekibinin, Life is Strange: True Colors konusunda gerçekten başarılı bir iş çıkardığını düşünüyorum. Oyuncuya gerçek anlamda ‘dokunan’ bir hikâye sunan yapım, bu hikâyenin yanı sıra; çeşitlilik sunmayı da başarıyor. Duyguları konu aldığı gibi, bolca duygu da hissettiren oyun, favori Life is Strange oyununuz hâline gelebilir.

Bahsettiğim ‘duygu’ unsurunun, oyun içerisindeki başarısının en önemli sebeplerinden birkaç tanesi, gerçekten kaliteli animasyonları ve başarılı hikâyesi olsa da, üstün seslendirmen kadrosu ve Haven Springs’in atmosferini yansıtan çapta şahane müziklerinin de rolü büyük.

Hikâye içerisinde bazı anlarda veya Haven Springs’in o güzel sokaklarında bulduğumuz huzur dolu bir anda çalan o güzel müzikleri oturup dakikalarca dinleyip, manzaranın tadını bolca çıkarmış birisi olarak, oyunda en çok beğendiğim unsurlardan bir tanesinin müzikleri olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

Oyun içerisindeki oyunlar ve sorunlar

Oyun içerisindeki en eğlenceli vakit geçirdiğim ögelerden bir tanesi ise oyun içerisinde oynadığım bazı sürpriz oyunlar oldu. Etrafta bulunan ‘Arcade’ cihazlarından oynayıp, rekorlar kırmaya çalışabiliyor ve daha önce herhangi bir oyunda pek sık denk gelmediğimiz, langırt gibi sürprizlerle de karşılaşabiliyoruz; fakat tabii ki benim en için en büyük sürpriz, oyun içerisindeki LARP (Live-action role playing game) etkinliği oldu. LARP hakkında sürprizi kaçırmamak için pek bir bilgi vermek istemiyorum; fakat gerçekten oynanışa büyük bir çeşitlilik katıp, oyuncuyu sorunlardan uzaklaştırıp, eğlendirmeyi çok iyi başarıyor (Keşke bir tane de biz düzenlesek).

Life is Strange: True Colors’u uzun uzun övgülere boğduktan sonra, gelelim olumsuz yanlarımıza… Oyun içerisindeki tecrübemi derinden etkileyecek pek bir optimizasyon sorunu yaşadığımı düşünmüyor (En azından Glitchpunk veya Aragami 2 kadar) olsam da, bazı sorunlar yaşamış olduğum kesin. Öncelikle oyunu PC aracılığı ile Steam’den oynadığımı belirtmek istiyorum. Life is Strange: True Colors hakkında yazılan bazı yorumları okuduğumda; oyuncuların, yeni nesil konsollarda ciddi anlamda performans sorunları yaşadığını gördüm. PC’de böyle bir duruma denk gelmemiş olsam da, konsol tarafını bilmediğim için yorum yapamayacağım.

Oyunda beni en çok rahatsız eden durumlardan bir tanesiyse, gereksiz uzunluktaki yükleme süreleri oldu. Sevdiğim bir oyunda, her yeri detaylıca incelemeyi ve görevlerin dışında evreni keşfetmeyi, kurcalamayı seven bir oyuncuyum. Life is Strange: True Colors ise bir mekana giriş-çıkışlardaki uzun yükleme (SSD filan dinlemiyor) süreleriyle beni bir hayli pes ettirdi diyebilirim. Ayrıca direkt olarak oynanış veya ara sahnelerin ilk sıralarında geciken kaplama yüklemeleri de, oyunun sinematik deneyimini birazcık da olsa olumsuz etkileyebiliyor. Bu tarz unsurlara çok fazla takılan bir oyuncu değilseniz pek bir önemi yok; fakat sinematik deneyim önemli tabii.

Ayrıca, oyun içerisinde yaşadığım küçük bir çökme sorunundan da bahsetmek istiyorum. 12. saatlerdeyim, hikâyenin en güzel kısımları, tam yeni ve çok heyecanlı bir sahneye geçtim ki… Ne göreyim? Kocaman, enteresan bir hata. Oyunu aç-kapa, bilgisayarı aç-kapa (Klasik milli taktiğimiz) düzelmiyor. Steam içerisinden oyunun dosyalarını doğrulattım ve üç dosyanın eksik olduğunu fark ettikten sonra, son sahneme devam edebilmek için 12 GB’lık bir indirme daha yapmam gerekti. Neyse, oyun güzel son sahneleriyle bu küçük telaşı bana unutturmayı başarmış olsa da, denk gelebiliyor yani.

Ortalama 14 saat süren, güzel Life is Strange deneyimim, tüm başarımlar (Etrafı biraz kurcalarsanız çok basit) ile birlikte son bulmuş bulunuyor. Oyun, her ne kadar etkili ve gizemli bir macera sunuyor olsa da, ülkemizdeki fiyatının gerçekten çok fazla olduğunu düşünmeden edemiyorum. 60$ gibi bir fiyat etiketine sahip olan yapımın ülkemizdeki fiyatı, 369 TL (Konsollarda 430 TL) olarak karşımıza çıkıyor. 60$’ın her ne kadar 518 TL yaptığını ve hafif indirimli bir şekilde Steam’e girildiğini de var sayarsak, her türlü çok pahalı oluyor.

Life is Strange: True Colors’un gerçekten başarılı bir yapım olduğunu düşünüyor olsam da; ülkemizdeki fiyatından dolayı, iyi bir indirim döneminde tercih edilebilir. Son zamanlarda hızlı tempolu, rol yapma ve sıra tabanlı yapımlarla boğuşuyor olduğum için, adeta yardımıma koşan Life is Strange: True Colors, kendi türü içerisinde gerçekten oldukça iyi bir oyun. Eğer hikâye işleyişinin ve seçimlerinizin ön planda olduğu bu tarz yapımlardan hoşlanıyorsanız, Life is Strange: True Colors’a mutlaka listenizde bir yer verin.

Son söz

Life is Strange: True Colors, genel anlamda oldukça severek oynadığım ve benim için unutulmaz bir Life is Strange macerası olarak kalacak bir yapım. En son Heavy Rain ile tatmış olduğum, bu karanlık gizemleri ortaya çıkarma duygusunu bana ikinci bir defa hissettiren Life is Strange: True Colors, türü sevenlerin kaçırmaması gereken bir yapım. Oyun, içerisinde bazı teknik problemler barındırıyor olsa da; özenle tasarlanmış karakterleri, hikâyeleri, müzikleri ve inceleme içerisinde detaylıca bahsettiğim daha birçok olumlu yanı ile barındırdığı eksiklerini kapatıp, başarılı bir oyun olduğunu oyuncuya hissettiriyor. Ortaya gerçekten güzel bir iş çıkaran Deck Nine ekibini tebrik ediyor ve herkese iyi oyunlar diliyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu