Lifestream
Adventure, çok sevdiğim bir tür olmasına rağmen, diğer türlere göre en kısır dönemleri yaşar. Uzun süre kaliteli yapım gelmediği zaman, unutulur gider, tabii bir yandan FPS ve aksiyon türü de genişlemeye devam eder. Aslında aksiyonların içinde de adventure öğeleri oluyor, ama tabii bir yere kadar. Bu ara, gözle görülebilir olarak, eski adventure’ların devamları geliştirildi (Myst 4, Atlantis Evolution gibi). Arada birkaç tane daha var ama isimleri bile duyulmadı, daha kabuklarından sıyrılamadan yok olup gittiler, ya da en azından bizim ülkemizde kendilerine pek yer edinemediler. Lifestream’i de bu gruba dahil edebiliriz. İyi niyetle hazırlanmış, ama bu oyuna kabul ettirilememiş maalsef. Lifestream pek tatminkar gözükmüyor.
Babamı getirin!
Klasik adventure sistemini, daha kazık bulmacalar eşliğinde bizlere sunuyor. Hikayesi aslında ilginç; John bir gece korkunç bir kabustan uyanır ve babasının kaybolduğunu farkeder. Onun bulunması için, ilan verebilmek gibi bir lüksü de yoktur, çünkü babası Peder Randolph Holton bir rahiptir. Kendi imkanlarını zorlayarak onu bulmalıdır. Daha da önemlisi, babası “Lifestream” isimli bir çalışma üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu çalışma, rüyaların aslında gerçek olabileceği üzerinedir. Acaba, Peder de Lifestream içinde sıkışıp kalmış olabilir miydi? John ile birlikte bu sorunun cevabını bulmaya çalışıyoruz.
Herşeyden önce dikkatimizi çeken olay, grafiklerdi. Başlangıçta da görebileceğiniz üzere, demo’larda kullanılan animasyon sistemi mantıksal hatalarla dolu. Özellikle, John’un yataktan kalkış bölümüne dikkat ederseniz, ne demek istediğimi daha iyi anlayabilirsiniz. Oldukça kötü bir sistem oluşturulmuş. Grafikler temiz gibi gözükse de, işler harekete gelince foya meydana çıkıyor. Neyse, bunu bir nebze görmezden gelerek oyuna giriyoruz. Adventure oyunlarına 1-2 dakika göz ucuyla bakmış olanlar bile, rahatlıkla kontrol edebilirler. Ekrandaki ikon anlaşılır ve aksiyon bölgelerine göre şekil alıyor. Ekranın sağına, soluna, yukarısına ya da aşağısına bakabileceğimiz zaman, ekran köşelerinde oklar oluşuyor, aksiyon ya da inceleme yapabileceğimiz yerlerde de değişik bir ikon oluyor. Alabileceğimiz objeler olduğu zaman ise, üzerinde “Take” yazan bir buton haline geliyor. Hepsi bu kadar, zorlanacak birşey yok. Oyun ekranının üst kısmında Inventory yazan bir yer var, buraya gelince, elimizdeki eşyaları görebiliyor, kullanmak istediğimiz zaman da, ilgili eşyayı sürükleyip uygun yere bırakıyoruz. Komplike değil ve adventure oyunlarının tamamında isteyebileceğimiz bir sistem.
Maalesef şu grafiksel öğeler daha düzgün aktarılsaydı, Lifestream için daha güzel şeyler söyleyebilirdim ama maalsef buna izin vermiyor. Ekran çevresinde ok tuşları çıktığında ve çevreyi araştırmak istediğimiz zaman, tıklamayı yapınca değişik bir animasyon şeklinde ilerleme oluyor. Orjinal bir fikirmiş gibi gözükse de birden bire görüntünün değişip hareketli bir alması, üstelik bunun da kötü gözükmesi hiç hoş olmuyor. Hatta, böyle görüntü yerine oyun içindeki bir görüntü şeklinde olsa, göze daha hoş gelecekti. Fakat, böyle olmamış. İç görüntüler konusunda aslında karar verirken zorlandım. Sonunda şöyle bir karar kıldım; dış mekanların tasarımları inanılmaz yapmacık duruyor, eski model oyunları andırıyor. İç mekanlar ise, dışlara göre daha güzel gözüküyor, en azından görebileceğimiz birçok obje var, fena da durmuyorlar.
Zor dostum zor
Hiçbirşeyden çekmedik, Lifestream’deki bulmacalardan çektiğimiz kadar. Daha başlar başlamaz garip bulamacalara maruz kalıyor ve ısınma sürecini geride bırakamadan kopmaya başlıyoruz. Aslında ilk başta, hafiften başlayıp vurucu bulmacaları daha sonraya bıraksalar, belki hikayenin de ilerlemesi ve merak duygusu ile, çözmek için biraz daha fazla vakit ayırabilirdik. Bu haliyle, kazık bulmacalarla dolu, zor bir adventure olmaktan öteye gidemiyor. Yine de, zor bulmacaları sevenler ve beyin jimnastiği yapmak isteyenler de olacağından, onlar için gerekli müjdeyi verebiliriz; “bulmacalar size göre”.
Canımı sıkan bir diğer konu da seslendirmeler, aslında kötü değil, ama ben nedense John’un seslendirmesini ve olaylara verdiği tepkileri çok antipatik buldum. Bir objeyi inceleyeceğimiz zaman, genelde “Hmm, What’s This” yani “Allah Allah, bu ne acep?” gibilerinden ısrarla soruyor, ses tonu da sinir ediyor. Bir de, önemsiz gibi düşündüğünüz yerlere tıkladığınız zaman çıkan “pat,küt” diye sesler, sizi birden bire şaşırtıyor, “n’oluyoruz” diyorsunuz kendi kendinize. Böyle ani çıkışlara ne gerek var ki, sakin sakin oynamaya çalışıyoruz şurada.
İşin aslı bu
Uzun bir zaman önce The Arrangement’ı oynamış ve acımasızca eleştirmiştim. İnsanlar bu gibi adventure’ları iyi niyetle yapmaya çalışsalar da, sonu hüsran olunca biz de acımasızca eleştirmek zorunda kalıyoruz. Lifestream’in durumu onun kadar vahim değil, hikayesi ilginç ve denenebilir, ama yine de tek tük de olsa daha fazla alternatif var denenebilecek, ilk tercihinizi onlardan yana kullanırsanız daha da iyi olacaktır.