Oyun İncelemeleri

LocoRoco 2

2005’in Eylül ayında piyasaya sürülen LocoRoco, PSP’nin adeta en büyük
eksiklerinden birini, gerçekten arzu edilebilecek ve PSP’de oynanmak istenecek
bir oyunun eksiklerini kapatacak özelliklere sahip olarak raflardaki yerini
aldı. Aslında LocoRoco’yu bu kadar popüler yapan ne hikayesi, ne de süper
teknolojik içeriğiydi. Hatta bunların büyük miktarda oyunda yer almadığı, ancak
saf eğlenceyi özlemiş oyuncuların yapıma can simidine tutunur gibi atladıklarını
söyleyebiliriz. Özellikle o yıllara dönersek, PSP’nin oyunlar bakımından
emekleme aşamasında olduğu ya da en çok bu aşamayı henüz tamamladığını
söyleyebiliriz. LocoRoco’nun başarısı ardından ne yazık ki yapımcılar ellerini o
kadar da çabuk tutmadılar. Ancak LocoRoco 2’den önce, bu yılın başında yine aynı
firma tarafından geliştirilmiş olan Patapon’da en az LocoRoco kadar sıra
dışıydı. Aslında her zaman savunduğum, PSP’nin 2D platform oyunları için
mükemmel bir yapıya sahip olduğu tezim, bu oyunlarla birer birer kanıtlanıyordu.
Ne hikaye, ne de teknoloji; artık farklı bir şeyler oynamak, oynarken de
eğlenmeyi özleyen oyuncular için LocoRoco ve 2 yıl ardından gelen Patapon
biçilmiş kaftandı. Fakat herkesin gözü LocoRoco 2’yi arıyordu.

Jöle mi desem…

Neredeyse üç senelik bir bekleyiş ardından oyunumuza en nihayetinde kavuştuk.
Akıllardaki ilk sorular yapımın aynı atmosferi, aynı eğlenceyi sunup sunmadığı,
yeni de bir şeyler katılıp katılmadığı yönündeydi. Bu yönden bir çekingenlik
kesinlikle olmasın; keza jöle kıvamlı oyunumuz hala oynarken yüzümüzden
tebessümü eksik etmiyor. Detaylara geçmeden önce LocoRoco’yu tanımayanlar için
oyundan kısaca bahsetmeye çalışalım. LocoRoco 1 ve 2, 2B bir platform oyunu.
Ancak alışılagelmişin dışında oyunun geçtiği dünya ve karakterleri en iyi
tanımlayacak cümle, jöle kıvamlı oldukları söylemek olacaktır. Rengarenk
ortamlar, çiçeklerden bulutlar, arka planlar, karakterimiz gibi yumuşak bölüm
tasarımları açıkçası ilk bakışta daha çok bir çocuk oyununu andırıyor. Fakat o
kadar eğlenceli ve sevimli bir yapısı var ki, bir kez elinize aldığınızda
şarjınız tükenene kadar oynamak zorunda kalıyorsunuz. Oyunun amacı ise oldukça
basit, etraftan bir nevi puan toplamak, mümkün olduğu kadar LocoRoco edinmek,
zararlılardan korunmak ve bölüm sonuna erişmek. Zaten bölüm sonunu gördüyseniz
ki, oldukça kolay. Kazanmamak gibi bir durum söz konusu değil. Sizi aynı bölümü
oynamaya dürtükleyen tek neden ise bölüm sonunda verilen bölüm içindeki sayılara
sizin ne kadar yakın olduğunuz. Özelliklede gizli karakter sayısını görüp, tüm
gizli yerleri keşfetmeye çalışmak ve tüm puanları toplayarak bölüm rekoru
kırmaya çalışmak için aynı bölümler pek çok kez oynanabiliyor. Bu nedenle
yapımımızın her ne kadar bölüm sayısı az gelse de uzun soluklu olduğunu
söyleyebiliriz.

Tüm bu anlattıklarım LocoRoco 2’de de değişmeden var olan mekanikler olarak
yerini alıyor. Fakat açılıştan itibaren yeniliklerin eklendiğini hemen
hissediyoruz. Mutlu bir şekilde varlığını sürdüren gezegenimiz, intikam almak
üzere bir meteorla yola çıkan Moja Moja’lar tarafından rahatsız edilmeye
başlıyor. Ara videolardan izlediğimiz bu durum ile amacımızın eski huzuru
sağlamak olduğu hemen anlıyoruz. Belli aralıklar ile izlediğimiz kısa videolarda
genellikle duruma neyin sebep olduğu ve yapılması istenen şeyler söyleniyor. Her
zaman olduğu gibi bölümlere tek bir LocoRoco canı ile başlıyoruz. Etraftaki
kırmızı çiçekleri yedikçe hanemize yeni canlar ekleniyor. Can sayımız arttıkça
daha bir şişkolaşıyoruz. Bununla birlikte O tuşuna çift bastığımızda tek bünyede
toplanmış olan bütün canlar bölünerek, can sayısı kadar LocoRoco’ya
ayrılıyorlar. Bu özellik dar yerlerden geçmek gibi durumlarda sık sık
kullanılıyor. Çok sayıda karakteri kontrol etmek zor olduğundan işimiz bitinde O
tuşuna basılı tutarak, tüm canları tek bünyede topluyor, yolumuza şişko
halimizle devam ediyoruz.

Serinin ikinci versiyonunda bölümler biraz daha zor ve çok daha uzun, ancak
yinede bölümleri bitirememek gibi durumlara çok nadir rastlanıyor. Birinci oyun
için söylediğim gibi aynı bölümü oynamaya iten tek neden yine siz oluyorsunuz.
Keza toplayamadığınız ya da saklı olan can, puan, melodi ve Mui Mui sayısını
görünce insana yeniden oynama şevki geliyor.

Kurabiye canavarı gibi

Topladığımız tek şey etrafta uçan pembe tombul sinekler değil. Artık aramızda
melodi puanları da var. Bölüm içine serpiştirilmiş, birazda gizli konulmuş
bitki, totem gibi nesnelere dokununca içlerinden melodi puanı çıkıyor. Ekranın
sağ üst köşesinde toplanan melodi sayısı 100’e ulaştığında seviye atlıyor ve o
bölüm içindeki gizli puanları bulmamız kolaylaşıyor. Melodiler yalnız gizli
nesnelerden de toplanmıyor.Hatırlarsanız önceki oyunda belli bir isteğimizi
gerçekleştirmek için, uyuyan canlıları eğer sahipsek yeterli can sayısında
LocoRoco’ya şarkı söyleterek uyandırırdık. Serinin bu ayağında da bazı nesneleri
aktif etmek için belli sayıda cana sahip olmamız gerekiyor. Ancak aktif
olduklarında karşımıza mini bir melodi oyunu çıkıyor. Şarkıya tempo tutmamız
gereken bu oyunda ekranda belli aralıklarla içi boş notalar çıkıyor. Kayarak içi
boş notaların üzerinden geçen renkli notayı ise doğru zamanda O tuşuna basarak
içi boşların üzerinde yakalamaya çalışıyoruz. İsabetli basışlar ile içi boş olan
notalar renkleniyor. Şarkı bittiğinde ne kadar başarılıysak, o oranda da melodi
puanı ile ödüllendiriliyoruz.

Yapım farklı mini oyunlar da bulunuyor. Daha çok önemli olaylar ile
birleştirilmiş zamanlarda; koşu yarışı, eşini bulma, düşman uçaklarını bombalama
gibi pek çok eğlenceli mini oyun oynayabiliyoruz. Her ne kadar bölümlerin tema
ve içerikleri değişse de araya bu tip farklılıkların konulması ile sıkılmanın
önüne geçilmiş. Tema ve içerik demişken, her bölümün farklı bir teması
bulunuyor. Bölüm içindeki bazı renk ve öğelerin daha ağır bastığı görülüyor. Bu
kimi zaman bir orman, kimi zaman karlarla kaplı bir mekan olabilirken, kimi
zamanda deniz altı olabiliyor. Evet, artık LocoRoco’nun yüzme öğrendiğini, hatta
nefesini bile tuttuğunu söylersek yalan olmaz. Tombulluğumuz sayesinde daha önce
su üstünde yüzerek bir kıyıdan diğer kıyıya geçiyorduk. Fakat artık tamamı ile
suya batabiliyor ve su altında ilerleyebiliyoruz. O tuşuna basılı tutarak dibe
doğru çöküyor ve her zaman kullandığımız omuz tuşları ile ilerlemeyi
sürdürüyoruz. Yeni olanlar için kontrollerden bahsedelim. Karakterimizi omuz
tuşları yani L ve R ile kontrol ediyoruz, ancak bu biraz değişik şekilde oluyor.
Keza yürüme kabiliyeti olmayan karakterimizi ilerletmek için kendisini değil,
oyun dünyasını sağa (R) ya da sola (L) yatırıyoruz. Böylece karakterimiz o
istikamette yuvarlanmaya başlıyor. Eğer L ve R’ye aynı anda basılır ise de
karakterimiz zıplıyor. Bunun dışında kullanılan tek tuş ise O. Oda karakterin
bölünüp tekrar bir araya gelmesini sağlıyor. Kısaca kontroller oldukça basit.

Şuursuz mutluluk sebebi mi desem?

Deniz altından biraz daha bahsedelim. Deniz altında karşımıza çıkan durumlar ve
düşmanlar biraz daha farklı. Tahmin edilebileceği gibi etrafta yüzen düşmanlar
bu defa balık görünümündeler. Onlardan uzaklaşmak kadar kendi yolumuzda
ilerlememiz de her zaman istediğimiz gibi olmuyor. Zira hareket kabiliyetimiz
karadaki kadar kolay değil. Sürüklenmek, akıntılara kapılmak söz konusu
olabiliyor. Bölüm tasarımlarındaki tek farklılık deniz altında değil. Yukarıda
da işler oldukça ilginçleşmiş durumda. Tepede sinsice bekleyen, uzantısına
dokunduğumuzda yakalayıp bir canımızı alan bitkiler, bomba atan düşmanlar gibi
zararlıların yanında yolumuza devam edebilmemiz için kullanmamız gereken bir
nevi araçlar da bulunuyor. Kimi zaman bir totem, kimi zaman bir kaya görünümünde
olan bu araçların içine girip, yolu tıkayan kaya ve zararlıları parçalamak, ya
da belli mekanizmaları harekete geçirmek için uygun oluğa nesneyi yerleştirmek
gibi aksiyonlara da bulaşıyoruz.

Bölüm tasarımları oldukça yaratıcı olmuş. Örneğin bazı bölümlerde normal yoldan
yatay şekilde giderken, birden yolun sonuna gelince ekran yan ya da ters dönerek
devam edebiliyor. Yani geldiğiniz yolun tavanından geri dönmeye
başlayabiliyorsunuz. Önceki versiyonda olmayan başka bir yenilik ise tırmanma
biçimleri. Artık sarmaşıklara tutunarak sallanarak, ya da dallara tutunarak
kendimizi daha yüksek ya da farklı platformlara da atabiliyoruz.

Tüm bu saydığım yenilikler dışında her zamanki gibi tünellerden geçiyor, oradan
oraya atlıyor, mekanizmalardan geçiyoruz. Yani bir platform oyununu olabilecek
en enteresan şekilde oynuyoruz. Yapılan yenilikler oyunu daha komplike ve
bölümleri daha uzun ve zor hale getirmiş. Ancak zorluk seviyesi hiçbir zaman
çıldırtacak seviyeye ulaşmıyor. Değişen tek nokta bölüm sonuna ulaşabilmek için
biraz daha dikkat ve uğraşma gereksinimi oluyor ki, ben durumdan hiç şikayetçi
olmadım. Eğer acele etmeden ve biraz da gizli nesneleri bulmak için sağı solu
mıncıklayarak ilerlerseniz, her bölümün ortalama 8-10 dakika sürdüğünü
söyleyebiliriz. Görsel olarak ilk oyundaki gibi rengarenk bir yapıda olan
bölümlere, değdiğiniz zaman patlayan havai fişek gibi ekstra görsellerde
eklenmiş. Rüzgar ya da su akıntısı gibi şeylere kapıldığınızda kameranın geriye
giderek daha iyi bir görsel açı sağlıyor. Müzikler bakımından da ilk oyunun
başarısını saklayan yapım, sevilen müzikleri yeniden derlemek ve biraz
değiştirmek yoluna gitmiş. LocoRoco 2, her açıdan kendini bir adım ileri taşımış
gibi gözüküyor. Sevilen kısımların korunduğu, bir o kadar sevilebilecek
yeniliklerin eklendiği bir yapım olmuş. PSP’ye çıkmış en iyi platform
oyunlarından biri olarak klasikler arasındaki yerini alıyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu