Metro 2033
Oyunlarda göz ardı ettiğimiz unsurlardan bir tanesi hikâyeleri. Yüzlerce oyun oynadığımız doğru, fakat bu oyunlar içerisinde sizlerin en çok ilgisini çeken hikâye kısımları mı oluyor? Bence oyunların çok kaliteli bir yapım olmasındaki en büyük etkenlerden bir tanesi hikâyeleridir. Oyunlara yön veren hikâye ve karakterleridir. Günümüzde birçok oyuncunun pas geçtiği, her şeyin grafik ve oynanabilirlik olduğu bir dönemin içinde bulunuyoruz, bu yüzden oynadığımız oyunların en önemli kısımlarını da atlamış oluyoruz.
Hikâye olarak birçok oyun bizim üzerimizde derin etkiler bırakmıştır, bu yüzden onları unutmamız mümkün değildir. Gelelim yazımızın konusuna, çok beğenilen oyunlardan bir tanesi de Metro 2033 ve devamı olan Metro: Last Light serileri. Metro 2033 oyununu çoğumuz oynamış bulunmaktayız, devam serisi olan Metro: Last Light’ı ise merakla bekliyoruz. İşte benim gibi herkesin çok beğendiği bu oyunun hikâyesini merak ediyorsanız eğer sizlere anlatmaya çalışacağım.
Rus Yazar Dmitry Glukhovsky tarafından kaleme alınan Bilimkurgu-Macera türündeki bu roman yani Metro 2033, 2007 yılında Avrupa Bilimkurgu Topluluğu tarafından Teşvik ödülüne layık görüldü. Yirmi beş dile çevrilen bu kitap sadece Rusya’da 1 milyon adet satış rakamlarına ulaştı. Bu kadar çok tutulan ve beğenilen bir roman elbette oyun dünyasının ilgisini çekmeyi başardı, kitaptan uyarlanan ve adını alan bu güzel oyuna kavuşmuş olduk.
Kıyamet ve Sonrası
2013 yılında kıyamet kopuyor. Yirmi yıl sonra, yani 2033 yılındayız. Moskova şehri yok olmadan önce on milyondan fazla insan yaşıyordu, şimdi mi? Geriye sadece on binlerce insan kaldı. Bu kıyametin sebebi ise nükleer savaşlar. Yıkılan harika bir dünya; muhteşem caddeler, muazzam binalar. Yaz aylarında saçlarımızın arkasından esip yüzümüze çarpan o rüzgârı artık bir daha yaşayamayacağız. Ve gökyüzü asla eskisi gibi olmayacak. İnsanoğlu’nun soyu tükenmek üzere ve geride kalanlar yaşamlarını sürdürebilmek için yeraltına inmek zorundalar. Hayatta kalanlar Moskova Metrosu’na sığınmak zorunda kalıyorlar. Bir daha güneşi görememek, temiz havayı soluyamamak insanların sadece burada hayatta kalmayı başarabileceği tek yer. İnsanoğlunun tek kalesi “METRO”
İmkânsızı zaten başaramazsınız, ama geride kalanlar bunu başarmak zorundalar. Nükleer savaş sonrası tüm kentler harabeye dönüşmüş ve radyasyona maruz kalan bu kentlerde yaşamak mümkün değil, ama gelin görün ki aşağısı yukarıdan daha beter. Yukarısı cehennem, aşağısı cehennemden de beter. Yukarıdaki radyoaktif ışınlar en az 50 yıl daha şimdiki kadar kuvvetli olacak. İnsanlar lanetlenmiştir, yeni biyolojik tehlikeli türler ortaya çıkmıştır ve çıkmaya da devam edecektir. Yukarıdan aşağıya bir takım yaratıklar gelecektir. Yukarıda yaşam sona ermiştir. Oraya çıkmak istiyorsanız eğer, korunaklı elbise ve maske olmadan çıkamazsınız. Çıksanız bile eskiden sadece filmlerde gördüğünüz yaratıklarla karşılaşırsınız.
Metro, binlerce insanın kullandığı bir ulaşım aracı artık değil, bir sığınak veya oturulacak bir yer de değil. Tam tersi gizem ve garipliklerle dolu olağanüstü bir yer olmuştur. Metro’ya sığınan insanlar çok yanılmışlardır, Metro burasını bir sığınak olarak gören insanlara karşı düşmanca bir hırs besliyor olacaktır.
Metro’da bulunan istasyonlar bölgelere ayrılmış ve her bölgenin sahipleri var. Bir istasyondan bir başka istasyona gitmek ölüme gitmek anlamına geliyor. Radyasyon tehlikesi, biyolojik tehlike, gaz tehlikesi, çökme tehlikesi. Mutantların kol gezdiği istasyonlar, kara derililer, karantinaya alınmış bölgeler, birbirlerini bir hiç uğruna öldüren insanlar. Ölümcül hastalıklar birbirini kovalıyor, bunların başında ise Veba geliyor ve aç kalmış sıçanlar. İnsanların su, yiyecek, giyecek ve malzeme kıtlığı çektiği bu cehennemde yaşanır mı? İnsanlar nasıl bir hayatla mücadele içindeler kafanızda kurgulayın artık bunları. Burada yaşayan insanlar çaresizlik, korku, panik ve tehlikenin ne olduğunu çok iyi biliyorlar. Tanrı’nın unuttuğu bu tünellerde yaşamlarını sürdürmek zorundalar, yaşamak buysa tabii. Metro’nun her tarafı karanlık… Karanlık mı? Burası her zaman karanlıktır. Bir gün gelecek sadece Metro değil tüm dünya karanlığa bürünecek ve sonsuza kadar sürecek. İnsanlar bir umut ışığı arıyorlar, ama o umut ışığı da karanlığın içinde olacak.
Tüneller, Allah’ın belası tüneller! Tünellerin içinde ilerlerken içinizi bir korku ve ürperti kaplıyor ve güvensizlik peşinizi bir türlü bırakmıyor. Bu duygu sadece size ait değil. Tek başına yolculuk yapan herkes bu duyguyu çok iyi biliyor. Tünellerin verdiği korku, orada ne var, kimler var? Sessizliğin ve karanlığın yansıması boşlukta duruyor. Her şey sakin gözükür, ama karanlığa doğru gözlerinizi diktiğinizde karanlık yeniden yoğunlaşır. Soğukkanlılığınızı kaybetmeyip korkuya teslim olmamalısınız. Metro’da ve karanlık tünellerde zor olan budur; kendinize hâkim olmak. Özelliklede yalnız başına.
İnsanın en büyük düşmanı kendisidir
Kıyametin sorumlusu kim? İnsanlar. Bu güzel dünyayı yaşanmaz hale getirdiler. Metro’da yaşam savaşı başlıyor, kendi hayatından daha önemli bir hayat olabilir mi? İşte bu kaos yaratıldı, her insan tek başına bırakıldı. Metro bir dünya oldu, istasyonları ise bir devlet. İnsanlar bu dünyanın içinde yaşamak için yukarısını yok ettiler, ama bitmedi. Siyasi ve farklı görüşler Metro içinde de yaşam sürüyor. İktidarlar arası çatışmalar ve savaşlar burada da hüküm sürüyor. Faşistler, komünistler, tarikatlar, cemiyetler, katiller, satanistler, yamyamlar, görünmeyen gözlemciler (Dünya dışı varlıklar). Ayrıca, silah ve uyuşturucu kaçakçılığı yapan bir takım karanlık gruplar. Sıra dışı ve saçma sapan efsanelere kendilerini kaptırmış insanlar. Herkes kendisine bir yol çizmiş, bu şekilde hayatta kalmaya çalışıyor.
Satanistler, Nükleer savaş sonrası dünyanın yok olduğuna karar vermişler, Metro ise cehenneme giden bir yol. Cehennemin Metro’nun altında olduğuna inanıyorlar, burada yaşayanlara sadece cehennemin kapısı açık olacaktır. Orada şeytan onları bekliyor, tek amaçları şeytana ulaşmak. Bu yüzden durmadan toprağı kazıyorlar, kazdırıyorlar. Yakaladıkları insanları esir alıp kendi bölgelerine getiriyorlar. Yüzlerce insan karıncalar gibi çalıştırılıyor. Çıplak elle, küreklerle ne bulurlarsa dipsiz çukuru kazıyorlar, çünkü aşağıda cehennemin giriş kapısı var ve onları bekliyor.
“Sıçanlar!” belki de bu tünellerde korkmadığımız tek yaratıklardı. Binlerce sıçan ve onların katlettiği istasyonlarda yaşayan insanlar. Onlara alışmak zorundasınız. Orada burada yanı başınızda her yerdeler, eğer etrafınızda bu küçük yaratıklar yoksa o zaman endişelenmeniz gerekir. Sıçanların yaşamadığı yerde en kötü şeyleri göze almalısınız. Ve bu kötü şeyler insan değilse o zaman korkmaya başlamalısınız. Sıçanlar etrafınızda dolaşıyorsa her şey yolunda demektir.
Yolculuk başlıyor
Kitap ve oyunda ana karakterimiz Artyom, Metro’da insanları büyük bir tehlike bekliyor ve onların uyarılması lazım. Metro’nun can damarı olan POLİS’e gitmek zorunda ve böylece Artyom’un hayatta kalma-korku hikâyesi de başlamış oluyor. Bu görev için seçilen Artyom aynı zamanda lanetlenmiştir. Bu karanlık yollarda ona refakat eden birçok insan da ölecektir.
POLİS, belki de yeraltında yaşanabilecek tek yer. Fakat buraya girmek için “Özel izin belgeniz” olması gerekiyor. Metro’nun kalbine giden yol, POLİS’e giden yol pek kolay olmayacak bir yoldu. Eskiden Metro’nun bir ucundan bir ucuna gitmek 1 saat sürüyordu, ama şimdi…
İnsanlığın yaşadığı bu trajikomedi ve yolculuk sırasında yaşanacak korkunç tehlikeler bu süreyi uzatıyordu.
Hele ki bu tehlikeli yolculuğu çıkıyorsanız eğer, doğru düzgün bir planınız ve haritanız yoksa yandınız demektir. İnsanların ellerinde bazı plan ve haritalar var, ama bunlar kaostan çok daha önce basılmış olanlar. Elinizdeki bu belgelere güvenip yolunuzu çiziyorsanız eğer inşaatları bitmemiş istasyonlar, yolda pusu kurmuş korkunç tehlikelerle karşılaşmaya hazır olmalısınız. Metro içinde az bulunan bu planlar için insanlar birbirlerini öldürüyorlar. Karakterimiz Artyom’un elinde bir plan var ama bu plan sadece bir plan değil. Metro’nun kılavuzu gibi bir şey, bu planı iyi inceleyen birisi bütün metroyu iki günde dolaşabilir. Çünkü sana nereye ve nasıl gitmen gerektiğini söylüyor, tuzaklara ve tehlikelere karşı seni uyarıyor.
Polis bir şehirdir. İnsanlığın “insan” kelimesini unutmadığı tek yerdir. Orada yaşayanlar Yunanca şehir anlamına gelen polis adını koymuşlardı. Moskova metrosunun dört metro istasyonunun tamamını sınırlarında barındırıyordu. Polis şehri bu cehennemde bir fenomen olmuştu. Profesörler, kimyagerler, biyologlar, fizikçiler ve sanatçıların yaşadığı ve korunduğu bir şehirdi. Burada yaşamayı kim istemez ki?
Zaman mı? Zaman diye bir şey yok!
Metro’da yaşayan insanların zamanla bir ilgisi kalmamıştır artık. Saatler, günler, haftalar, yıllar diye bir kavram yoktur, tek amaçları var o da “hayatta kalmak”. Saatlerin doğru işlediği, günlerin sayıldığı bir düzen kalmamıştır. Eskiden hepinizin bir zamanı vardı, tıpkı ışığın olması gibi. Işığa ihtiyacınız varsa bunu kendiniz getirmek zorundasınız. Zamanda da durum aynı. Bu cehennemde herkesin kendisine ait ve herkesten farklı olan bir zamanı var. Herkes kendi zamanını kendisi ayarlar ve yaşamını ona göre belirler. Kimilerine göre akşam, kimilerine göre sabah, bu cehennemde ne önemi var ki. Şunu aklınıza sokun, Metro’da her zaman gece olacaktır. Zaman, artık tanınmayacak bir haldedir. Saniyelere, dakikalara, saatlere bölünmemiştir. Zamanı artık serbest bırakmak zorundasın, herkes için farklı bir şekilde aktığını göreceksiniz. Gündüz artık yukarıda, gece ise aşağıdadır. Gün ışığı insanların yaşamadığı bir yerdedir artık.
İnsanlık için her şey bitti. Ne cennet, ne cehennem… Araf da yok artık. İnsanlar öldükten sonra ruhlarının burada yaşam sürdüreceğini inanıyorlar. Ölen insanların altında bir yaşam sürdürülüyor, onların ruhları Metro’da yaşayan insanları büyük bir çemberin içine almış. Bu yüzden Metro’da ölen bir insanın ruhu Metro’da yaşamak zorundadır.
Karanlık olan tünellerde ilerlerken bir korku içinizi kaplar. Tünel korkusu nedir bilir misiniz? Ölüler adım adım sizi takip eder, başınızı çevirip arkanıza baktığınızda onların yok olacağını zannedersiniz. Onlara bakmanızın bir faydası yoktur, çünkü onları fark edemezsiniz. Vücudunuzdan soğuk terler boşalır ve titremeye başlarsınız, saçlarınız diken diken olur. O zaman anlayın ki görünmeyen bir varlık tarafından izleniyorsunuz. Ölülerin sesleri beyninizde, sürekli onları duyarsınız.
Metro’da yaşam
Korku ve acılar içinde yaşanan bir hayat… Yaşamak zorundasınız. Yaşam nasıl mı? Hayat devam ediyor. Metro’da ihtiyaçlarınızı giderebilirsiniz. Yiyecek, giyecek, silah, mermiler (Fişek) ve malzemeler. Bunları elde etmenin çaresi para mı? Hayır! Metro’da para geçerli değil. Bir şeyler satın almak istiyorsanız eğer yanınızda fişek olmak zorunda veya size ait bu koşullarda her zaman üzerinizde taşıdığınız malzemeleri takas yoluyla değiştirebilirsiniz. Üzerinizde olması gerekenler; silah, mermi ve küçücük bir fener. Bunların dışında hayatınızdaki hiçbir şeyin değeri yok, insan hayatının bile. Burada geçerli olan para birimi mermiler. 100 gram çay için 5, sucuk için 15, ev yapımı bir içecek için 20 mermi ödemek zorundasınız. İyi ve sağlam bir kıyafetin bedeli ise 300 mermi. Aslına bakarsanız her mermi bir can demek. 100 gram çay 5 insan hayatı, ya sucuk? Sadece 15 can demek.
Son söz
Metro 2033 çok kaliteli bir proje olmuş. Bunun sebebi ise hikayesi. Metro 2033 romanı çok güzel bir şekilde oyuna lanse edilmiş. Hikâyesi ön planda olan bir kurgu oyunla bütünleşince ortaya kaliteli bir yapım çıkartmışlar. Hikâye’nin tamamına hâkim olduğunuzda, oyunu oynarken aldığınız haz çok daha büyük oluyor. Bu yüzden, önce kitabını okuyup sonra oyununu oynayan bir oyuncu olarak sizlere tek tavsiyem şu olacaktır. Önce kitabı okuyun, sonra oyunu oynayın. Büyük bir istekle Metro: Last Light oyununu bekleyeceğinizin garantisini verebilirim.
“ KİM KARANLIĞA BİR ÖMÜR BOYU CESARETLE VE SABIRLA BAKARSA, ORADA UMUT IŞIĞINI İLK O FARK EDECEKTİR.”