Mirror’s Edge

Yapımcı: DICE
Yayıncı: Electronic Arts
Türü: Platform
Çoklu Oyuncu: Yok
Platform: PC, PS3, XBox 360

İnceleme Yazarı: Fuat Alpay
Nick: spider-carnage

Muhtemelen çoğu oyuncunun bir “top 10” listesi vardır. Severek oynadığımız, birçok kez bitirdiğimiz, aklımıza kazınan bu oyunlar listemizdeki yerini alır, zamanla listedeki sıralaması değişir ve en sonunda yerini tamamen başka oyunlar alır. Kimi oyunların ise bu listedeki yeri sabittir. Yıllar geçtikçe listedeki yeri değişebilir. Ama ne yapar ne eder eski konumuna tekrar gelir. Çünkü bu oyunlar unutulmazdır. Mesela benim bir numaram listeme girdiği ilk günden beri hiç değişmedi. Konusunu asla unutamadığım, başlayınca başından kalkamadığım, kaç kere bitirdiğimi sayamadığım Return to Castle Wolfenstein hakkında bir yazı yazmaya başlasam, yazı inceleme olmaktan çıkar ve büyük ihtimalle geniş kapsamlı bir dosya konusu olur.

Şimdi okuyacağınız incelemem ise yine bu listede yer alan oyunlardan biri ile ilgili olacak. PC platformunda 2009 yılının ilk günlerinde oynadığım Mirror’s Edge listemin vazgeçilmezlerinden biridir. Konusu, atmosferi ve oynanışı ile beni ekrana kilitleyen bu oyunu dilerseniz detaylı bir şekilde incelemeye başlayalım.

Her “Gelişim” İleri Doğru Mu Olur?
Bir şehir düşünelim. Hiç şiddet ve kavga yok. Tüm insanlar gözetim altında ve halinden memnun. Suç oranı neredeyse sıfır. Kulağa çok da kötü gelmiyor değil mi? Peki şehir bu konuma nasıl geldi? “Gelişim” süreci sanıldığından çok daha sancılı oldu. Kampanyalar, protestolar, ayaklanmalar ve ölümler. Tüm bunları bilmeyen veya hatırlamak istemeyenler için bu şehrin cennetten bir farkı yok. Peki ama ya hatırlayanlar ve asla unutamayanlar için…

Ana karakterimiz Faith belki de bu süreci en acılı şekilde hatırlayanlardan biri. Çünkü bahsi geçen protestolar sırasında ailesini kaybetmiş. Hırsızlık yaparak, sokaklarda yaşayarak hayatta kalan Faith, hırsızlık için girdiği evlerden birinde ev sahibi Mercury ya da daha sık kullanılan ismiyle Merc tarafından yakalanmış ve bir koşucu haline getirilmiş. Şehirdeki çoğu koşucunun da eğitmeni olan Merc aynı zamanda Faith’in telsizinde sürekli talimatlarını duyduğu sesin de sahibi.
Faith’in kız kardeşi Kate ise daha hassas ve saf bir kişiliğe sahip. Başından geçenlere rağmen şehre inanmaktan vazgeçmeyen Kate polis olmayı tercih etmiş. Şehrin iki zıt görüşünü temsil eden bu iki kardeşin, ne olursa olsun aralarında daimi bir bağlılık var.

Bu anlattıklarım oyunumuz başlamadan önce yaşananlar. Oyunumuz gerçek anlamda ise, artık çok uzaklarda olan ailemizin de eski bir dostu olan, vizyon sahibi, şehrin yeni başkan adayı olan Pope’un suikaste uğraması ve ihalenin de sıradan bir polis olan Kate’de kalmasıyla başlıyor. Amacımız da Project Icarus olarak adlandırılan bu komployu açığa çıkarmak. Zaten çok da uzun olmayan campaign modunun hiçbir şekilde heyecanını kaçırmak istemediğimden ana hikaye ile ilgili hiçbir detay vermeyeceğim.

Runner Vision On
Bir anlığına böyle bir şehirde koşucu olduğunuzu hayal edin. Asla elinizde olmaması gereken paket ve veriler taşıyan bir kurye olduğunuzu… Sürekli polis tarafından arandığınızı ve sürekli izlenmeyen tek nokta olan çatılarda hareket etmek zorunda olduğunuzu.

Başlıca özellikleriniz hızlı olmak, çabuk düşünmek ve asla arkanıza bakmamak olurdu herhalde. Faith’in de özellikleri tam olarak bunlar işte. Odak noktanız hızlı olmak ise silah kullanımı da daima ikinci planda kalır. Ne tesadüf ki Faith de böyle düşünüyor. Sizi yavaşlatan silahları kullanmadan peşinizdekileri saf dışı bırakmanın belki de en etkili yolu olan yakın dövüş konusunda ise Faith tam bir uzman.

Mesleklerinde  uzmanlaşan insanların kimi özellikler kazanması doğaldır. Yıllarca muhasebecilik yapmış olan birinin dört işleminin kusursuz olması, hayatı öğretmenlikle geçmiş olan birinin arkası dönükken konuşanların kim olduğunu bilmesi gibi. Faith de mesleği gereği bazı özellikler geliştirmiş durumda. Bu özelliklerin başında “runner vision” gelmekte. Bu özellik sayesinde Faith, gitmesi gereken yerleri kolaylıkla bulabiliyor, adeta labirent gibi olan mekanlardan rahatlıkla kaçabiliyor. Bunun için tek yapması gereken ise kırmızı objeleri takip etmek.

Asla Arkana Bakma!
Biraz da Faith’in düşmanlarına değinelim. Telsizlerin dinlenmesi riskini göz önünde bulunduran koşucuların arasında birçok şifreli konuşma mevcut. Mesela onların dünyasında polisler “blues”, helikopterler ise “birds” olarak adlandırılmakta.

Yeri gelmişken bana göre oyunun tek eksik yanına da değinelim. Polis ve silah modellemelerinin yetersiz olması bence oyunun tek eksiği. Ellerindeki silahlardan başka değişkenlik göstermeyen polisler tam olarak “kara giysili düşman” olarak gösterilmek istenmiş. Düşmanlarımız arasındaki tek farklı tür ise koşucu polisler oluyor ve onlardan kaçabilmek için gereğinden fazla hızlı olmamız gerekiyor. Bu arada söylemek gerek ki hızlı olmanın püf noktalarından biri de yön tuşlarından ziyade mouse kullanımına önem vermekten geçiyor. Bu şekilde hız kaybımız minimuma iniyor.

Silah konusundaki sıkıntım ise kesinlikle çeşitlilik değil. Dört-beş çeşidin fazlasıyla yeterli olduğu oyunda benim gözüme çarpan tek eksik, silahların fazlasıyla “odun” olarak modellenmesi. Seslerinin bile birbirine benzediği silahlar, fazla kullanmasanız bile dikkatinizi çekecek türden. Ama oyunun geride kalan tüm özellikleri, bu eksik noktaları fazlasıyla unutturmayı başarıyor.

Görsel ve İşitsel Ziyafet
Mirror’s Edge şu ana kadar bir oyunda gördüğüm en sade ve steril grafiklere sahip olan oyun. Oyunun bazı bölümlerinde yeterince yüksek bir noktadan şehri izlediğinizde söylemek istediğimi çok daha iyi anlayacaksınız. Şehrin genel görüntüsünde beyaz, mavi ve kırmızı renkler çok daha ön plandayken, iç mekanlarda ise sarı, turuncu ve yeşilin en parlak tonları gözümüze çarpıyor. PC’ye NVIDIA PhysX desteği ile gelen Mirror’s Edge’de bu özelliği aktif hale getirdiğinizde meydana gelen değişim gerçekten göz alıcı.

Kurşunlarla paramparça olan camlar, havalandırmalardan sızan buharlar ve aksiyon anında parçalanan brandalar gibi küçük detaylar, oynanış esnasında tam bir görsel şölen yaşatıyor. Bununla beraber tam olarak cell-shade değil de çizgi roman tarzı olarak nitelendirebileceğim ara sahnelerin de oyuna çok yakıştığını söylemem gerek.

Ses ve müzikler konusunda da çok başarılı olan yapımda, yeterince hız aldığınızda ekranı kaplayan blur efektiyle beraber gelen derin nefes alışlar ve yaralandığında Faith’in duyduğu acı son derece gerçekçi bir biçimde yansıtılmış. Menü müziği ve kimi bölümlerdeki aksiyon sahnesi müzikleri fazlasıyla hoşuma giderken, hepimizin bildiği üzere oyunun tema ve jenerik müziği olan Still Alive ise başlı başına bir efsane. Oyunun son sahnesiyle birlikte bizi alıp uzak diyarlara götüren bu şarkı bence gelmiş geçmiş en iyi soundtracklerden biridir.

Ayrıca oyunun PC versiyonunda yer alan soundtrack albümünde bu şarkı ve Paul Van Dyk, Benny Benassi de dahil birçok DJ in yaptığı mixleri de dinlemek mümkün.

Hızlı, Daha Hızlı…
Yazımın yavaş yavaş sonuna gelirken, oyun içinde isteğe bağlı toplanan 30 adet çanta olduğuna, oyunu bir kere bitirdiğinizde açılan hard modda” runner vision” olmadığına, skorlarınızı paylaşabileceğiniz bir Leaderboards’un olduğuna ve oyunu bitirdiğinizde açılan birbirinden güzel artwork, video ve oyun içi müziklere değinmediğimi fark ettim. Şehirde ve hikayede benim değinmediğim bundan çok daha fazla şey bulacağınızdan emin olabilirsiniz.

Farklı konusu ve üst düzey oynanışıyla “free running” türünün tartışmasız en iyi oyunu olan Mirror’s Edge’i denemeyenlerin mutlaka oynamasını tavsiye ediyorum. Oyun esnasında ölümün daima bir adım ilerisinde olmanızı umuyor, herkese iyi oyunlar diliyorum

Exit mobile version