Oyun İncelemeleri

Nioh

İncelemeye başlamadan önce editör notu: Nioh, şu anda her ne kadar güzel bir oyun olsa da hikayesi ve teması açısından oyun ile biraz daha zaman geçirmem ve olayları daha net bir şekilde anlamam gerekiyor. Bu yüzden oyunun puanını inceleme tamamen bittiği zaman vereceğim. Böyle bir oyunun incelemesini yalnızca sekiz saatlik bir oyun süresiyle yapmam pek doğru olmayacaktır.

Yaklaşık iki sene önce duyurulan Nioh, özellikle benim gibi SoulsBorne serisinin hayranlarını derinden etkilemiş ve özellikle de antik Japon tarihinden karakterlere ve mitolojik yaratıklara da yer vermesi sebebiyle gönlümüzü birkaç saniyelik fragmanı ile çelmeyi başarmıştı. Geçen iki sene boyunca geliştirilen ve birçok türden birçok özelliği kendi içerisinde toparlamayı başaran Nioh, sonunda elime ulaştı ve ben de oturup bu karanlık ve fantastik Sengoku dönemindeki acımasız macerama başladım.

NIOH inceleme

İncelemeye tam olarak girişmeden önce Nioh’u büyük oranda SoulsBorne serisine kıyaslayacağımı belirtmek isterim, ki zaten yapılması gereken de bana kalırsa budur. Öncelikle bunun sebebini dile getireyim. Nioh aslında birçok ünlü yapımın ve fikrin tek bir yapım içerisinde birleşmesidir. Nedir bu ünlü yapımlar? Artık Dark Souls’u dile getirmeme gerek yok herhalde. Onun dışında Nioh aslında büyük oranda Onimusha serisini de andırıyor. Hem teması, hem de savaş sistemi sayesinde kendimi bir ara gerçekten yeni bir Onimusha oynuyormuş gibi hissettim. Ancak fark ettiyseniz bu benzerlikleri Nioh’un eksi yönü olarak dile getirmiyorum. Tam aksine, birçok farklı fikri harmanlayıp kendine has orijinal bir yapıma dönüşmesi Nioh’a olan saygımın bir kademe daha yükselmesini sağlıyor.

Öncelikle Nioh’un hikayesinden bahsetmek isterdim ancak incelemenin başında bahsettiğim problem de burada karşıma çıkıyor zaten. Oyunu yaklaşık sekiz saat oynayıp iki boss kesmeme rağmen hala hikayeyi tam olarak kavrayamadım. Şimdi burada SoulsBorne hayranı arkadaşlarım ‘eh abi ama o oyunlarda da hikayeyi kolayca anlayamıyoruz ki?’ diyebilir. Bunu çevremdeki diğer kişilerden de duydum. Ancak Nioh’ta durum SoulsBorne’da olduğundan biraz daha farklı. Hikayesini çeşitli eşya veya yazıtlarla değil de direkt olarak kaliteli ara sahnelerle anlatmaya çalışan Nioh, maalesef bu konuda ‘henüz’ başarılı değil. Oyunu biraz daha oynayıp, birkaç boss daha kesip hikayede ilerledikten sonra incelemenin bu noktasını dolduracağım. Onun dışında şimdilik oyunun başlangıcından ve ana temasından bahsedebilirim.

Nioh’a Londra Kulesi adlı bir hapishanede direkt olarak ana karakterimiz William ile başlıyoruz. Buraya neden girdik, Londra Kulesi gerçekten Londra’da mı yoksa başka bir yerde miyiz falan derken kafada bayağı bir soru oluşuyor aslında. Ancak bu sorulara aldırış etmeden kendimizi direkt olarak aksiyonun içine atıyor ve bulunduğumuz bu sıkıntılı durumun içinden çıkmaya çalışıyoruz. Elbette bu motivasyonun en büyük sebebi birden yanımızda beliren ruhani varlık oluyor. Şimdilik söyleyebileceğim tek şey, William’ın ‘bir düşmanı’ takip ederek Japonya’ya kadar gelip orada yeni insanlarla tanışarak, onlara yardım ederek bu ‘düşmanı’ bulmaya çalışmasının ana tema olduğunu söyleyebilirim. Tahminlerime göre oyunda ilerledikçe hikayedeki sorular da cevaplanacaktır.

Karanlık bir fanteziden doğan bu kurgusal Sengoku dönemi Japonyası’nda aslında hayatın ve evrenin de kalbinde yatan yegane felsefe var. İyilik ve kötülük. Karanlık ve aydınlık. Siyah ve beyaz. Ruh ve beden. Artık nasıl, hangi örneği verirseniz. Denge var. Japon derebeyleri arasında çıkan savaşlar sonucu kaybedilen canlar ve bitmek tükenmek bilmeyen savaş isteği bu dengeyi bozduğu için karanlık taraf ağır basmaya ve dünyanın dengesini bozmaya başlıyor. Bu bozulma sonucunda da ağır basan karanlıktan Yokai diye adlandırılan mitolojik yaratıklar türemeye başlıyor ve zaten zor durumda olan insanlığı daha da yokuşa sürükleyip akan kanın çok daha geniş bir çerçeveye yayılmasına sebep oluyor. William bu kaosun ortasında hem edindiği yeni müttefiklere yardım etmeli, hem de peşinden gittiği ‘düşmanını’ bulmalıdır. Elbette bu düşmanı neden arıyor, oyunda birkaç saat daha geçirdikten sonra öğrenip burayı yeşillendireceğim, merak etmeyin.

Nioh’un ana temasına ve hikayesine biraz değindiğime göre artık oyunun diğer yanlarına da geçebilirim diye düşünüyorum. Öncelikle Nioh’un en büyük artılarından birisi olan, eşsiz savaş sistemine değinmek istiyorum. SoulsBorne serisine benzeteceğim demiştim. Nioh’ta da aynı zorluk, hatta aslına bakarsanız aynı gerçeklik hissi var. SoulsBorne serisinin oyunlarını bir süre kesintisiz oynadığınız takdirde oyunun mekaniklerine alışıyor ve insanların bu oyunlara ‘çok zor ya’ deyişine ‘çalışırsan geçersin’ gibi sinir bozucu cevaplar vermeye başlıyorsunuz. Ancak gerçekten de öyle oluyor. Çalışınca geçiyorsunuz. Nioh’ta da aynı durum söz konusu. SoulsBorne’a her ne kadar alışkın olsam da Nioh’un mekaniklerine alışmam yaklaşık üç saatimi aldı. Elbette bu üç saatlik süreye daha önce oynadığım alpha ve beta sürümlerinin de etkisi oldu. Onları oynamasam herhalde alışmam daha uzun sürerdi. Bu uzun ve verimli alışma sürecinden sonra Nioh’un SoulsBorne’a göre çok daha acımasız olan yanını gördüm. Düşmanlar çok vuruyor.

Nioh’ta gerçekten dikkatsiz davranıp rakibinizi çelimsiz görüntüsünden dolayı hafife aldığınız vakitte yaklaşık üç vuruşta toprağın altına girebiliyorsunuz. Kesinlikle her düşmana karşı büyük dikkatle yaklaşmanızı tavsiye ediyorum. Ben bu hatayı yaptım ve bayağı pişman oldum. Nioh’ta yönettiğimiz karakter William, birçok farklı silah çeşidini kullanabiliyor. Klasik samuray kılıcı olan Katana, çift kılıç, balta, mızrak ve daha fazlası. William her bir silah için üç ayrı dövüş stiline sahip. Yüksek, orta ve alçak. Adlarından da anlaşılacağı üzere William silahını üç farklı yükseklikte tutarak karşısındaki düşman çeşidine göre verimli saldırılar yapabiliyor. Örneğin ben ana silah olarak çift kılıcı seçtim ve genellikle kılıçlarımı alçak tutuyorum. Böylece saldırıları hem daha hızlı ve kolay bir şekilde atlatabiliyor, hem de daha çevik saldırılar yapabiliyorum. Ancak bunları yaparken de saldırı gücüm eş oranda azalıyor ve düşmanı alt etme sürem de aynı oranda artıyor. Nioh’un oyunculara bir sürü farklı silah ve dövüş stili veriyor olması, oyunun en büyük artılarından birisi. Kendinize has, ölümcül kombolar ve sürpriz saldırılar yaratabiliyorsunuz.

Nioh’un en zengin yanlarından birisi de hiç kuşkusuz barındırdığı eşya oranıdır. Adeta Diablo oynarmışçasına her düşmandan çeşitli silah ve zırh eşyaları düşürüp kendinize özel bir tarz yaratabiliyorsunuz. Oyunda gerçekten çok büyük bir envanter kütüphanesi mevcut. Zırhlar hafif, orta ve ağır olmak üzere üç farklı çeşide sahip. Her biri kendine has farklı özelliklere, avantajlara ve dezavantajlara sahip olan bu zırhların da kendi içinde çok çeşidi olduğu için karakterinizi dış görünüş olarak dilediğiniz gibi özelleştirebiliyorsunuz. William’ın tipini değiştiremediğimiz için en azından bu özgürlüğün verilmesi gerçekten güzel olmuş.

Bu zırh ve silah eşyalarını oyunda karşınıza çıkan düşmanlara ek olarak bir de diğer oyuncuların cesetleri sayesinde alabiliyorsunuz. Peki bu ne demek? Şu demek: Nioh’ta bir yerde öldüğünüz takdirde ruhunuz orada kalıyor ve başka bir oyuncu bu ruha dokunarak karakterinizi çağırıp onunla kapışabiliyor. Yendiği takdirde üzerinizde bulunan zırh veya silahlardan herhangi biri düşebiliyor. Siz herhangi bir şey kaybetmiyorsunuz ancak diğer oyuncu hiç beklemediği bir eşyayı kazanabiliyor. Nioh’un bu farklı özelliği cidden çok hoşuma gitti. Üstelik bu ruhsal karakterler öyle sıradan düşmanlar gibi de hareket etmiyor. Oyun sizin dövüş tarınızı ve taktiklerinizi kendi hafızasına kaybedip, ruhsal karakterinizi de buna göre şekillendiriyor ve diğer oyuncunun işini de bir hayli zorlaştırıyor. Team Ninja eşsiz bir iş gerçekleştirmiş.

Nioh’un boss savaşlarından bahsedeceğim şimdi de. Aslında bu konuya incelemenin ikinci kısmına geçince değinsem daha iyi ancak en azından şimdiye kadar karşıma çıkan boss özelliklerinden bahsedeyim. Şimdiye kadar iki boss ile kapıştım. Aslında üç ancak ilk boss bir bakıma oyuna alışma evresi olduğu için onu saymıyorum. Sonrasında kapıştığım iki boss beni gerçekten zorladı. Çünkü SoulsBorne’a göre kolay ve monoton bir işleyişle değil, tamamen sürprizlerle dolu ve iFrames mantığına dayanmayan zorlu düşmanlarla karşılaştım. iFrames mantığını şöyle açıklayabilirim: SoulsBorne oyunlarında genellikle bir düşman tam size saldıracakken bu saldırı zamanını iyi ayarlayabilirseniz, saldırının direkt olarak içinden geçip hiç hasar almadan kurtulabiliyorsunuz. Bu kulağa her ne kadar kolay gelse de yapımı oldukça zordu ve alışması da büyük bir çalışma ister. Nioh’ta bu rahatlık yok. Ya da en azından ben henüz yapamadım. Düşmanlar çok beklenmedik, sürpriz saldırılar yapabiliyor. İçlerinden geçmeye de çalışmayın, bayağı sıkıntı yaşayabiliyorsunuz. Boss tasarımlarını ve dövüş stillerini gerçekten beğendim ama, bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu konuda çok basite kaçacaklarını düşünüyordum, ne yalan söyleyeyim.

Nioh’ta biraz daha zaman geçirip incelemeyi büyük oranda şekillendireceğim. Şimdilik oyunda karşıma çıkan önemli detaylar bunlar. Birkaç gün içerisinde yazıyı yeni ve taze bilgilerle güncelleyip kafanızdaki soruları cevaplamaya çalışacağım. Şimdilik yorumlardan merak ettiklerinizi de dile getirebilir ve sorularınızı sorabilirsiniz.

İncelemenin devamı ve sonuç bölümü

Nioh’un incelemesini sırf hikaye sunumu ve bazı mekaniklerin eksikliği yüzünden yarım bırakmıştım. Bu tür oyunlarda 8-10 saatte değil, en azından 20 saat sonunda yapılabilecek bir inceleme daha isabetli olur. Anlayışınız için teşekkürler.

Nioh’ta uzun bir süre ilerledikten sonra oyunun hikaye açısından açılmaya başladığını ve şekillenmeye çok müsait olduğunu, hatta bende bir merak hissi uyandırdığını söylemeliyim. Yine de oyunun hikaye anlatımı açısından çok daha iyi olabileceğini, bu konuda biraz zayıf kaldığını düşünüyorum. Yolculuğum boyunca oyunun en çok hoşuma giden özelliklerinden birisi, giriştiğimiz haritalarda ana görevlerin dışında bir de yan görevlerin olması. Bu da Nioh’un oynanış ömrünü büyük bir oranda artırmaya yarıyor. Genellikle yeni bir bölümü bitirdiğinizde oyunun ana harita bölümüne gelip o bölümde bir de yan görevin açıldığını görüyor ve verdiği ödülleri alabilmek adına o göreve de girişebiliyorsunuz. Nioh’un görev çeşitliliği açısından gerçekten güzel şeyler sunduğunu söyleyebilirim.

Nioh’un ana savaş mekanikleri açısından öne çıkan bir diğer özelliği de ruh kullanımı. Hikaye boyunca edineceğiniz koruyucu ruhları verdikleri özelliklere göre değiştirip size en uygun olanını kullanmanız gerekiyor. Bu koruyucu ruhların bir de ultra yeteneği bulunuyor. Can barınızın yanında bulunan özel yeri doldurduğunuzda koruyucu ruhunuz ortaya çıkıyor ve size yardım ediyor. Onları bölüme ve düşmanların zayıf noktalarına göre iyi seçmeniz gerekiyor.

Son sözlere geçmeden önce Nioh’un çok merak edilen optimizasyonu ve grafiklerine de değineceğim. Oyunun ilk birkaç bölümü görsel sunum açısından oldukça zayıf görünse de, ikinci adaya geçip yeni yerleri keşfedince aslında Team Ninja’nın nasıl görkemli bir oyun yarattığına şahit oluyorsunuz. Hem karakter tasarımları, hem de bizi birbirinden zor durumlara sokan yaratıkların eşsiz tasarımları Nioh’u beş adım birden ileri taşımaya yetiyor. Belki bu devirde çıkan en iyi grafikli oyun olmayabilir, ancak akranları arasında kendine has yerini kaptığını da söylemeliyim.

Nioh uzun bir bekleyişin ardından gerçekten de sözünü verdiği her şeyi sunabilen, SoulsBorne serisinin yanına oturabilecek sağlam bir alternatif olmuş. Ninja Gaiden, Onimusha ve Dark Souls gibi birbirinden farklı oyunları tek bir çatı altında toplamayı başarabilen Nioh, şimdiden 2017’nin en sağlam oyunlarından birisi oldu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu