Ölmeden önce izlenmesi gereken en iyi Fransız filmleri
Daha önce yaptığımız İran filmleri ve izlemeniz gereken Japon filmleri yazılarımızın ardından bu sefer de sanat denilince akla ilk gelen ülkelerden birisine gidiyoruz. Louvre müzesinden, ünlü ressamlarına kadar tarihinde bolca sanat barındıran Fransa’nın sinemasına göz atıyoruz. Tabi ki bütün bir ülkenin dünden bugüne çekilmiş filmlerine bakıp aralarından 5 adet seçmesi pek mümkün değil. Burada yazacağımız en iyi Fransız filmleri her zaman söylediğimiz gibi naçizane önerilerden ibaret. Yavaştan listemize geçelim.
İzlemeniz gereken en iyi Fransız filmleri
Enter the Void – Boşluk
Sıra dışı yönetmen Gasper Noé tarafından 2009 senesinde çekilen “Enter The Void” filmi, gösterime girdiği senesinde Cannes film festivalinde 15 dakika alkışlanmış bir film olma özelliğini taşımaktadır. Genel izleyici kitlesine kesinlikle hitap etmeyen Gasper Noé, bu filminde de rahatsız edici diyaloglara ve sahnelere yer vermiştir.
Filmi bir tür kalıbına sokmak oldukça zor olduğu için sevgili yönetmenimizin kendisi bu soru işaretini akıllardan “Saykodelik Melodram” adı altında gidermiştir. Filmin konusu “DMT” adı verilen bir uyuşturucu üzerinden dallanarak ilerlemekte. Bu DMT denilen uyuşturucu madde filmde de bahsedildiği üzere, insana yalnızca ölmekte iken salgıladığı hormonları salgılatmaktadır.
La Double Vie de Véronique – Véronique’in ikili yaşamı
Usta yönetmen Krzysztof Kieslowski tarafından 1991 senesinde çekilmiştir. Bu Fransa ve Polonya ortak yapımı olan film, Krzysztof Kieslowski’nin meşhur renk üçlemesinden hemen önce çekilmiştir.
Film, birbirinden uzak iki ülkede yaşayan ve isimlerine kadar birbirlerine çok benzeyen, buna karşılık hiçbir ortak noktaları bulunmayan ve hiç tanışmamış iki genç kadının gizemli ve anlaşılmaz bir şekilde birbirlerinden etkilenmelerini şiirsel bir dille anlatır. Gösterime girdiği senesinde Cannes film festivalinde en iyi kadın oyuncu ödülüne layık görülmüştür.
Masculin Feminin – Erkek Dişi
Fransız yeni dalgasının en önemli temsilcilerinden biri olan Jean-luc godard tarafından 1966 yılında çekilen Masculin-Feminin filmi, ikili insan ilişkilerindeki diyaloglarla temellendirilip, çekildiği dönemdeki dünyayı ve Fransa’yı cinsiyet kavramı üzerinden eleştirmektedir.
Karmaşıklıktan uzak, olabildiğince açık bir filmdir. Çekim tekniklerinden ziyade, diyalogların ve olayların ön planda tutulduğu bir yapımdır. Fransız yeni dalgasının en önemli yapımlarındandır.
La Haine – Nefret
1995 senesinde Mathieu Kassovitz tarafından beyaz perdeye aktarılan film, Cannes film festivalinden en iyi yönetmen ödülü başta olmak üzere birçok ödül kazanmıştır. Bazı filmler vardır, son sahnesi tokat gibi vurur insanın yüzüne. La Haine’de benzer bir durum var ancak bu son sahne, tokat yerine yumruk gibi sert geliyor insanın yüzüne.
Paris’in gettolarında biri Yahudi, biri Müslüman ve biri siyahi olan üç yakın arkadaşın yaşadıklarını konu alır. Işıl ışıl Paris’in banliyölerinde biraz siyasal biraz sert bir yolculuktur bu film.
Le Boucher – Kasap
Hepimiz Alfred Hitchcock ismine hakimiz. Çoğumuz filmlerini izlemesek bile kültürlü gözükmek için zikredip dururuz. Peki ya Claude Chabrol’u duydunuz mu? Kendisi Fransız Hitchcock’u olarak anılır. Bunun en önemli nedeniyse filmlerinde barındırdığı yoğun gizem duygusu. Ve bunu Hitchcock gibi ustaca yedirir filme. 1970 senesinde çekilen Le Boucher filmi, yönetmenimizin imza işlerinden birisi denilebilir.
Fransa’nın kendi halinde olan sessiz bir kasabasında öğretmenlik yapan Hélène, köyde aniden ortadan kaybolan ve cesetleri bulunan kadınların haberlerini sıkça duymaya başlar. Baş şüpheli olarak arkadaşı Popaul gösterilir. Popaul savaş gazisi bir kasaptır. Hélène’nin arkadaşının masum olduğunu kanıtlama çabasıyla başlar film.