Sinema/TV - Kritik

Ölmeden önce izlenmesi gereken en iyi Japon filmleri

Daha önceki yazımda hemen yanı başımızda olan İran’dan bazı film önerilerinde bulunmuş ve izlemeniz gereken beş İran filmi sıralaması yapmıştım. Şimdiyse büyük sinema denizinde yelkenimizi Asya’ya doğru çeviriyoruz. Bugün sinemaya gidip filmlerini izlediğimiz ve usta olarak andığımız neredeyse tüm Amerikalı yönetmenlerin feyz aldığı, Amerikan sinemasının şekillenmesinde büyük rol oynamış olan Japon sinemasından naçizane önerilerle ölmeden önce izlenmesi gereken en iyi Japon filmleri konusuna değiniyorum.

İzlemeniz gereken en iyi Japon filmleri

The Face of Another – Bir Başkasının Yüzü 

1966 senesinde usta yönetmen Hiroshi Teshigahara tarafından çekilen film, tabiri caizse zamansızdır. Bu zamansızlığı açıklamak gerekirse, 3022’de bile izlenip etkilenebilecek bir başyapıttır. Kimliksizleşme, kimliği oluşturan temel öğe ve imajın insanlar için olan önemi gibi olguların irdelendiği filmin konusu kısaca şu şekilde yazılabilir.

Ana kahramanımız bir iş kazası sonucunda yüzünde onarılamayacak yanıklara ve yaralara sahip olur. Komple kafasını sargı bezleriyle kaplamadan insan içine çıkamayacak bir psikolojiye yenik düşer. Eşi bile elinde olmadan ondan tiksinmekte ve gerilmektedir. Psikiyatr doktoru ona gerçekçi bir maske yapma fikrini söyler ve bunu kabul eden kahramanımız, fakir bir işçinin suratını satın alarak fikri hayata geçirir. 

The Woman in the Dunes – Kum Kadın

1964 senesinde usta yönetmen Hiroshi Teshigahara tarafından çekilen film, gerilim türünde çığır açmıştır. Kobo Abe’nin aynı isimli romanından sinemaya uyarlanan yapım, döneminde gerek Japonya’da gerekse Dünya’da ses getirmiştir. Öyle ki Cannes film festivalinde jüri özel ödülünü alır ve yanına iki adet Oscar adaylığı serpiştirir. Film boyunca karşı cinsler arası iktidar ilişkileri, çaresizlik ve ölüm olguları irdelenir. Bütün bu hissiyatı izleyene aktarmak için sıkışık bir mekân içerisinde olabildiğince az ışıkla çekimleri gerçekleşmiştir.

Konusuna gelecek olursak, hafta sonu tatilinde Japonya’nın kumluk bir bölgesine böcek toplamak amacıyla giden kahramanımız, elde olmayan sebepler dolayısıyla geceyi orada geçirmek zorunda kalır. Hemen yanı başında duran köye ulaşır ve kumdan yapılmış bir merdivenden inerek köylülere durumunu izah eder. Köylüler onu dul bir kadının evine yerleştirir ancak kahramanımız sabah uyandığında kumdan yapılan merdivenin gittiğini görür ve esaret burada başlar. 

The Seven Samurai – Yedi Samuray 

Çoğumuzun adını sıkça duyduğu ve kimilerinin ortamlarda hava atmak için ismini zikrettiği usta yönetmen Akira Kurosawa tarafından 1954 senesinde çekilmiştir. Üç saati aşan bir uzunluğa sahip olan siyah beyaz film, kuşkusuz dünya sinemasının en önemli eserlerinden kabul edilmektedir. Pek tabi yönetmenimizin de imza işi olarak gösterilebilir. İzleyenlerin ailelerinden biri gibi görebileceği karakterlere, şimdiki filmlere ders olabilecek nitelikte savaş sahnelerine sahip olan yapımın her dalı özenle hazırlanmış diyebiliriz. Lafı fazla uzatmadan konusuna gelecek olursak; bir grup eşkıya samuray tarafından ekinleri ve paraları yağmalanan köylüler çaresiz duruma düşer.

Köyün bilge yaşlısı olan Gisaku’ya danışırlar. Gisaku, kendilerini koruyacak samuraylar bulmalarını söyler. Köylüler böyle bir bütçelerinin olmadığını, yalnızca samurayın karnını doyurabileceğini söyleyince, Gisaku cevaben aç samuraylar bulmalarını söyler. Her sordukları samuray tarafından zaman zaman sert zaman zamansa alaycı dönüşler alan köylüler en sonunda bir ronin’e (efendisiz samuray) rastlarlar. Bu ronin kendisi gibi olan diğer samurayları ikna eder ve hikâye buradan dallanarak devam eder. 

Kaidan – Hayalet Öyküsü

Akira Kurosawa’nın yarattığı epik sinemanın peşinden giderek, bir tutam Japon kültürünü bir tutam da Japon tarihini bir araya getirerek yenilikçi akımın en büyük temsilcilerinden biri olan Masaki Kobayashi, Kaidan filmini 1965 senesinde çekmiştir.

Lafcadio Hearn’in aynı isimli kitabından özenle seçtiği dört hikâyeyi beyaz perdeye taşıyan Kobayashi, ilk öyküde pişmanlığı, ikinci öyküde ihaneti, üçüncü öyküde yalnızlığı ve dördüncü öyküde çaresizliği anlatır. Özellikle kompozisyon ve makyaj kullanımına bakılırsa şu anda bile okullarda ders olarak gösterilebilir niteliktedir. Aynı zamanda sinemada ses ve müzik kullanımının da ne kadar önemli ve etkili olduğunu insanlara göstermiştir.

Gate of Flesh – Bedenin Kapısı

Eskilerin söylediği “Dananın kuyruğunun koptuğu yer” diye bir tabir vardır. Listemizin son filmindeki yönetmen için bu tabiri kullanmak uygun olacaktır çünkü kendisi delilik ve dahilik arasına çekilmiş ince bir ipin üzerindeki cambaz gibidir. 1964 senesinde Gate of flesh filmini çeken Seijun Suzuki işte böyle çağın ötesinde bir yönetmendir.

Kendisinin çektiği filmler genel olarak döneminde pek anlaşılmamış ve göz ardı edilmiştir. Hikâyeyi izleyiciye aktarırken olabildiğince doğaçlama bir yaklaşım sergilendiğinden, birçok izleyici tarafından anlaşılması ve sevilmesi güç hale gelmiştir. Filmde de savaş sonrasında gettolaşan fahişeler üzerinden cinselliğin irdelendiği bir konu ele alınır. 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu