Oyun İncelemeleri

Outlast 2

İlk olarak 2013 yılında çıkan Outlast, gerçekten hiç beklemediğim ve en ihtiyaç duyduğum anda çıkagelmiş, kalitesiyle göz dolduran inanılmaz bir korku oyunuydu. Hem o zamanlar, hem de günümüzde korku oyunu sektörü artık büyük oranda bağımsız yapımcıların üstüne kaldığı için Red Barrels bunu bir fırsat olarak bilmiş ve Outlast’ı deyim yerindeyse patlatmıştı.

İlk oyunun yakaladığı muazzam başarı üzerine çıkan Whistleblower da bir ek paket mantığı ile çıkmasına rağmen uzun soluklu yapısı ile aynı başarıyı yakalamış ve Outlast ismini birkaç kademe birden yukarı taşımıştı. Whistleblower’ı da birkaç kez baştan sona bitiren ben, Outlast 2 duyurulduğu gün nasıl havalara uçtuğumu daha dün gibi hatırlıyorum. Oyun sonunda elime ulaştı ve bir haftadır nasıl hasret gideriyorum anlatamam.

İlk Outlast’ın bu kadar başarılı ve akılda kalıcı olmasının sebebi, popüler YouTuber veya Twitch yayıncılarının yaptığı şebekliklerin aksine ‘jumpscare’ öğeleri değil, işlediği cüretkar temalardı. Dini öğeleri ve insan psikolojisini tek bir kavanoz içerisine koyup adeta reçel haline getiren, sonra da ekmeğe sürüp önümüze sunan bir oyundu Outlast. İçerdiği cüretkar temalar ve daha önce hiçbir oyunda rastlamadığımız şiddet öğeleri onu eşsiz kılan etkenlerin başında geliyordu. Kullanılan sesler, bir bağımsız yapımcıdan beklenmeyecek kadar sağlam görseller, atmosfer, sahnelerin akılda kalıcılığı derken aynı şeylerin daha da fazlasını Outlast 2’den de bekler olduk. Ve incelemeye tam anlamıyla başlamadan size rahatlıkla söyleyebilirim ki, Outlast 2’yi oynadıktan sonra ilk Outlast oyununun bir beta olduğunu anlıyorsunuz. Burada Demon’s Souls ve Dark Souls örneğini versem yeridir. Red Barrels ilk Outlast ile nabzı ölçtü ve ikinci oyun ile gerçek potansiyelini ortaya çıkarıp asıl vurgunu yaptı.

Öncelikle, Outlast 2’nin hikaye açısından ilk oyunla hiçbir alakası yok. Yani en azından henüz öyle bir alaka keşfedemedim. Varsa bile çok gizli ve küçük bir detay olduğuna eminim. Outlast 2, kendi içerisinde yeni bir hikayeye, yeni bir ana karaktere ve yeni bir mekana sahip.

Aşağıdaki paragraf oyunun hikayesinin başlarını ve ana temayı özetleyeceği için göreceli olarak spoiler içeriği ile karşılaşabilirsiniz.

Outlast 2’de, Blake Langermann adlı bir kameramanı oynuyorsunuz. Eşiniz Lynn ile birlikte oldukça riskli bir işe kalkışıp, uzaklarda, ormanın derinliklerinde bulunan bir yerleşkede gerçekleşen cinayetleri araştırmak adına bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Bu bölgede hamile bir kadın öldürüldü ve bu sırrı ancak siz açığa çıkarabilirsiniz. Kimsenin girmeye cesaret edemeyeceği bu karanlık yerleşkede Sullivan Knoth adlı bir din adamı ve onun takipçileri, akıl almaz ritüeller gerçekleştirerek dünyanın sonuna hazırlanmaktadır. Knoth’un ve takipçilerinin aşırı uç, dini fanatikliği ve tam tersi, Knoth takipçilerinin deyimi ile kafirlerin oluşturduğu bir grup arasında sıkışan siz, bu karanlık yerleşkeden çıkış yolunu aramaya ve hayatta kalmaya çalışıyorsunuz.

Elbette hikaye ilk oyunda olduğu gibi bir yerden sonra fazlasıyla sarpa sarıyor ve işler hiç beklemediğiniz, hiç anlamadığınız yerlere gidiyor. Geçmişiniz ile alakalı, ortaya çıkması gereken sırlar da bu hayatta kalma mücadelesi boyunca peşinizden ayrılmıyor.

Outlast 2’nin ön plana çıkan en önemli detaylarından birisi, oyunun dini öğeleri inanılmaz derecede dalgaya alması ve hatta hakaret boyutuna getirerek, daha önce hiçbir yapımcının cesaret edemeyeceği türden bir manzara sunuyor olması. Eğer dini konularda bir hassasiyete sahipseniz Outlast 2’de sizi rahatsız edebilecek çok fazla öğenin bulunduğunu söyleyebilirim. Hatta oyunun tüm bu şiddet ve dini öğelere rağmen birçok ülkede nasıl yasaklanmadığını anlamadım. Dünya bu kez beni bir hayli şaşırttı.

Outlast 2’nin teması dışında en önemli yanlarından birisi de sahip olduğu atmosfer. Neredeyse tamamı taşrada geçen, sürekli çalıların ve tahtadan yapılma evlerin arasında çıt bile çıkarmadan ilerlemek zorunda olduğunuz oyunda bir de işin içine gecenin oluşturduğu zifiri karanlık ile kameranın kendiliğinden korkutucu gece görüşü özelliği girince Outlast 2’de yolunuzu bulmak ve hayatta kalmak da bir hayli zorlaşıyor. Birçok kez düşmanlardan kaçarken kendimi ağaçlara çarpıp yere düşmüş ve akabininde de ölmüş halde buldum desem yalan olmaz. Oyunda yapmamanız gereken yegane şey kesinlikle panik. Panik yaptığınız anda tahtalı köyü boyluyorsunuz.

Outlast 2’de yönlendirdiğiniz karakter henüz tam olarak ne olduğunu bilmediğiniz bazı çocukluk problemlerine de sahip. Bu problemler taşrada yaşadıklarına da etki ediyor ve kendinizi bir anda, gündelik bir kabusun içinde bulabiliyorsunuz. Ormanın içinde bulduğunuz bir tünele girip ilerlediğiniz sırada kısa bir ışık kesintisi oluyor ve ışıklar geri geldiğinde kendinizi birden geçmişte, karanlık bir okul koridorunda bulabiliyorsunuz. Outlast 2 bu geçişleri oyuna o kadar iyi yedirmiş ki, yaşadığım her geçişte bir kez daha hayran kaldım. Bu, oyunun en önemli özelliklerinden birisiydi. “Nasıl yaptınız abi bu oyunu, nasıl?” diye soruyordum en son. Oynadığınızda bana hak vereceksiniz.

Sahip olduğu bu akıllıca geçişler ve ince bir işçilikle hazırlanmış tematik öğeler, bir de sahip olduğu muazzam ses kalitesi ile birleşince Outlast 2 gerçekten çok ürkütücü bir hal alıyor. Bakın, yıllardır korku oyunu oynuyorum. Bana bugün gelseniz, bir çay ısmarlasanız, bir de üstüne soranız “Ya Hürcan senin en sevdiğin oyun türü ne” diye, kesinlikle hiç beklemeden korku derim. Ancak korku oyunlarını hiçbir zaman şebekliğine sevmedim. Yani, birden höt-pöt diye çıkan korkunçlu suratlar ve ani ses patlamaları bir oyunu korkunç yapmaya yetmiyor.

Çünkü işin derinliklerine indiğinizde korku denen türün gotik edebiyattan ve gotik temadan geldiğini anlıyor, daha fazlasına sahip olması gerektiğini fark ediyorsunuz. Outlast 2 korkunç bir oyun, evet. Ancak korkunç olmasının sebebi ekrana birden fırlayan korkunçlu suratlar değil. YouTube’da izlediğiniz “fazladan tepki veren” tiplere inanmayın, abartıyorlar. Bizim Furkan’ın tepkilerine bakın mesela. Asıl doğallığı onda göreceksiniz.

Outlast 2 asıl korkuyu temasıyla ve zekice hazırlanmış sahneleri ile veriyor. Ses ve görüntü dengesi o kadar iyi tutulmuş ki, biri olmadan diğeri gerçekten hiçbir işe yaramıyor. Işıkları kapatıp, sağlam bir kulaklık taktığınızda Outlast 2’ye dalarsanız, hayatta yaşayabileceğiniz en iyi korku deneyimlerinden birini yaşayacağınızın garantisini veriyorum. Sizi korkutan şey saniyelik ses patlamaları veya korkunç suratlar olmayacak. Sürekli peşinizden gelen bir şeyin oluşu hissi, önünüzdeki notu okuduğunuz anda arkanızda bir varlığın belireceği hissi ve kafanızı varilden çıkarıp etrafa baktığınız anda beyninize saplanacak olan baltanın keskin hissi korkmanızı sağlayan asıl şeyler.

Oyunun görsel ve işitsel açıdan nasıl bir mühendislik harikası olduğunu zaten dile getirdim. Tematik açıdan da zekice tasarlanmış, harika bölümlerle karşılaşacaksınız, orası kesin. Zaten Red Barrels yine nasıl yaptıysa Unreal Engine’ı öyle bir kullanmış ki, günümüzde AAA etiketi ile çıkan çoğu oyuna taş çıkarır nitelikte olmuş. Neredeyse Resident Evil 7 kıvamına ulaşan, hatta bazı sahnelerde onu bile geçen Outlast 2, görsel açıdan neredeyse kusursuz bir oyun olmuş. Elbette oyunun bu görsellerle bu kadar rahat çalışmasının doğal sebepleri de var. Red Barrels çoğunlukla karanlık, tekil ve sıralı mekanlar kullandığı için bu görüntülerin de pürüzsüz bir şekilde oyuna aktarılması kaçınılmaz olmuş.

Güzel yerlerinden bahsedip yeterince övdüğüme göre şimdi de Outlast 2’nin hoşuma gitmeyen bazı yönlerinde değinmem gerekiyor.

Öncelikle Outlast 2, ilk oyuna göre çok daha kolay. Oyunu Normal, Hard ve Insane zorluk derecelerinde toplam üç kere bitirdim. Normal’de oynamanızı hiç mi hiç tavsiye etmiyorum. Zira içinde bulunduğum zorlu durumların çoğunda hızlı koşma tuşuna abanarak tehlikelerden kolay bir şekilde kaçtım. Bir süre sonra yapay zeka sizi takip etmeyi bıraktığı için ya da bir eşiğin üstünden atlayacağınız için bu pek de sorun olmuyor. Sizi takip etmeyecekler. Normal’de oyunum 7 saat sürdü. Hard’da 8 saatte bitirdiğim oyunun Normal zorluk derecesinden farkı ise yapay zekanın biraz daha gelişmiş olmasıydı. Bu kez beni uzaktan da olsa gören bir düşman hemen orada olduğumu fark edip bana doğru koşuyor ve yanında da arkadaşlarını getiriyordu. Ancak buna rağmen yine tabana kuvvet kaçıp zor durumlardan kolaylıkla kurtulabildim. Insane’de tam 9 saatte biten oyunum bu kez gerçekten güzel bir deneyim yaşatmayı başardı. Öyle harala gürele koşmaya başladığınız anda peşinize fazla hızlı koşan bir güruh takılıyor ve kendinizi bir anda yerde, kafanıza saplanmış bir bıçak ile buluyorsunuz. Yürürken de aşırı ses çıkarmamaya ve sürekli saklanmaya özen göstermeniz gerekiyor. Yoksa hemen fark ediliyorsunuz. Size tavsiyem, Outlast 2’yi gerçek deneyimi için Insane (en zor) zorluğunda oynamanız. (Bu zorluk isimleri oyunun ilk versiyonu için geçerli. Sonradan gelen güncellemeler ile değişmesi olası)

İlk oyuna göre fazla kolay olmasını sağlayan tek etken de koşmak değil elbette. Oyunda karşılaşacağınız sahnelerin neredeyse yarısı önceden hazırlanmış sahneler. Scriptli sahneler dersem belki daha anlaşılır olabilir. Oyunun yarısının önceden hazırlanmış, yarısının ise yapay zekaya bırakılmış sahnelerden oluştuğunu söyleyebilirim. Yapay zeka sahnelerinde klasik, saklanıp sessizce hareket ederek bir sonraki bölgeye geçmeye çalışıyorsunuz. Önceden hazırlanmış sahneler ise daha sinematik. Genellikle bir şey görüp tüm gücünüzle kaçtığınız sahneler oluyor.

Beğenmediğim bir nokta da oyunun kısalığı oldu. Bu kadar beklettikten sonra Red Barrels’ın belki bir-iki saat daha uzun bir oyun ile karşımıza çıkmasını çok isterdim. En azından oyunun ufak tefek soru işaretleri ile biten sonunu aydınlatmış, daha geniş bir son ile karşılaşsaydım Outlast 2’ye daha yüksek bir puan verebilirdim. Ama Normal’de 7 saat süren, en zorda ise 9 saatte biten bir oyun uzunluk açısından beklentilerimi karşılamadı.

Son sözlerime gelecek olursam, Outlast 2’nin bu kadar yıldan sonra genel olarak gerçekten beklediğimiz oyun olduğunu söyleyebilirim. Yukarıda da bahsettiğim gibi bazı sorunları var elbette ancak bu sorunları da tuzu-biberi olarak algılarsanız Outlast 2 şimdiden yılın en iyi korku oyunu olmaya aday. Şimdiye kadar bu benim için Resident Evil 7 idi ama Outlast 2’den sonra fikirlerim büyük oranda değişti.

İşlediği dini temalar ve içerdiği aşırı dozdaki şiddet öğeleri tarafından bazı bireyleri büyük oranda rahatsız edeceği kesin olan Outlast 2, korku oyunlarını seviyorsanız mutlaka oynamanız ve tecrübe etmeniz gereken bir yapım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu