Outlast

Grafik: 85
Ses:
86
Oynanabilirlik:
83
Genel:
80

Welcome to the madhouse
Outlast benim uzun süredir merakla takip ettiğim ve çıkışını en nihayetinde yapmış olan fps bakış açısından oynanan korku temalı bir yapım.

Bir gazeteciyi yönettiğimiz oyunda, akıl hastanesindeki garip olayları araştırmak için yola koyuluyoruz. Konu biraz klişe gibi dursada her zaman inandığım oynanabilirliğin senaryodan üstün olma ilkesi gereğince, oyun bu eksiğini sizlere fazla hissettirmiyor. Oyun boyunca topladığınız notlarla senaryo hakkında daha derin tecrübeler edinebilirsiniz.

Ama yinede oyundan Amnesia’daki o konunun içinde hapsolmakla kaybolmak arasında kaldığımız adı konulamayan garip hissi beklemeyin. Var ama biraz var. Yapımcılar bu noktada bir Amnesia klonu yaratmak istememişler belliki.


Run forrest run

Oynanış dinamikleri saklanmak ve kaçmak üzerine kurulu. Yani saldırmak için hiçbir silaha sahip değiliz.

Bu oynanış yapısıyla bizlere yine Amnesia’yı hatırlatsada kurgunun ilerleyişi ve daha sık düşmanlarla mücadele etme imkanımız olması dolayısıyla Amnesia’dan daha hareketli bir oyun olmuş diyebilirim. Outlast’ı ilginç kılan taraf da burası işte.

Oyunu oynadığınız süre boyunca sürekli bir atraksiyona girişiyorsunuz fakat bu kadar hareketliliğe rağmen oyun yinede sizi germeyi başarıyor.

Gayet başarılı bulduğum Amnesia’da çoğu kez boş boş dolandığım için oflayıp puflamıştım ve bu beni cidden sıkmıştı ama Outlast’ta böyle bir durumla hiç karşılaşmadım. Bu karşılaştırmayı Amnesia’yı oynamış ve beğenmiş arkadaşların Outlast hakkındaki fikirlerinin netleşmesi için özellikle yaptım.

Naber ?
Belkide Outlast’ın Amnesia’ya göre bende daha ciddi bir etki bırakmasının sebeblerinden birisi de ciddi biçimde iyi olan grafikleridir.

Karakterimizin belden aşağısını dahi görebildiğimiz oyunda özellikle ışık oyunları sizi germek için başlı başına bir sebep. Animasyonların başarılı olması ve Mirrors Edge’den bildiğimiz parkur öğelerinin oyuna çok iyi yedirilmesi benim için süpriz oldu.

Bir duvarın yanına yaklaştığımızda elimizi duvara yaslayabilmemiz, eğildiğimizde elimizi yere dayayarak oyuncuya karakterimizin emeklediği hissiyatını çok iyi verebilmiş olmalarından dolayı, yapımcıları kutluyorum. Böyle ufak detaylar çoğu oyunda göz ardı ediliyor çünkü.

Oyunda bir el kamerasına sahibiz. Kameranın birde gece görüş ışığı var. Ancak bu ışık pillerle çalışıyor. Haliyle oyunda bulacağınız her pil sizin için altın değeri taşıyor. Pillerin çok çabuk bittiğini eklemeliyim. Bu konuda çok tasarruflu olmanız lazım.

Outlast’ın asıl kalitesi sizi sürekli tehlikede hissettiren düşmanlarımız sayesinde oluşuyor. Her türlü psikopatlığın ortasında kalışınız ve bu iğrenç durumun karakterimizde oluşturduğu hisler, onu yönlendiren biz oyunculara çok başarılı bir şekilde iletilmiş. Özellikle bir sahnede bu yazdığım şeyi hatırlayacağınızdan eminim.

O son odaya girmeyecektim
Belki bazı oyuncular silah olmasa bile bıçak, çekiç veya benzeri bir aletle kendimizi savunabilmemiz gerektiğini düşünüyor olabilirler. Onlara hak veriyorum. Çünkü bıçak kullanmak için bir eğitimden geçmenize gerek yoktur.

Elleri olan herkes kullanabilir. Gazeteci olsak bile bu bir engel değil diye düşünüyorum. Hani karşımızdaki düşmanlar ölmeyen ruhani gotik tarzı şeyler olsaydı “ne uğraşacam yav adamlar nassa ölmüyor” mantığı devreye girer ve kabullenebilir bir oynanış tarzı oluşurdu. Hepsini geçtim en azından ellerimizle kendimizi savunabilirdik diye düşünüyorum.

Yani işin özünde her ne kadar saldıramamak daha fazla gersede saldıramamanın da mantıklı bir açıklaması olması gerekmez mi? Her neyse, düşmanlara karşılık veremememizden dolayı saklanmamız için oyunda birçok yöntem bulunuyor. Yatakların altları, dolapların içleri, karanlık gölgeler gibi. Ancak bir dolabın içine girmek sizi tamamen güvende kılmıyor çünkü düşmanlarımız dolapları kontrol edebiliyor. Bu noktada biraz yapay zekaya değinmekte fayda var.

Düşmanlarımızın ellerindeki kesicileri duvarlara sürterek ses çıkarmaları, yakınıma geldiklerinde harıl harıl beni bulmaya çalışırken bana takma isim bulup o isimle çağırdıklarına şahit oldum. O korku halinde yüzümde tatlı bir tebessüm oluşturdu. Yapay zeka oyunda bazen hayran bıraksada bazen de çuvallayabiliyor. Mesela farkedildiğiniz zaman tabanlayıp kaçıyorsunuz var gücünüzle.

Sonra diyelim ki bir tuvalete girdiniz ve tuvaletin kapısını kapattınız. Düşman tuvaletin kapısını bende birkaç kez açmayı akıl edemedi. Her ne kadar “birkaç kez” desemde bu durumun yaşanması o an da, oyundaki tüm heyecanımı aldı götürdü diyebilirim.

Belki de kendi karakterimden dolayı bu olayı farkettikten bir süre sonra işi korku oyunundan dalga geçme oyununa dönüştürdüm. Yine de olumlu davranıp yapılacak bir yamayla bu soruna çözüm getirebilir diyerek umudumuzu yitirmiyoruz.

Bayağı kızgınlar. Neden acaba?
Outlast’ı farklı kılan şeylerden birisi oyunda belli bir kurgu ve ilerleyiş olmasına rağmen oyun içinde yapay zekayla girişebileceğimiz “neredeyse” her mücadelenin doğaçlama olması. Bu durum oyunun bitirildikten belli bir süre sonra, insandaki gerilme arzusunun oyuna yeniden başlama sebebi olacağını düşünüyorum. Bir uyarı olarak belirtmek isterim ; oyun bayağı kısa. Tadına vararak oynayın.

Şüphesiz oyunlardaki saf korku tarzı Amnesia ile eski günlerine dönüş sinyallerini vermiştir fakat Outlast’ın kesinlikle çıtayı yukarılara taşıdığını söyleyebilirim. Hatalarına rağmen Outlast, korku severlerin kaçırmaması gereken bir oyun olmuş.

Exit mobile version