Oyun İncelemeleri

Overlord

Bir ülke hayal edin. Yeşillikleri ile, içi hayat dolu ormanları ile, büyük kentleri ile huzur içinde bir ülke. Sonra bu ülkenin başına bir kötü musallat olmuş olsun. Ormanlarında huzur içinde yaşayan elfleri, kovuklarında yaşayan hobbitleri, surlarının arkasına sığınmış insanları ve dağların altlarındaki kentlerinde yaşayan cüceleri boyunduruğu altına almış olsun bu kötü. Sonra bu dört ırkın kahramanları birleşsin ve bu kötü tiranı güçleriyle yenmiş kulesini de tepesine yıkmış olsunlar.


Böyle bir hikayenin sonunda “ve böylece sonsuza kadar mutlu yaşadılar” görmek isterdiniz değil mi?


Değil. Kötü tiran yok edildikten sonra bir süre her şey düzgün gitsin. Fakat sonra kötülüğü yenen kahramanlar gelen güç ile birlikte yozlaşsın ve hatta yendikleri düşmanlarından bile kötü birer diktatör olsunlar.


Hikayenin burasında herhalde “ve halkın içinde yeni bir kahraman doğdu, yozlaşan kahramanları birbir öldürdü ve böylece bütün halklar sonsuza kadar mutlu yaşadılar.” beklersiniz değil mi?


Değil. Bu ülkenin zavallı halkına gün yüzü yok. Denize düşüp yılına sarılmışlardı ama yılan daha da kötü çıktı. Şimdi daha da büyük bir yılana mı sarılacaklar yoksa artık sağsalim karaya mı dönecekler karar sizin. Çünkü ülkede bunlar olurken bir kaç adet kalmış sadık minyonlarınız sizi yıkık kulenin altında tekrar yaşama döndürüyorlar ve böylece ülkenin geleceğini de sizin ellerinize bırakmış oluyorlar.


Evet oyunda daha önce kahramanlar tarafından hezimete uğramış ve tekrar doğan Overlord’u oynayacağız. Bu maceramızda her türlü isteğimizi sorgusuz sualsiz yerine getirecek olan 4 farklı çeşit minyon birliği emrimize amade olacak, ayrıca güçlerimize kavuştukça yapacağımız büyülerle de düşmanlarımızı yakacağız.


Şimdi. Tekrar başa dönelim. Baş minyonumuz bizi kulemizin yıkıntıları arasında tekrar hayata döndürdüğünde göreceğimiz şeyler pek de iç açıcı olmayacak. Kulemiz yıkılmış, kulemizin candamarı olan Tower Heart çalınmış, 4 minyon birliğinden sadece sarı birlik kalmış, diğerleri ise ülkenin dört bir yanına dağılmış. Bize kala kala peşimizden ayrılmayan bir soytarı kalmış ki onun bile biraz derse ihtiyacı var! İlk iş soytarımıza tekme tokat girişip hem kendi karakterimizin hem de minyonlarımızın yapacaklarını öğrenmek. Sonraki ilk iş ise kovuklarında yaşayan fareleri yani hobbitleri avlamak olacak. Ve böylece başta bize ait olan toprakları teker teker tekrar ele geçireceğiz.Oyuna 15 adet minyonu kontrol ederek başlıyoruz. Sol analog çubuk Overlord’u yönetirken sağ analog çubuk ise minyonları yönetiyor. Başlangıç olarak size biraz zor gelebilir. Fakat çok kısa zamanda alışılıyor. Bu nedenle oyunun kontrollerinin son derece basit ve problemsiz olduğunu söyleyebilirim. Sadece ara ara genelde diğer oyunlarda kamerayı kontrol eden sağ çubuğun eksikliği hissediliyor. Bunu da left bumper ile kamerayı direk karakterimizin arkasına götürmemizi sağlayarak aşmaya çalışmışlar.


Oyunun büyük bir kısmı birebir savaşa girmek yerine minyonlarımız vasıtasıyla savaşmakla geçiyor. Minyon birliğimizi bir yere yönlendirdiğimizde eğer orada kırıp dökülecek bir eşya, itilecek taşınacak bir obje veya öldürülecek bir düşman varsa başka bir komut gerektirmeden hemen ne gerekiyorsa onu yapıyorlar. Özellikle ağzına kadar parçalanacak eşyalarla dolu bir mekana girdiğinizde minyonlarınızı ilerletip bütün o eşyaları hoplayıp zıplayarak, ortalığa saçarak ve bir yanda da o kötü kahkahalarını atarak kırıp dökmelerini seyretmek gerçekten bir zevk oluyor. Minyonlarımız zaten devamlı bir konuşma halindeler, yerde bir silah bulduğunda “benim, benim” diye bağırarak hoplayı zıplıyorlar, eğer size gerekli bir obje bulurlarsa hemen getiriyorlar, zaman zaman karşınıza çıkan ve size bir şeyler söyleyen karakterlerle dalga geçiyorlar. Ve tam anlamıyla size tapıyorlar. Onlar oyunun her yerine sinmiş olan mizah unsurunun baş aktörleriler ve inanın oyunun sonuna kadar önlerine gelen her şeyi yakıp yıkmaları sizi hiç sıkmıyor.


Dört farklı çeşit minyon birliğimiz var. Sarı olanlar oyunun başında itibaren bizimle. Bunlar için savaşçı birlik diyebiliriz. Düşmana en ağır hasar veren ve en zor ölen birlik bunlar. Sonra kırmızı birliği bulacaksınız. Kırmızılar ateşten etkilenmiyorlar dolayısıyla yolunuza çıkan ateşten engelleri bunlarla yok edeceksiniz. Kırmızılar çok dayanıksızlar, eğer yakın dövüşe sokarsanız çok çabuk ölüyorlar. Bu yüzden de uzaktan attıkları alev topları ile savaşıyorlar. Bir tanesi belki çok etkili olmayabilir fakat 5-10 tanesi bir araya geldiğinde özellikle de zombi gibi yavaş yürüyen düşmanları daha yanınıza dahi gelmeden öldürebilecek güce erişiyolar. Ne de olsa birlikte güç doğar! Sonrasında yeşil minyonları alıyorsunuz. Yeşiller zehirli bölgelerdeki zehirleri etkisiz hale getiriyorlar ve sinsilik konusunda uzmanlar. Yeşil birliğinizi bir bölgeye yerleştirdiğiniz de hemen görünmez oluyorlar ve yanlarına gelen düşmana bir anda saldırıyorlar. Eğer görünmeden saldırırlarsa sarılardan bile çok zarar veriyorlar ama birebir savaşta sarılar kadar iyi değiller. Bu üç minyon birliğinin de bir ortak özelliği var: yüzemiyorlar. Siz dizinize gelen bir su birikintisinde rahatlıkla geçerken arkanızdan sizi izleyen minyonlarınız birbir ölüyorlar. Peki o halde niye geliyorlar dursalar ya derseniz minyonlarınızın size taptığını hatırlatırım. Biraz sonra buna daha farklı bir örnek söyleyeceğim. Son minyon birliğimiz sizin de tahmin edeceğiniz üzere yüzebiliyorlar. Bu yüzden zaman zaman sadece bu birlik ile ilerlemek durumunda kaldığınız yerler olacak. Mavilerin bir diğer özelliği ise savaşta ölen arkadaşlarını renk gözetmeksizin diriltiyor olmaları. Bütün minyonlarınız öldürdüğünüz düşmanlardan veya parçaladıklar sandıklardan çıkan silah, zırh gibi eşyaları donanabiliyorlar. Bu nedenle uzun süre aynı birliği kullanırsanız birliğinizin silah gücü o oranda artıyor. Her yeni çağırdığınız minyon üzerinde standart donanımla geldiğinden – ki bu da sadece sarıların elindeki sopa demek- her ne kadar minyonlarınız sizin uğrunuza ölmek için her türlü tehlikeye hiç düşünmeden atlasalar da bu her ölen minyonun yerine daha düşük techizatla donanmış bir başka minyon gelecek demek. Peki bu minyonlar nereden çıkıyor? Öldürdüğünüz canlıların her biri arkalarında bir ruh bırakıyorlar. Bu dört ayrı renk ruh dört minyonu simgeliyor. Böylece her öldürdüğünüz düşman ile birlikte minyon ordunuz da büyüyor. Minyonları ülkenin dört bir yanına dağılmış olan çok ufak volkanik dağa benzer yerlerden çağırıyorsunuz ve eğer o an işinize yaramıyorlarsa yine aynı yerden geri gönderiyorsunuz.Minyonlarımız bizim için kendilerini feda ederken biz de elbette boş durmuyoruz. Elimizde başlangıç olarak bir balta var. Fakat sonradan ülkenin çeşitli yerlerinde bulduğumuz demirci objeleri ile farklı silahlar ve zırhlar üretebileceğiz. Aynı zamanda Overlord’umuz büyü de yapabiliyor. Saldırı büyüsü olarak ateştopu kullanıyoruz. Diğer büyülerimiz ise minyonlarımızı güçlendiren, bize ek koruma sağlayan veya düşmanı etkileyen yavaşlatma gibi büyüler.Büyü yapmak için manaya ihtiyacımız var. Ve hem mana barı hem de sağlık barı yine dört bir yanda bulacağımız objeler sayesinde artıyor.


Her ne kadar oyuna kötü etiketiyle başlasak ta oyun kötü veya çok kötü olma seçimini size bırakıyor. Aslında oyuna kötü etiketiyle başlamak lafı tam anlamlı olmadı. Çünkü karakterimiz kötüden çok frp oynayanların yakından bileceği gibi kaotik. Kaotik iyi mi yoksa kaotik kötü mü olacağınız size kalmış. Halkları, yozlaşmış kahramanlardan kurtardıkça iyi olacaksınız ama kahramanları öldürdükten sonra bile hala size “şu minyonları çek buradan” tarzında küstahça laflar edenlere de cezalarını vermek isterseniz, kötülüğe doğru yol alacaksınız. Ben şahsen elinde tırpanlı köylülere yemek taşıyacağıma hepsini doğramayı tercih ettim. Zaten frp’de de kaotik iyi bana her zaman saçma gelmiştir. Kaotik adam kötü olur arkadaş. Astığı astık kestiği kestik olur. Bu yüzden ben de kimsenin gözünün yaşına bakmıyorum.


Oyun genel olarak hobbitlerin yaşadığı, koyunların ortalıkta zıpladığı bir kasaba, elflerin yaşadığı bir orman, zombilerin bastığı insan kenti, cüce kenti ile kendi kulenizde geçiyor. Bu bölümlerin bir sıralaması olsa da hepsini bir sırada bitirmek zorunda değilsiniz. Oyun 4 minyon birliğini tamamlayana kadar bir oraya bir buraya gitmenizi istiyor. Birlikler tamamlandıktan sonra örneğin elflerin yaşadığı ormanları bırakarak isterseniz önce insan kentine gidebilirsiniz. Nereye giderseniz gidin, sık sık karşılaşacağınız portallar ile kulenize döneceksiniz. Kuleniz söylediğim gibi oyunun başlarında yıkıntı bir durumda, fakat oyunda ilerledikçe ve ganimetleri yağmaladıkça onu güzelleştirecek, koridorlarına halı, duvarlarına heykeller alacaksınız. Tabi bütün bunlar boşa yapılacak değil. Size bir de kulenizde sizi bekleyecek bir eş lazım. Tabi eşiniz için de bir yatak odası lazım. Yatak odasına mum lazım. Bütün bunlar da para ister. Yani koskoca bir Overlord bile olsanız eninde sonunda parayı eşinize mum almak için harcayacaksınız bundan kaçış yok!


Kulemiz sadece yatak odasından ibaret değil elbette. Yeni alet edavat yapacağınız demirci ocağı ile oyunda karşınıza çıkan düşmanlarla dövüşeceğiniz bir de arena var. Size demin minyonlarınızın sizi tanrı olarak gördüklerinin başka bir ispatı var demiştim. İşte yeni eşyalar üretmek bunun ispatı. Şöyle ki yeni silah ve zırhlar için hem paraya hem de minyonlara ihtiyacınız var. Çalışsınlar diye değil. İçi eriyik dolu kazanlara atlayıp kendilerini kurban etsinler diye! Çünkü ne kadar çok minyon kurban ederseniz yaptığınız eşya da o kadar kuvvetli oluyor. Yapacağınız veya upgrade edeceğiniz eşyayı seçip sonra kaç tane minyon kurban edeceğinizi belirliyorsunuz, sonra o güzel minyoncuklar hoplayarak zıplayarak koşup kahkahalar atarak kendilerini kazanların içine atıveriyorlar. Ayrıca ülkede dolaşırken de sağlık durumunuzu ve mana durumunuzu belli yerlerdeki sunaklarda minyonlarınızı kurban ederek dolduruyorsunuz. Bu ne sevgi böyle!Oyunun tek kişilik görevi yaklaşık 15-20 saat sürüyor. Sorasında ise multiplayer ile oyunun ömrünü uzatabilirsiniz. Zira bir kere bitirdikten sonra bir daha oynamanız için bir sebep kalmıyor. Fakat multiplayer bölümlerinin de çok uzun ömürlü olduğunu sanmayın. Multiplayer bölümü ikiye ayrılıyor. Birinde Live üzerinden bir kişi ile en çok skor elde etmek ve en çok altını kulene taşımak temalı maçlar yapıyorsunuz. Her bir oyuncu haritanın farklı bir yerinde aynı minyon sayısı ile çıkıyor, fakat haritadaki bir takım objeleri taşıyarak minyon sayısını arttırabiliyor, yeni güçler kazanıyor. İlgi çekici olsa da bana çok zevkli gelmedi. Diğer multiplay seçeneği ise başka bir oyuncu ile birlikte savaştığınız co-op oyunu ki bu oldukça zevkli. Malesef sadece iki harita ile gelen bu oyun türünde devamlı gelen düşmana karşı iki Overlord ve minyonlarınız ile yarım saat dayanmaya çalışıyorsunuz. Başlangıçta azar azar gelen düşmanlar sonradan abartıyorlar ve sizi hem minyonlarınızı stratejik kullanmak zorunda bırakıyorlar hem de sınırlı sayıdaki minyonların her birini değerli hale getiriyorlar. İnsan keşke bu haritalardan daha çok olsaymış diyor.


Grafikler konusunda söylenecek çok az şey var. Gittiğiniz her yer bir masal kitabından fırlamış gibi capcanlı. Karakterlerden tutun, bitkilere, ağaçlara, ortalıkta zıp zıp zıplayan koyunlara kadar her şey son derece düzgün. Overlord’un grafikleri için üstün diyemezsiniz belki ama son derece yeterli olduğu da ortada.


Peki bu oyunda beni hayal kırıklığına uğratan ne oldu? En başta oyunun çok daha komik olmasını bekliyordum. En azından oyundan 1 ay kadar önce çıkan demosu bana bunu vaad etmişti. Fakat nedense komik olmak için bu kadar çok potansiyele sahip oyun bir türlü bunu gösteremiyor. Evet minyonlarınızın ortalığı kırıp dökmesi sizi sıkmıyor ama biliyorsunuz ki çok daha komik olabilirmiş. Ara ara birinin çıkıp komik bir şey söylemesi sizi güldürüyor ama bunun devamı bir türlü gelmiyor.


Fakat aslında oyunun en büyük eksiği gerçek kötü olacağınızı vaad edip bunu yerine getirememiş olması. Kötülük yapmak için yaptığınız tek şey kasabalarda yaşayanları sebepsiz yere öldürmek. Size verilen görevler iyi veya kötü olma seçimini sunmaktan uzaklar. Doğrusunu isterseniz görevler yaratıcılıktan uzak son derece sıradan yapılmışlar. Sanki oyun başta konsept olarak gerçekten kötü bir karakteri oynamak için tasarlanmış ama yapım aşamasında bundan vazgeçilmiş gibi. Kötü dediğimiz karakter karşısında en az kendisi kadar kötü başka düşmanlar buluyor. Peki o zaman kötülüğün ne anlamı kaldı? Bu da oyunun yerine getiremediği bir başka vaad.


Oyunun diğer bir eksiği ise büyü yeteneklerinizin çok sınırlı olması. Büyü sanki bonus olsun diye konmuş gibi. Çok efektif kullanılamıyor. Ve çeşit olarakta çok azlar. Koskoca Overlord’umuzun yapıp yapacağı bir ateş topu atmak olmasaydı keşke. Bir de başta söylediğim gibi ufak bir kamera sorunumuz var. Zaman zaman kamera çok ters açılara gidiyor ve aksiyonun ortasındayken pek çok şeyi kaçırıyorsunuz.


Sonuç olarak oyun pek çok yönden eğlenceli, sıkılmadan oynanacak bir oyun. Ama malsef mizah potansiyeli çok iyi kullanılamamış ve oyun gerçekten kötü bir karakteri oynadığınız hissini size veremiyor. Eğer bunlar yapılmış olsaymış uzun süre zihinlerde kalacak bir oyun olurmuş. Yine de eğer siz de elf, cüce, insan gibi karakterler oynayıp kötülere ders vermekten bıktıysanız bir de cephenin diğer tarafına geçebilirsiniz. Minyonlar sizi bekliyor. Eğlence garanti!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu