Makale

Oyun Akademisi #3

Peter Molyneux. Şüphesiz oyun dünyasının en tartışmalı isimlerinden birisi. Molyneux’ye karşı oyuncuların sevgi ve nefret karışımı duygular beslemesi boşuna değil Molyneux her zaman yaptıklarının yapacaklarının garantisi olduğunu söyleyip, yaptıklarının üstüne çok fazla çıkamamıştır. Çok radikal fikirler sunup, bu fikirlerin yüzde ellisini bile gerçekleştiremeyen Molyneux, geçtiğimiz haftalarda konuyla ilgili bir çöküş yaşamış, onu takip eden hayranlarından özür dileyip, son oyunundan sonra piyasayı bırakacağını söylemişti, ondan sonra ki hafta emeklilik fikrinin oldukça saçma olduğunu söyleyip, fikrinden dönüp, ömrünün sonuna kadar oyun yapacağını belirtmişti.

Bu genel olarak yaratıcı işlerle uğraşan herkesin yaşadığı bir döngüdür. Bir noktada bırakma isteği, yapabileceklerinin kapasitesine ulaşmış olduğun düşüncesi, her anında yaratıcı işler yapan insanın ensesindedir. Bu laneti aşmak için tasarımcının daha fazla araştırıp, daha fazla çalışıp, yaşadığı geçici körlüğün üzerine gitmesi gereklidir, ancak böyle kurtulabilir bu durumdan. Molyneux şüphesiz çok benzer bir durum yaşadı ve şimdi sahalara yeniden dönmek için enerji topluyor, kendisini tekrar yeni oyunlarla görmek istiyoruz.


“Lionhead Head bir dönemin efsane oyun firmalarındandı”

Uzun bir giriş oldu fakat bunları yazmam önemliydi, Molyneux’nün oyunlarıyla büyümüş bir oyuncu olarak benim üzerimde yarattığı etki tartışılamaz. Papulous, Dungeon Keper, Black & White gibi oyunlar yapıp  “Tanrı Simülasyonu” türünü geliştiren bu adam, gerçekten oyuncular üzerinde etki bırakan nadir yapımcılardandı. Peki ama Molyneux’nün oyunlarını oynayan kitlenin yaptığı işlerden bu denli etkilenmesinin sebebi neydi?

Black & White’ı örnek alalım, bu seri gerçekten kendi içinde bir mitolojiye, bir ide’ye sahip, nadir oyunlardandı. Şüphesiz Black & White’ın tasarımsal olarak en büyük artısı oyuncunun kendi dünyasında kendi mitolojisini yaratabiliyor oluşuydu. Black & White pek çok hata ile dolu bir oyun olmasına rağmen aynı anda tasarımsal anlamda pek çok dahiyane fikir ile doluydu. Öncelikle belki de en önemli soruyu cevaplıyordu, size bir tanrının gücü verilseydi ve bu güç ile milyonlar sizin insafınıza kalsaydı nasıl kararlar verirdiniz? Gücünüzün sorumluluğunu boşverip tebanızı umursamaz mıydınız yoksa tam tersi, sorumlu bir tanrı olup size inananların iyiliğini mi isterdiniz?

Şüphesiz tanrı konseptini anlamlandırmaya yakınlaştıran oyunlardan birisiydi Black & White, ortada sadece iyi ve kötünün savaşı değil, çok daha büyük bir şeyin savaşı vardı, sizin vicdanınızın. Gerçek anlamda bir sosyal deney gibi, eğer o zamanda bu denli bir sosyal medya olsaydı bütün B&W oyunlarından alınan veriler değerlendirilip belki de bir vicdan haritası çıkartılabilirdi. Bu açıdan Black and White bir efsaneydi ve bu yüzden hep bir efsane olarak anılacak. O dönem için gerçekten fersah fersah ileride bir fikirdi, şimdi yapılsa, sosyal medyanın gücüyle beraber bir fenomen olabilirdi. Black and White iyi tasarımdı ve muhteşem fikirlere sahipti.

En basit fikri ele alalım. Oyunun içinde kendinize bulduğunuz tanrı ismi mesela. Black and White veri tabanında kullandığı bir programla bu ismi oyunun olur olmadık yerlerinde size fısıldayıp, tüylerinizi diken diken edebiliyordu, her hareketinizle şekillenen bir dünya, tek bir hareketinizle son bulabiliyordu. Ateşin çok yakınına diktiğiniz ağaçların orman yangınına sebep olması, temizlemeye çalıştığınız kayaların diğerlerini tetikleyerek kasabanızın üzerine yıkılması, sizin için mikro olan çoğu şeyin tebanız için makro sonuçlarını görebiliyordunuz ve bu gerçekten tüyler ürperticiydi.

Bu dediklerim ikinci oyun için geçerli değil, ikinci oyun orijinal fikri alıp geliştiren ve içine daha fazla detay ve grafik ekleyen bir yapımdan başka bir şey değildi. Altın fikirlerin hepsi ilk oyundaydı, yaratığınızla kurduğunuz diyalog, hareketlerinizle şekillenen yüzlerce NPC’nin kaderi, sizi tanrı gibi hissettiren bütün elementler ilk oyunda mevcuttu ve bütün bunlar Black and White’ı muhteşem yapmaktaydı, türünün tek örneğiydi, zaman geçtikçe değerlenen, zamansız bir oyundu. Bütün bunların sebebi Molyneux’nün iyi tasarımıydı. İşine inanan, gerçekten farklı bir şeyler yaratmak isteyen bir adamın çocuğuydu Black and White, zira Lionhead döneminde Molyneux gerçekten çok iyi işler başarmıştı.

Dönemin oyuncuları, özellikle 90’lar da çocuk olan jenerasyon bunu iyi bilir, o zaman oyunların kendi dünyası, bize özel olan bir yanı vardı, toplumun geneline uyum sağlayamadığımız için kendimizi monitörün başında kaybediyorduk ve kendi dünyamızı yaratıyorduk. Black and White bu dönem içinde gerçekten oyuncuları esir alan bir oyundu ve bunu başaran nadir yapımlardandı.

Tabii ki o dönem iyi bir dönemdi, oyun endüstrisi henüz çok ciddi karlar beklemediği ve oldukça içine kapanık olduğu için yeni fikirler ile bir çıkış yakalamayı umuyordu, 2005 yılından sonra kendini tekrar eden türler, oyun serilerinin piyasaları gibi durumlar oluşmaya başladı. Bu oyunların yaratıcılığı için ne kadar iyi bu gerçekten tartışmaya açık bir konu, iyi mi kötü mü? Endüstri gelişiyor mu? Yoksa duraklama döneminde miyiz? Orijinal fikirlere ne kadar açığız? Belki artık orijinal fikirler sadece bağımsız oyunlara kalmıştır? Benim bildiğim tek bir şey var, Black and White kadar beni heyecanlandıran çok az oyun oynadım. Oyun Akademisi, haftaya tekrar geçmişten bir konukla aranızda olacak…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu