Makale

Oyun Akademisi #32

Küçük bir çocuktum, mahallenin “Segacı” abisi vardı, ondan türlü türlü CD’de oyun alır eve gidip oynardım. Tabii o zamanlar oyunun içeriğini bilemiyorsun, internetten puanlarına bakıp, incelemesini okuyup alamıyorsun, dergiler de her oyunu yazmıyorlar, bu sebeple arada çok karambol oyunlar olabiliyor, bazıları da sürpriz çıkıyor tabii.

İşte böyle bir zamanda ben Blood’ı almıştım. Kapağında kanlı bir el vardı, ben de dedim “abi kesin çok değişik bir oyundur bu, iyisi mi ben bunu alayım, saatlerce oynayayım.”
Blood’ı aldım, koşa koşa eve gittim, taktım yükledim, o zamanlar babam bana Pentium II kasa almıştı bir tane, ben o Pentium II kasayı sonradan 5-6 sene boyunca türlü türlü parçalarla güncelleyip hayatta tutmaya çalıştım, en son hali bisiklet dinamosuyla çalışır tadındaydı, korkunç bir dayanma gücü göstermişti sevgili kasam fakat konumuz bu değil, ben yine kendimi kaybediyorum.

Blood’ı aldım, taktım, yükledim dedim, aman allahım, hayatımın en büyük dehşetlerinden birisini o gün yaşadım sanırım, hala oyunun tıklanınca çıkan “Play” yazan kısmından korkarım, “Play Bloood” diye bağıran bir yaratık vardı, ne kadar sinirimi bozardı o. İşte ben o an anladım hayatım boyunca oturup Blood’ı adam gibi oynayamayacaktım.

Neyse, bilenler bilir, Blood’ın başında zamanına göre oldukça korkutucu bir giriş sinematiği vardı, ben o sinematikle birlikte baya baya rahatsız olmuştum zaten. Oyuna başladığımız o meşhur mezarlık ise tüylerimi diken diken etmişti, başıboş koşuşturan zombiler mi dersiniz, oyunun garip akıcılığının verdiği rahatsızlık hissiyatı mı dersiniz, gerçekten sinirlerimi bozmaya yetmişti.

Kıssadan hisseye geleyim, o gün bugündür Blood beni hala korkutmaya devam ediyor. Geçtiğimiz günler de oyunu tekrar kurup bu sefer korkmadan oynayayım dedim, yok, yapacak bir şey yok, ben ne yaparsam yapayım, nasıl bir şekilde bilinçaltıma işlemişse, Blood beni rahatsız ediyor, sinirimi bozuyor, her adımda canımı sıkıyor.

Yani Silent Hill’i gayet normal bir şekilde oynayabiliyorum, hatta Condemned gibi oyunları da fakat söz konusu Blood olduğu zaman, çocukluğumdan gelen bir şeyler var işte, bence her oyuncunun böyle oyunları var, bir türlü bitiremediği, oynayamadığı yapamadığı oyunlar. Benim için bu oyun Blood idi, en azından hala öyle olduğunu bilmek beni garip bir şekilde memnun ediyor.

Tabii söz konusu ben olduğumda benim için bu bir korku oyunuydu, bu sizin için başka sebepler yüzünden de olabilir, bir şekilde oyundan sıkılıyorsunuzdur, çok güzel olmasına rağmen sizin için bir şeyleri eksik geliyordur ve yapamıyorsunuzdur, bu durumun bir adı olmalı bence.

Blood’da neyin olduğunu hala bulabilmiş değilim, beni bu kadar rahatsız eden, bu kadar iten ne vardı da ben oyunu bitiremedim ya da oynarken rahatsız oldum? Grafikler mi? Ses mi? Hikaye mi? Karakterler mi? Belki de bütün bunların hepsi muhteşem bir kombinasyonla bir araya gelip bir şekilde benim içimde bir şeylere dokunmuş olabilirler, bu bana en mümkünlü gelen cevap.

Bir de daha sonradan Blood 2’nin çıktığını öğrenmiştim, şansımı denemek için onu da yüklemiştim fakat onda Blood’dan aldığım hissiyatı alamamıştım, sanırım ben biraz klinik bir vakayım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu