Oyun Tarihinin Efsanevi Düşmanları – Bölüm 1
Her video oyununda yapmamız gereken işler, karşılaşmamız gereken engeller
vardır. Bunlar arasında gösterebileceğimiz en önemlileri, şüphesiz bölüm sonu
boss’larıdır. Bazen o kadar iğrenç, bazen ise o kadar çekicidirler ki, ister
istemez onlara karşı bir sempati veya antipati oluşur. Bir anda gözümüzde önemli
birileri haline gelirler ve yer aldığı oyunun ismi geçtiğinde, ilk olarak
aklımızda bu isimler belirir. Bu düşmanlar, normal rakiplerimize nazaran daha
güçlüdür, daha büyüktür ve saldırı kabiliyeti daha yüksektir. Böylece, onları
yenebilmek için bazen gereğinden fazla çaba harcar, soğuk terler dökeriz. Bazen
bir de bakmışız ki, onları öldürmek aslında çok kolaymış, ama önemli olan da
zaten bu açıkları yakalamak. İşte o zaman işimiz çok kolaylaşacaktır…
DOOM – Cyberdemon
Doom serisindeki en devasa ve görkemli yaratık olduğunu söyleyebiliriz. Yarı
metalik, yarı organik bir vücudu olan bu yaratık, ortalama bir insan boyundan 10
kat daha büyüktür. Bu nedenle ufak kapılardan geçemez. Bu da çoğu kez oyuncunun
yararına olarak kullanılabilir. Çünkü Cyberdemon ile yüz yüze mücadele etmek,
neredeyse imkansızdır. Sol kolunda (Bazı oyunlarda sağ tarafta) yer alan roket
atar, bir kerede art arda 3 roket atabilir. Sadece ikisinin isabet etmesi
sonucu, tamamen zırhlı bir oyuncu ölebilir. Silah örneklemesi yaparsak, ancak
bir makineli tüfekten çıkacak 400 mermide öldürülebilir. Cyberdemon, Doomguy ve
Baron of Hell’i de tasarlayan Adrian Carmack tarafından hazırlanmıştı. Önceki
Doom oyunlarında, uzun uğraşlar sonucu öldürülebilen bu yaratığı, Doom 3’de
silahlarla öldürmek mümkün değildir. Eski Doom oyunlarına nazaran daha büyük
boyutlarda olan Cyberdemon, Doom 3’ün final yaratığı olarak sadece Soul Cube ile
öldürülebiliyor.
Doom 3’ün finaline gelip, bu yaratığı ilk kez gördüğümde, sürekli ona ateş
ederek ve kaçarak onu öldürebileceğimi sanmıştım. Uzun uğraşlar verdim, ama
başarılı olamadım. Yukarda bahsettiğim gibi, onu öldürebileceğim kolay bir
noktası olmalıydı ve o da ruh küpünü kullanmaktı. Bunu fark etmem, ne yazık ki
biraz geç oldu.
RESIDENT EVIL – Nemesis
Yunan mitolojisine göre Nemesis, acıma duygusu olmayan bir tanrıça olarak tasvir
ediliyor. Resident Evil ise, oyun dünyasında bu ismi unutulmaz kılan yegane
yapım. Raccoon şehri sokaklarında yalnız değildik; bir grup Stars üyesi ve hâlâ
hayatta kalmayı başarmış bir kaç insan vardı. Her yanımız zombilerle çevrili
olsa da, bu piyonlardan daha güçlü bir şey olduğu çok açıktı. Nemesis, Umbrella
tarafından hazırlanan bir süper asker. Görevi ise, hayatta olan tüm Stars
elemanlarını yok etmek. Roket atar ve makineli tüfek gibi silahlar kullanıyor.
Söylediği tek kelime, Stars’tır. Ayrıca isminin anlamı gibi, çok acımasızdır.
Resident Evil 3’de sürekli olarak peşimizden gelen bu yaratık, bölümler geçtikçe
daha da güçlenmektedir. Böylece öldürmek daha da zorlaşır. Nemesis, aldığı
hasarlar sonucunda ufak bir süre baygın halde kalarak, ister istemez oyuncunun
ona karşı saldırıya geçmesine imkan tanıyor. Sonrasında ise, bu saldırılara
karşılık olarak daha da agresif davranabiliyor.
Buji ve yağ gibi ekipmanları kombine bir şekilde kullanarak, treni
çalıştırdığımız bölümün sonrasında Nemesis tarafından saldırıya uğruyor ve tren
enkazında Nemesis ile kapışıyorduk. Bu bölümde benim sahip olduğum cephane kısa
sürede bittiği için onu öldürmem normalden uzun sürdü. Fakat normale nazaran
daha zevkli oldu diyebilirim. Çevreyi en az 10-15 kez dolaşıp, Nemesis’in
yorulduğu sıralarda saldırarak onu sadece bir bıçakla öldürmüştüm. IGN ve
Gamedaily gibi kaynaklar tarafından “Favori korkunç yaratık” olarak gösterilen
Nemesis, belki de Resident Evil serisinin en önemli yaratığı.
SILENT HILL – Pyramid Head
Bilinmezlik hissi, en korkunç yaratıktan bile daha fazla korku verebilir. Fakat
bu unsur, bir yaratıkla birleştirildiğinde ortaya çıkan hissiyat, korkudan çok
bir kabusa dönüşüyor. Pyramid Head, şu ana dek karşılaştığımız en esrarengiz
yaratıklardan bir tanesi. Cüsseli duruşu, farklı yapısı ve ne yapacağını önceden
kestiremiyor oluşumuz, her zaman için bizi diken üstünde tutmaya yetiyor. İlk
olarak Silent Hill 2’de karşılaştığımız bu yaratık, aslında James Sunderland’ın
bilinç altında oluşturduğu bir yansıma. Sağ elinde devasa bir boyutta bıçak veya
bir mızrakla dolaşır. Kafası, isminden de anlaşılacağı üzere bir piramit
şeklindedir. Hantal hareket eden, ama çok güçlü darbeler vurabilen Pyramid Head,
ayrıca acı ve eziyeti sembolize eder.
Silent Hill 2’de ilk kez bu yaratıkla karşılaştığımda, elimdeki güçsüz demir
parçasıyla ona saldırmaya kalkışmıştım, ama tek bir bıçak darbesiyle beni yere
sermişti. Ardından bunu bir kaç kez daha denedim, çünkü oda küçüktü ve bir çıkış
yolu bulmak için onu yenmek gerekiyordu. Aslında ben öyle düşünüyordum, ama
yanlış düşündüğümü çok geçmeden anladım. Eğer bir köşede durur ve beklersek
Pyramid Head, hiç bir şey yapmadan ortadan kayboluyordu. Piramit Kafa, Silent
Hill 2 dışında hem karşılaşacağımız bir yaratık olarak hem de sadece bir ara
geçiş sahnesi olarak diğer SH yapımlarında da karşımıza çıkmıştı.
TOMB RAIDER – Jacqueline Natla
Natla, Atlantis isimli kuruluşun 3 yöneticisinden bir tanesiydi. Onunla birlikte
diğer arkadaşları Qualopec ve Tihocan’da da güçlü birer taş bulunuyordu. Scion
ismindeki bu taşlar, bir araya getirildiğinde ortaya inanılmaz bir güç
çıkarabiliyordu. Güzel olmasının yanında çevresinde zeki olarak da bilinen Natla,
ayrıca kurnaz ve güç düşkünü biriydi. İki ortağına da tuzak kurarak taşlarını
çalmayı denedi, ama başarılı olamadı. Bunun üzerine Qualopec ve Tihocan, sahip
oldukları taşlarla birlikte ortalıktan kayboldu. Bir süre sonra tekrar kendisini
gösteren Natla, bu kez tek başına kurduğu Natla Teknolojileri firmasıyla
yükselişe geçmişti. Fakat aklı halen o taşlardaydı. Onların bulunması için Lara
Croft’u görevlendirmiş ve korkunç planlarını hayata geçirmek için bekleyişe
geçmişti. Lara ise, çok geçmeden durum hakkında bilgi sahibi olunca taşları
Natla’ya vermekten vazgeçmişse de Natla, taşları almayı başarmış ve büyük bir
yaratığa dönüşmüştü.
Oyun dünyasının en tanınmış bayan karakteri Lara Croft’un ilk macerasında
karşılaştığımız Natla, zeki bir kadın veya güçlü bir yaratık olmasına rağmen,
Lara kadar çevik olmadığından dolayı mücadeleyi kaybetmişti. Onca güçlü taşı
kullanıp da hâlâ bir insana karşı yenilmek biraz saçma gibi gelse de, aklı geri
plana atıp gücü kullandığını ve bunun neticesi olarak kötü sonuçların ortaya
çıktığını görüyoruz. Natla ile sonraki Tomb Raider oyunlarında da
karşılaşmıştık.
GOD OF WAR – Hydra
Yunan mitolojisine göre Hydra, çok başlı ve öldürülmesi çok zor bir yaratık
olarak gösteriliyor. Bir yılan veya ejderha olarak tasvir edilebilir. Çok güçlü
bir çeneye ve keskin dişlere sahip. Onu yenebilmek için, ana kafasını kesmek
şart. Herkül, Lerna şehrinin ötesinde bir bataklıkta yaşayan bu yaratığı
öldürmek için yola çıkmıştı. Canavarla karşı karşıya geldiğinde, kestiği her bir
başın bu kez ikişer ikişer çıktığını fark etmiş ve bunun üzerine büyük başına
saldırarak onu öldürmüştü.
God of War’da ise, Poseidon’un denizinde yer alan bir gemiye saldırarak ortaya
çıkıyordu. Bu yaratığın bir diğer saldırgan yönü de, yakınlarında gördüğü her
şeye karşı öfke beslemesi ve düşman bir tutum sergilemesi. Saldırdığı gemiye
büyük hasarlar verdikten sonra geminin kaptanını, ona yalvarmasına rağmen yemiş
ve gözünü bu kez Kratos’a dikmişti. Kratos, Hydra’nın öncelikle küçük kafalarına
hasar vermek için uğraşıyor, ardından da ana gövde ile ilgileniyordu. Küçük
başları tekrar çıkmaması için kesmeyen Kratos, bunun yerine onları oldukları
yerde kalmalarına mahkum edecek bir yöntem izledi ve üzerlerine birer kazık
çaktı. Ardından güçlü çenesi ve nefesine rağmen ana kafayı keserek, yaratığın
vücudunun tamamen ölmesini sağlamıştı.
WOLFENSTEIN 3D – Mecha Hitler
İnsanlık tarihini sonsuza dek değiştiren bir savaş ve bu savaşın en kilit
ordusunun başındaki adam, Hitler… Kitabın ön sayfalarında yazan bilgiler
haricinde, aslında bir de hiç çevrilmemiş arka sayfaları vardı. Dedikodu olarak
yıllardır sürdü bunlar. Uzaylılar ve Nazilerin çılgın deneyleri hakkında
hikayeler sürekli dilden dile dolaştı, ortaya iddialar atıldı, ama kesin bir
sonuca varılamadı. id Software’in ilk FPS oyunu Wolfenstein da, bu temayı konu
olarak benimsemiş ve Nazilere karşı verilen mücadeleleri ekranlar önüne
sermişti. Oyunun en dikkat çekici yönlerinden bir tanesi de, Nazi askerleri bir
yana Hitler’le de savaşabiliyorduk. 3 farklı tasarım olarak yapımda yer alan
Hitler, oyunun konusu gibi alternatif bir gerçekliğe sahipti. Çılgın deneylerini
ilerleten Naziler, Hitler üzerinde de bir takım çalışmalar uygular ve Hitler’i,
süper bir askere çevirirler. Tabii ki klonlarıyla birlikte.
Mecha Hitler, yarı robot, yarı insan birleşimi bir boss. İki kolunda da her biri
dörtlü olmak üzere ikişer adet makineli tüfek yer alıyor. Aslında görünümü için,
kaskı olmayan bir Master Chief diyebiliriz. Bu düşmanın haricinde yapımda, iki
elinde makineli tüfekler yer alan Hitler ve pelerinli bir şekilde uçarak alev
topları gönderen bir Hitler daha yer alıyordu. Wolfenstein sayesinde, Hitler ile
ilk kez düşman olarak karşılaşma imkanımız olmuştu. Bu dakikaları unutmak mümkün
değil.
HALF-LIFE – Nihilanth
Black Mesa’da sürdürülen deneylerin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından
artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Nihilanth, orijinal Half-Life’ın
muhteşem finalinde karşılaştığımız yaratık. Xen gezegeninin en güçlü canlısı
olan Nihilant, ufak gövdesine rağmen dev kafası ve ahtapota benzer yüz
hatlarıyla dikkat çekiyor. Saldırı olarak teleport gücünü kullanıyor. Eğer ondan
gelen enerji topları bize isabet ederse, Xen içersinde farklı bir bölgeye
ışınlanıyor ve buradaki yaratıklarla savaşmak durumunda kalıyorduk. Ona zarar
verebilmek için öncelikle etrafındaki enerji taşlarını yok etmemiz gerekiyordu.
Böylece kafa kısmı açılacak ve oraya saldırabilecektik.
Nihilanth’ı öldürdükten sonra G-Man, bize bir teklif sunuyor ve onunla gelmemiz
koşulunda yaşayabileceğimizi söylüyordu. Nihilant, oyun dünyasının fenomen
karakterlerinden bir tanesi olarak gösterilen Gordon Freeman’ın ilk ve belki de
en ciddi düşmanıydı.
PRINCE OF PERSIA – Dahaka
Bin bir gece masalları, hep güzel bir finalle sonuçlanır. Fakat bu sonuca
ulaşana kadar, kahramanlarımız bin bir türlü zorlukla karşılaşır, ölümlerden
döner, birilerini kovalar, hatta kovalanır. PoP serisinde en akılda kalıcı
sahnelerden bir çoğu, genellikle Warrior Within’de yaşanmıştır. Dahaka, oyun
boyunca sürekli Prensimizi kovalayan ve yakaladığı taktirde onu öldürmek isteyen
bir yaratık. Tamamen siyahlara bürünmüş, yüzü olmayan, kafasında iki metal
boynuz ve gözleri beyaz olan Dahaka, inanılmaz derecede insanı geriyordu. Oyun
sırasında onunla karşılaştığımda, önlenemez bir heyecan yükselişim ve kalkıp
yerimden kaçma isteğim olurdu.
Dahaka, korkutucu bir görünüşe sahip ve dev cüsseli bir boss. Düşmanını
yakalamak için vücudundan uzanan parçaları var. Hiç yorulmaz ve enerjisini
doldurabilme özelliğine sahiptir. Onu öldürmenin tek yolu ise, Water Sword’u
kullanmak. Çünkü Dahaka, sudan nefret ediyor. Bu yüzden yapımda tek güvende
olduğumuz yerler, sulak alanlardı. Bu sebeple çoğu gez gergin bir şekilde oyunu
oynardık. “Acaba şimdi Dahaka karşımıza çıkacak mı” diye tereddütlerde
bulunurduk ve Dahaka da bizi yanıltmayarak gelirdi. Warrior Within finali
itibariyle Dahaka’yı öldürebiliyor ve uçurumdan aşağıya düşüşünü izliyorduk.
Alternatif zaman geçişleri yaparak bazı sorunları çözebildiğimiz gibi, dev
düşmanları serbest bırakabildiğimizi Dahaka ile ispatlamış oluyoruz.
FINAL FANTASY – Sephiroth
“En seçkin askerler arasında bile Sephiroth, en iyisidir. O dev kılıcı, yalnızca
o kullanabilir ve inanılmaz bir gücü vardır”
Video oyun tarihinin en uzun soluklu yapımlarından olan Final Fantasy, bize
yaşattığı duygularla gönlümüzde çoktan taht kurmuş bir yapım. Hazırladığı evren
ve içersinde yer alan karakterler, çoğumuz için birer ikon halini aldı.
Sephiroth, sadece FF serisinde değil, oyun dünyasında görülmüş en karizmatik
kötü karakter. IGN ve Gamespot gibi sitelerde yapılan anketler sonucunda da
bunun doğruluğunu görebiliyoruz. Uzun gümüş saçları ve rahat tavırlarıyla dikkat
çeker. Birtakım deneylerde yer aldığından hücre yapısı (Jenova), normal bir
insandan farklıdır. Böylece normal bir askere nazaran çok daha güçlüdür. Sol
elinde yer alan uzun bir katanaya sahiptir. Tetsuya Namura tarafından tasarlanan
Sephiroth, Final Fantasy VII ile bizlere merhaba demiş, oyunun muhteşem
finaliyle de Cloud tarafından öldürülmüştü. Sephiroth’un karizması, Final
Fantasy’in animasyon filmindeki tasarımlarıyla da tavan yapmıştı.
SUPER MARIO – Kaplumbağa Kral
Şüphesiz Super Mario, pek çoğumuzun oyun dünyasına ilk adımlarını atarken
oynadığı oyunlardan bir tanesidir. Öyle ki, onun için bir oyun kavramından çok,
bir rehber diyebiliriz. Atlayıp zıplama, borulardan geçme, altın toplama gibi…
Fakat en unutulmazlardan bir tanesi, oyunun bölüm sonu boss’larıydı. Boyutlarda
ufak farklılıklar olsa da karşılaşacağımız düşman hep aynıydı; dev bir
kaplumbağa. Burada yapmamız gereken, hareket dengemizi, yaratığın hareketlerine
göre ayarlayarak altından kaçıp köprüyü yok etmekti. Bu sayede düşmanımız,
kızgın lavların içerisinde yüzerken biz de Prensese doğru yol almış oluyorduk.
Her 100 altın sınırını aştığımızda, yeni bir hak kazanıyorduk. Böylece bölüm
sonundaki düşmanımıza karşı biraz daha rahat bir tavır sergileyebiliyorduk,
ancak haklarımız bitme seviyesine geldiğinde, deyim yerindeyse elimiz ayağımıza
dolaşabiliyordu. En olmadık yerlerde basit hatalar yapabiliyorduk. Üstelik bu
hataları tekrarladıkça daha bir hırs yapıldığı için, hatalar silsilesi giderek
artıyor ve en sonunda oyuncuyu bunaltabiliyordu. Shigeru Miyamoto tarafından 85
yılında doğan bu efsane, yakın bir zamanda okullarda ders olarak verilmeye
başlanırsa şaşırmamak lazım.