NOT: Bu yazı belli bir yaşın üstündekilere hitap etmektedir. Elbette hepiniz okuyabilirsiniz ancak burada yazdığım şeyler 80’li yıllar ve hatta daha öncesinde doğmuş kişiler için geçerlidir. Dolayısı ile eğer bundan bir sonraki neslin üyesiyseniz ve bu yazıyı okuyorsanız o zaman “Ben hiç böyle hissetmiyorum” demeyin çünkü zaten siz değil biz böyle hissediyoruz. Teşekkürler.
Hatırlar mısınız? Eskiden atari salonlarına gidebilmek için anne ve babamızdan güç bela harçlık kopartır akşama kadar o oyun senin bu oyun benim günümüzü gün ederdik. Kollarımız ağrır, gözlerimiz şişer ama eve mutlu mesut dönerdik. Evimizde bir oyun makinamız olsun diye dualar eder ancak bir türlü muaffak olamazdık. Bizim için Tetris makinası bile çok önemliydi. Sürekli arkadaşlarımıza gider ve onların evinde, onlara imrene imrene oyunlar oynardık. Ola ki bir gün elimize bir atari konsolu geçince dünyanın en mutlu çocuğu olurduk, hatta ailesi Micro Genius aldı diye sevinçten ağlayan arkadaşım bile olmuştu. (Gerçek bir hikaye)
Elbette bu anlattıklarım 80’lerde doğmuş kuşağım için geçerli. Şimdilerde artık bu tarz bir video oyun kıtlığı yok çok şükür. Şimdilerde sorunumuz daha farklı. Artık anne babamızdan para alan biz değiliz, tam aksine artık biz çocuklarımıza gidip oyun almaları için para veriyoruz. Artık bir oyun için günler harcamak yerine bir günde 10 oyuna birden bakabiliyoruz ve maalesef bu çağdaki çoğumuz artık eskisi gibi video oyunlarından zevk alamıyoruz nedense.
Bu esasında ne kadar garip olsa da daha çok korkutucu bir durum. Çünkü bu şekilde hissettiğimizde bir anda aklımıza ebeveyinlerimizin “Bu yaşa geldin hala oyun oynuyorsun!” azarlamalarını hatırlıyoruz ve aklımıza o korkunç soru geliyor “Yoksa biz oyunlar için çok mu yaşlandık?”
Dünyada bir şeyi ne kadar çok severseniz sevin sürekli ve yoğun bir şekilde tüketirseniz bir zaman sonra ondan bıkıyorsunuz. Bu belki insanoğlunun bir laneti belki de avantajı ancak artık iyice monotonlaşmış hayatımızda bizi gerçek dünyadan bir süreliğine de olsa ayıracak ve dertlerimizi unutturacak bir hediyenin yavaş yavaş yok olması insanın moralini iyice bozuyor.
Peki gerçekten video oyunları için artık çok mu yaşlıyız? Çünkü her ne kadar hayatın yoğunluğunu yaşasak da illa ki kendimize ayıracak bir vakit bulabiliyoruz, zaten acı olan kısım da şurası ki; bu boş zamanımızda genellikle video oyunları oynamak listenin sonunda geliyor. Elbette hiçbir şey insanın ailesinden önemli değildir her zaman için öncelik onlarındır fakat bunu bir kenara bırakırsak neden sıkılıyoruz artık video oyunlarından hiç düşündünüz mü?
Şimdi aklınızı boşaltın ve tüm sorunlarınızı bir kenara bırakın çünkü burada gerçek hayatın problemlerine dair değil yeni dünya düzenindeki video oyunlarının değişen özelliklerine değineceğiz ve biz eski toprakların bunlara ne kadar alışıp alışamadığına. İşte başlıyoruz.
5. Sizce multiplayer şaçmalıktan mı ibaret?
Bundan yıllar önce bir oyun alırdınız, kurardınız ve haftalarca oynamaya başlardınız. Hikayesi sizi alıp içine çeker ve uzun bir süre de orada tutardı. Şimdi ise bazı oyunlarda hızlandırılmış tur cinsinden tek kişilik senaryo ile karşınıza çıkan oyunlar sizi sanki multiplayer moduna bağlıyormuş gibi hissettiriyor.
Açıkça söyleyeyim; oldum olası multiplayer modlarına ısınamamışımdır. Oyunların türü ne olursa olsun hiçbir zaman benim için harika diye tabir edebileceğim bir multiplayer oynamadım. Elbette bunu sebebi oyunların iyi veya kötü olmasından kaynaklanmıyor, bu tamamen benimle alakalı bir durum. Gerek multi FPS veya TPS’ler gerek MMO’lar olabildiğince uzak durduğum şeylerdir. Sonu gelmeyen ve sürekli sizden yeni bir şeyler bekleyen bir oyundan hiç zevk alamadım ve bu saatten sonra da alabileceğimi sanmıyorum.
Ancak öte yandan bir gerçek var ki multiplayerlar neredeyse bütün oyunların en büyük kozları konumundalar. Oyunun tek kişilik modu berbat bile olsa güzel bir multiplayer herşeyi yeniden yaratabilir. Multiplayer o kadar önemli bir noktaya geldi ki artık çoğu oyun sadece multiplayer olarak çıkmaya başladı. Evet sosyalleşmek için en uygun element bu mod fakat ne kadar zorlasak da olmayınca olmuyor işte.
Belki de bizi durduran şey en başta bu anlamsızlık karmaşasıdır. Yaşınız ilerledikçe hayatta geçirdiğiniz dakikaların kıymeti daha da artıyor ve dolayısı ile boşa zaman geçrimek istemiyorsunuz. Bir hikayenin içinde akıp gitmek ile 32 kişinin birbirini saatlerce vurmaya çalışması asla aynı şey değildir ve bizim için en büyük fark da burada ortaya çıkıyor. Üstüne üstlük herkesin içinde yer aldığı bir ortam olan internette kiminle karşılaştığınız da bir muamma. Sırf bir atışı ıskaladınız diye koskoca adam olmuş size “noob” denmesi ağırınıza da gidiyor olmalı.
Peki esas sorun bu mu? Yoksa sorun yine siz ve yaşantınızın işleyişinde mi? Eskine bütün günü bilrlikte geçirdiğiniz arkadaşlarınızın artık sadece bir telefondan ibaret olduğu gerçeği belki de bütün sorunun altında yatan neden. Boş laf etmeye gerek yok sorun multiplayerlarda değil, sorun orada karşılaştığımız kitlede. Günlerce orada oynayıp deneyim kazanmış bir çocuğun karşısında ezilmek belki de baba olmuş bir insanın ağırına gidiyor olmalı. Nasıl gitmesin?
Fakat bunun çözümü için yapılması gereken şeyin de külfetini düşününce insanın oyunların multiplayer taraflarından uzak durması mantıklı geliyor. Diyelim ki eski arkadaşlarınız ile bir gece multiplayer atmak istediniz. Sadece bu grubu bir araya toplamak bile aylar sürebilir. Üstelik burada herkesin oyun laptoplarını evinize getirip yan yana oyanama isteğinden de bahsetmiyorum. Hepiniz kendi evinizde oynama niyetindeyken bile bunu başaramayabilirsiniz. Artık sorumluklarınız var ve bu lanet şeyler tam da en zevk aldığınız olay sırasında karşınıza çıkar. Diyelim ki herşeyi ayarladınız ve hatta hepiniz bir evde toplandınız, o zaman bile yaptığınız multiplayer büyük olasılıkla bir-iki saati aşmayacaktır.
Yani suç multiplayerda değil artık ona ayıracak zamanımızın olmamasında.
4. Oyunlar bir anda çok mu uzun gelmeye başladı?
Elbette burada bahsettiğimiz oyunlar Angry Birds veya Cut the Rope tarzı casual oyunlar değil. Biz burda hardcore oyuncuların oynadığı AAA oyunlardan bahsediyoruz. Sınıflarının en üstü oyunlardan. Çünkü biz yıllarca kendimizi bu dünyaya adadık ve her zaman için de o dünya bize karşılığını fazlasıyla verdi.
Şimdi ise bu yeni çağda artık o eski oynama kapasitemizin altındaymış gibi hissediyoruz kendimizi. Demin de dediğimiz gibi bir hikayenin içinde sürüklenip gitmek bizim tek istediğimiz şey ancak bunun yanında hayatta boşa harcayacak bir saniyemiz bile yok. Eskiden oyunlar bizleri taş çatlasın 2 hafta uğraştırırdı. Ardından bir yeni oyuna geçer o da bitince bir başkasına bakardır. Fakat günümüzde o işin de şekli değişti.
Misal yeni gelecek Skyrim’de toplam ortalama 300 saatlik oyun vaadediliyor. 300 saat demek oniki buçuk gün demektir yani yarım aylık bir süre. Bu tarz oyunlara başladığınızda oradan oraya sürüklendiğiniz ve sonsuz bir döngüye girdiğinizi hissediyorsunuz. Bitmek bilmeyen yan görevler, toplamanız gereken achievement’lar, sürekli daha iyisini bulacağınızı umduğunuz silahlar, zırhlar ve üstüne üstlük bu tarz oyunlarda bulunan “Başa dönüp faklı bir karakter seçersen çok farklı bir tecrübe yaşarsın” mantığı artık bizi cezbetmekten çok düşünmeye itiyor. Genç nesil için bir nimet olan şey maalesef bizler için bir yükmüş gibi geliyor çoğu zaman.
Saatlerce oynayıp daha sonra aslında sürekli aynı yerde dönüp durduğumuz anladığımızda bunun bir oyun olmaktan çıkıp zaman öldürme makinasına dönüştüğünü fark ediyoruz. Artık Daggerfall veya Eye of the Beholder’lar yok, artık Baldur’s Gate gibi ana hikayenin esas oğlan olduğu senaryolar da yok. Artık ekranda beliren görev işaretlerine yöneltilen “Acaba bu, ana hikayede ilerletecek bir görev mi, yoksa bir başkası için yine ot mu toplamam gerekcek” soruları var.
Peki işin gerçeği nedir? Şöyle bir zorlayın kendinizi. Onlu yaşlarınızda bu tarz oyunları oynarken bir solukta bitirdiğiniz ve daha sonra tekrar başladığınız olmadı mı? Bir oyunun bitmesine yakın zamanda biraz daha istediğiniz? Veya ek paketler geldiğinde havalara uçtuğunuz? O zamanın oyunları belki aylarca sürmüyordu ancak biz bunun olması için dua ediyorduk ve bakın ne oldu; dualarımız kabul buldu.
Oyun yapımcıları bizlerin gençliğimizde hayal ettiğimiz şeyleri yapmaya başladılar ve tek kişilik senaryolarda bile sonu yokmuş gibi gözüken oyunlar yapmaya başladılar. Tabi ki bunu nasıl yapacaklarını fark ettikleri sırada bir çoğumuz evlenip çoluk çocuğa karışmış olduk. Kısacası 300 saatlik oynanış vaadeden oyunlar bizm için bir zevkten çok acı bir tecrübeye dönüştü. Oyunların vakitlerinin çoğalması kötü birşey değil ancak ne yazık ki bizlerin “ben” zamanları oldukça azaldı.
3. O eski etkileyici hikayaleri mi özlüyorsunuz?
Broken Sword’un ikinci oyununu o zaman ki bilgisayarım kaldırmıyordu. Ben de yan apartmanda oturan arkadaşımın evinde oynuyordum. Orta okuldayken her gün okuldan çıkıp onun evine gidiyor ve saatlerce bilmece çözmeye çalışıyorduk. Broken Sword’un hikayesindeki gizem beni derinden etkilemişti. Olayların neden bu şekilde geliştiğini inanılmaz merak diyordum. İlk oyunu da o sırada oynamamış olduğum için Shadows of the Templar’ın hikayesi benim için olağanüstü bir gizeme sahipti ve hikayenin sonunu görmeyi kendime hedef edinmiştim.
Siz bir düşünün şimdi, en son ne zaman bir oyunun hikayesini ciddi anlamda umursadınız? Gerçekten neler olup bittiğini öğrenmek istediniz? Hikayenin içinde kendinizi kaybettiniz?
Heavy Rain’de bile artık bir noktadan sonra sadece o zamana kadarki oyun tecrübelerinize dayanarak birkaç tuşa basıp doğru şeyleri seçtiğiniz bir oyun olmaya başlamadı mı? Yanlış anlamayın burada oyunu kötülemiyorum. Heavy Rain ciddi anlamda geliştirilmiş müthiş bir oyun ancak bizim hikayeye olan adaptasyonumuz eskiye oranla ne kadar sağlam? Artık oyunları yaşamak için mi oynuyorsunuz yoksa sonunda katil kimmiş öğrenmek için mi?
Peki ama bunun esas sebebi ne? Günümüz çocukları hala GTA gibi oyunları büyük bir zevkle oynuyorlar. Saatlerce şehrin etrafında oradan oraya dolaşıp duruyorlar. Bazen hiçbir görev yapmadan saatlerce bu tarz oyunlardan zevk alabiliyorlar.
Şu sıralar oyunlarda en çok karşılaştığımız şeyler zombiler, artık o kadar alıştık ki bu yaratıklara onlarla savaşmak normal insanlarla savaşmak gibi bir şey ancak yaşça küçük olanlar için bu, bize olduğu gibi sıradan bir şey gibi gelmiyor. Onlar ciddi anlamda korkuyorlar çünkü hayal güçleri o kadar açık ki kendilerini gerçekten o zombilerle savaşırmış gibi görüyorlar. Piksellerden veya poligonlardan haberleri yok. Bunların sadece texture’lar veya renderlar olduğunu bilmiyorlar, onlar için ekrandaki bir oda dolusu zombi, gerçekten de bir oda dolusu zombi demek.
İşte burada da esas mesele bu. Zamanla, yaşınız ilerledikçe artık hayal gücünüzün esnekliği azalıyor. Gerçekleri daha fazla öğrenmeye başladıkça hayal ürünleri sizleri hayal kırıklığına uğratan şeylere dönüşüyor. Sanırım bu yüzden artık zombileri öldürmek bizlere heyecandan çok sıkıntı veriyor ve bu yüzden artık Nico, Tommy veya CJ ile şehirde öylesine dolaşmıyoruz.
2. Artık orijinal fikirlerin öldüğünü mü düşünüyorsunuz?
Şikayet hep aynı; bütün oyunlar artık FPS olmaya başladı. Hepsi Call of Duty’nin veya Battlefield’ın bir kopyası niteliğinde. Üstelik artık konular bile benzer. Aynı mekanikler, farklı karakterler. Aynı tema, farklı bir hikaye.
Hele o zombier. Artık her yerde zombi var. Üstelik bashettiğimiz şeyler zombilerin olmasının mantıklı olduğu Dead Island, Dead Rising veya Resident Evil gibi oyunlar da değil, Balck Ops’da bile zombi var. Rap yapan zombi var, çiçeklerle savaşan zombi var, bizim kontrol ettiğimiz bir zombi bile var.
FPS’ye ısınamamın bir yanı da bu işte. Çünkü FPS türündeki bir oyunun yapısı ne olursa olsun temeli aynıdır; eline silahı al karşındakini vur ve ilerle. Artık o düşünce beni o kadar çok yemeye başlamıştı ki yeni bir FPS oyununu duyunca bile sıkıntı basıyordu.
Peki ama aslında benim ve benim çağımın aklıdan gerçekte ne geçiyor? Bundan yıllar önce de FPS oyunları vardı, tıpkı bundan yıllar önce macera oyunları olduğu gibi veya RPG oyunları. Bir sektörde yeni bir tür oluşturmak, özellikle de o sektör 40-50 seneyi aşan bir süredir ayaktaysa, artık neredeyse imkansızdır. Bunu ters orantı olarak alabilirsiniz.
Evet, günümüzde artık FPS en yaygın kullanılan tür, onun ardından RPG ve TPS geliyor arada bir iyi birkaç macera oyunu yapılıyor ama esasında şu sıralarda yeni trendi de gözden kaçırıyoruz; bağımsız oyunlar.
Özellikle Steam üzerinden yayımlanan bağımsız oyunların fikirleri açısından orjinalliğe büyük katkılar yaptığını görmemek elde değil. Limbo, Braid gibi oyunlar ciddi anlamda orijinal fikirlerin yeni mihenk taşları konumunda. Üstelik oynanış bakımından da geçmiş zaman oyunlarını hatırlatan bu oyunlar ciddi anlamda sektör için tünelin sonundaki ışık gibiler.
Öte yandan FPS oyunlarında da her ne kadar temel aynı da olsa Mirror’s Edge, Call of Cthulhu veya Portal gibi oyunlar da türlerinin dışına çıkabilmiş ender oyunlardan. Fahrenheit veya Heavy Rain’in klasik macera oyunlarına benzer olduğunu söyleyebilir misiniz?
Doğru, artık her yerde FPS oyunları var ve artık türler azalmakla kalmıyor birbirinin içlerine de girmeye de başlıyor fakat şu bahsettiğim oyunlardan ve daha nicesinden hangisinin başarısız olduğunu söyleyebilirsiniz?
Call of Duty veya Battlefield yıllardır beğenilerek oynanan oyunlar. Hepsi de AAA kategorisindeki oyunlar.
Sanırım esas sorun zamanla türdeki tüketimimizin artması ile birlikte yazının en başında da belirttiğim gibi bundan sağladığımız faydanın bizim açımızdan azalması, yoksa oyunlar hala kendi içlerinde orijinal.
1.Eskiden oyunların sadece eğlenceden ibaret oluğu zamanları mı özlüyorsunuz?
Artık günümüzde herşey grafikten ibaret. Şu oyunun grafik motoru bundan daha iyi. O oyun animasyonları mükemmel kullanılmış, bunda ise render çok başarılı. Işıklandırmalar, gölgelendirmeler, texture detayları, DirectX 10 mu, yoksa DirectX 11 mi? Vuruş hissi, patlama efekti, silah sesleri, diyaloglar, senkron…
90’ların başında bir oyun aldığınızda koşa koşa eve gelirdiniz, bilgisayarınızı açardınız ve oyunu hemen kurmaya başlardınız. Anneniz size yemek yemenizi söylerdi ancak siz oyunun başından kalmak istemezdiniz. Üstelik bunları yaparken ne grafiklere bakardınız, ne gölgelere, ne de patlama efektlerine. Tek istediğiniz o yeni oyundan olabildiğince zevk almak olurdu.
Bundan yıllar önce Mario ile bu zevki yaşardık, piksel piksel grafiklerle karşımıza çıkan Monkey Island’ı bayıla bayıla oynardık. Doom, Quake, Duke Nukem 3D, bütün bu oyunların amaçları sadece bizlere eğlence sunmak olurdu. Şimdi ise bir oyunu yüklediğimizde daha ana menüsünden itibaren görselliğin ne seviyede olduğunu, kaplamaları, animasyonları inceliyoruz. Çünkü gerçekçiliği bir şekilde oyunda aramaya çalışıyoruz.
Peki işin asıl gerçekçiliğini hatırlıyor musunuz? Aslında oyunlar hala bizleri eğlendirmek için yapılıyor. Eskinin teknolojisi ile yeninin teknolojisinin aynı olması kabul edilemeyecek bir fikir. Teknoloji olağanca hızı ile değişiyor ve her şey gibi oyun dünyası da bundan nasibini alıyor. Ancak oyunlarda bu değişim sadece eskiden neler olup bittiğini bilen bizler için geçerli. Yeni neslin grafikteki değişimler umurlarında bile değil. Zaten eski zamanlarda nelerle uğraştığımızı bile bilmiyorlar. Hadi ama siz kendi zamanınızdan önce televizyonsuz dönemin nasıl olduğunu ve o zamanlar insanların nasıl “yaşadıklarını” hiç araştırdınız mı veya kendinizi onların yerine koydunuz mu?
Yeni nesile baktığınız zaman onlar hala oyunları zevkle oynuyorlar. Türü, görseli, konusu ne olursa olsun ayrım yapmadan hepsin de çoğu oyuna aynı ilgiliyi gösteriyorlar. Evet, görsellik önemli bir şey ancak yeni nesil oyunların esas amacını hala yaşatıyor; eğlenmek, hem de olabildiğince eğlenmek. Tıpkı onların yaşındayken bizim daha dandik görsellikteki oyunlardan sonuna kadar eğlendiğimiz gibi.