Oyunlardan Hafızamıza Kazınan Anlar
Bilgisayar oyunlarının iyice kendini geliştirdiği ve bize “vay anasına sayın
seyirciler, nereden nereye” dedirttiği zamanlardayız. Eskiden sadece zaman
öldürmenin bir alternatifi olarak görürken oyunları, artık profesyonel
turnuvalar düzenleyerek hediyeler dağıtıyoruz. Bir yandan da “bilgisayar
oyunları zekâyı köreltir” veya “bilgisayar yüzünden çocuğum ders çalışmıyor”
tarzı ağlamaların arasında da debeleniyoruz. Son zamanlarda muhabbeti geçen bazı
online oyun yasaklamalarına -at gözlüğü tabanlı karar alma yeteneğine örnek-
bakarak, ne kadar acınası olabileceğimizi görüyoruz. Bu beni sinirlendiriyor ve
bir o kadar üzüyor. Birini seçmem gerekiyorsa, sinirlendiriyor. Eğer gerçekten
çocuğun bilgisayar başında günde 8 saat oturuyorsa önce anne-babaların oturup
düşünmesi gerekir ben çocuk yetiştirmeyi biliyor muyum diye, ikincisi eğer bir
olayı kötü görmek istersek o kadar çok bakış açısı yaratabiliriz ki aklınız
almaz. Tıpkı içerik zenginliği hakkında fikri bile olmayan birinin bir kitaba
bakıp “bunları niye okuyorsunuz, zaman kaybı” demesi gibi. O yüzden karar verdim
ki; oyunlara karşı bu kadar güçlü bir muhalif kitleye yanıt olarak oyunların
bizden aldıklarını değil bize kattıklarını, bize unutturamadıklarını, bazen da
kafamızda bir ampulü yakarak hayatımızda doğru yolu bulmamızı bile
sağladıklarını anlatacağım.
Çok zor bir seçim olduğunu baştan söylemek istiyorum. Elimden geldiğince
objektif olmamın yanı sıra, elimden gelemeyecek ölçüde de öznel olacağım
maalesef. Mümkün mertebe her türe de değinmeye çalışacağım (FPS, RTS,
Advanture…). Eminim ki, bu yazı yayımlandıktan sonra aklıma başka şeyler gelecek
ve “lanet olsun bunları nasıl unuttum” diyeceğim. Bana kalsa bu liste biraz daha
değişik olabilirdi, kimi yerde çoğunuzun adını bile duymadığı şaheserlerden
alıntı yapabilirdim, ama yapmayacağım. Bu liste olabildiğince herkesin genel
olarak tanıdığı oyunlardan oluşacak. Bununla birlikte bu benim listem, katılıp
katılmayacağınız konular kesinlikle olacaktır. Mesela Monkey Island gibi bir
oyundan kim bilir kimin aklında neler kalmıştır veya Oblivion gibi bir oyundan
ne gibi hatıralar çıkar. Lâkin listemde hepinizin kalbine dokunacak oyun anları
bulacaksınız, emin olduğum bir diğer konu da bu. Neyse demin iki tane oyundan
bahsettik madem 18. numaradan devam edelim. Son bir not, Spoiler çok fazla (e
doğal olarak) dikkat edin. Keyifli okumalar, geri sayım başlasın…
#18 – Prince of Persia 4’ün sonu:
Şu an filminden geldiğim için aklıma ilk gelen bu sanırım, o yüzden bununla
başlıyorum. Bulmacaya ve akrobasiye alıştıktan sonra dördüncü oyun bize daha çok
masal gibi gelmişti. Kafamızı yormamış ama gözümüzü ve ruhumuzu dinlendirmişti
bu oyun. İlk saniyeden beri esrarengiz bir anlaşma yapmışçasına bizi kabullenen
büyülü prensesimiz Elika, oyun boyunca bin bir kötülükten yakamızı kurtarmış,
her düştüğümüzde elimizden tutup yukarı çekmişti. Karanlık güçleri hapseden
kutsal ağacı koruma pahasına hayatını feda etmişti. Nasıl olur da koruyucu
meleğimin ölmesini kabullenebilirdim? Yapılacak bir şeyler olmalıydı. Oyun sona
ermişti ve kollarımın arasında ölmüş bedenine eşlik eden Credits de akıp
bitmişti ekrandan. Yine de yapılacak bir şeyler aramıştım. Yavaş yavaş yürüyerek
Elika’yı sunağa koymuş, inat edip oyun boyunca diriltmeye çalıştığım her şeyi
kafamdan silerek dört hayat ağacını kesmiştim. Ve oyun bitse de inatçı
kişilikler için alternatif oluşturan bu sonda, dünyaya yayılacak kötülüğü
kabullenmek ile sevmeye başladığım kadın arasında çok da zor olmayan bir seçim
yapmıştım. Kadınımı seçmiştim.#17 – D2’de ilk kez Diablo’yu kesişim:
Kimimiz yıllarca oynadık kimimiz bitirip tozlu raflara kaldırdık. Ama sevenler
olarak gözümüzü “item” bürüdü bu oyunda. Oyunu öğrendikçe yeni karakterler
açtık, verdiğimiz yetenek puanlarını geri alamadığımız için trainer’lar indirip
hileler yaptık. Bazen de bir eve 7 arkadaş toplanıp, bilgisayarları getirip, hub
alıp -ki o zamanlar pahalıydı yahu- 7 necromancer açıp, 7 puanı da iskelete
verip mağaralarda sıkışıp kaldık (evet bunu yaptık :)). Fakat Diablo deyince
aklıma ilk gelen şey kesinlikle Diablo’yu ilk kesişimdir. En ortada olduğu için
barbar açmam ve Bash’a 5-6 tane, Leap’e ise 6-7 tane vermem ne kadar komikse,
Diablo’yu kesişim de bir o kadar unutulmazdı. Ateş yüzünden karton kağıt
edasıyla ölmekten baymamın ardından yeni çözümler aramaya başlamıştım (henüz
Level 28’im, biraz erken geldim ama Xp az geliyordu versiyon 1.00’da :)) . Ve o
efsaneyi yaptım, evet, Diablo’yu Barbar olarak crossbow ile yaklaşık 20 dk’lık
“koşuşturma-şehre gidip can iksiri alma-geri gelip ne olur ne olmaz diye yeni
kapıyı açıp dalma” üçgeni arasında kestim. Eminim ki daha kötüleri vardır.
#16 – F.E.A.R.’da ödümün bir yerime gelmesi:
Oyunlarda “böö” tarzı korkutmayı sevmesem de eminim Fear oynayan herkes benim
gibi düşünecektir, bu oyun insanı daraltıyor. Bu oyunu zaten tek başıma oynayıp
10 dk dayanmıştım ve takip eden 30 dakikada ışığı açarak komedi dükkanı izlemek
zorunda kalmıştım. Bunu bilen arkadaşlarım beni gazlamıştı ve bir gece yarısı
başlayarak sabaha kadar 3 kişi değişmeli olarak 8 saatte oyunu bitirmiştik.
Asansörde yanımıza gelmesi, sarılmak için üzerimize robotik hareketlerle
yürümesi, havalandırmada yerden yerden sinsice yaklaşması, hepsi çok
daraltıcıydı. Aklıma çok fazla sahne geliyor ama unutulmaz olanını sorarsanız…
Alma’nın kanalizasyonda önümüzden gülerek geçmesi. Farelerin kaçışmasından
anlamalıydım bir terslik olduğunu… Lanet olsun.
#15 – Mario’da prensesi kurtarmak:
Şimdi bana maval okumayın, bunun ne işi var burada diye. Ee arkadaş biz
karakutuyla, atariyle başladık bu işe. İlk defa kendimi bir oyunda başarılı
hissetmemi sağlayan oyun da Mario’dur (bir de Volfied). Uzun bir periyodun
ardından 8-4’ündeki kaleyi geçip de oradaki ödülümüzün de mantar kafalı bir tip
olmadığını ilk defa gördüğümde “oh be” demiştim. Aslında PoP’un ilk oyunu olan
iki boyutlu versiyondaki prensesi kurtardığımda daha bir keyfe gelmiştim. O da
hakkaten zordu yahu.
#14 – Medal of Honor’daki Normandiya çıkarması:
Alın bir efsane daha. Call of Duty gibi oyunların, oyuncuları getirdiği yeri
biraz da bu yaşlı kurtlara borçluyuz. Bizdeki İkinci Dünya Savaşı açlığının
yarattığı ateşi söndürmede ilk adımlardan biriydi MoH. Ve tabiî ki Normandiya
çıkarmasındaki bir askerin gözünden o kumsallara ilk ayak bastığımızda, o dumanı
ilk içimize çektiğimizde kendimizi rüyada sandık. Yavaşlarsak ölebilir, kafamızı
gösterirsek ölebilir, hareket etmekte geç kalırsak ölebilirdik. Tanklar
çıkamadığı için sahili temizleyecek öncü birlik bizdik ve Nazi doğramaya
gelmiştik. 1998 yapımı olan “Er Ryan’ı Kurtarmak” adlı filmden, “Abi Medal of
Honor’ın filmini izledin mi” diye bahsettik bu oyundan sonra, 2002 yapımı bu
oyunu baz alarak.#13 – World of Wafcraft’ta Kel Thuzad’ın ilk defa ölüşü:
Eminim her WoW oyuncusunun kendine has çok ilginç deneyimleri olmuştur. Klasik
WoW zamanında 60. seviyeye gelmek bile başlı başına unutulmaması gereken bir
andır :). Fakat Burning Crusade’den önceki son yeni zindan olarak gelen Lvl60
Naxxramas’ının son boss’u Kelthuzad’ın dünyada ilk defa kesilmesi ve sonrası
görülmeye değerdi. Şansıma ben de Magtheridon’da oynuyordum ve Nihilum’un
kesmesinin haberi ardından yaklaşık 5000 tane LvL1 oyuncu server’a gelmişti. Bu
1 level arkadaşların infernallerden kaçışı işe apayrı bir görsel şölendi.
#12 – Syberia2’de Oscar’ın kendini feda etmesi:
Bu sahne gözümün önünden gidememişti uzun süre. İlk oyundan beri karşılıksız bir
sadakat ve otomotonlara özgü inatçı doğrucu kişilik yapısıyla yanımızdaydı
Oscar, ta ki yaratıcısı ve sahibi Hans’ın uyuduğu uykudan uyanması için kalbini
feda edene kadar. Hans’ın çocukluğunda söylediğine göre eğer o gün gelirse ve
gerekirse, kalbini açacaktı. Bu sözleri duymasının ardından bizi tanıdığı için
çok mutlu olduğunu ve bu yolculuğun kendisi için çok güzel geçtiğini söylemişti
bize Oscar. O anda bir robottan, bir insanın söylediği takdirde bile bu kadar
bizi etkileyemeyeceği bir sıcaklık duymuştuk. O yapması gerekeni biliyordu ve
gözünü kırpmadı. Demirden kalbinin şifresi ise 7:15 di, acılı bir oğlun
koyabileceği kadar masum bir şifre. Sevgisini bir türlü kazanamadığı babasının,
kendinin üzerine fabrikayı tercih etmesi ve her gün 7.15 de evden çıkması…
İskeletini Hans’ın kullanması için tamamen açmıştı… Oscar, kalbimizdesin.
#11 – Bioshock’taki büyük tokat:
Şimdiye kadar en hayran kala kala oynadığım oyunlar listesinde en başlarda gelir
Bioshock. Sırf bu oyundan Top20 listesi yazabilirim ama en unutulmaması gereken
an bence Andrew Ryan ile karşılaşmadır. O anda anlıyoruz ki hatıralarımız bile
kendimizin değil, bu yüzden arada bir halisülasyonlar görüyoruz, zihnimiz
huzursuz. Ülküsü uğruna yenilgiyi kabullenen Ryan, “Would you kindly…” ile
başlayarak cümlesini kuruyor ve robot gibi isteğini yerine getirerek onu
öldürüyoruz. En baştan beri denekmişiz. Uçak kazası bile şans eseri değilmiş,
her şey yalanmış. Halkın kahramanı, direnişin simgesi olan ve bize bu kısa
yolculuğumuzda klavuzluk eden Atlas ise Frank Fontaine’den başkası değilmiş.
Hayatımda ilk defa sadece sesten oluşan bu kadar ağır bir kişiliğe tanıklık
etmiştim. Ama artık av başlamıştı, ben geliyorum Fontaine.
#10 – World of Goo’da geri dönüşüm kutusuna yolculuk:
Burası biraz hüzünlü. Böyle bir oyundan bekleyebileceğiniz maksimum hikâye
desteği ve kurgu en sonunda gerçek bir amaca bürünüyordu. Eski bilgilerin saklı
olduğu unutulmuş bir geri dönüşüm kutusu vardı ve onu bulmalıydık. Bu zorlu son
yolculuğumuz ardından MUM’ı bulmamız ve aramızda geçen o sıcak konuşma bizi bu
dünyadan bir parça daha koparmıştı. Yenisi gelince kendisine gerek kalmadığı
için orada olan MUM, böyle bir oyun için sonda görmekten mutlu olacağım tek
şeydi.#9 – Jedi Knight 2: Jedi Outcast ve Kyle Katarn
Jan ile birlikte aksiyon ararken belamızı bulmuştuk ve hanım arkadaşımızı
Sith’in elinden kurtarmak için çaresizce tabancamızla sıkmıştık. Ama artık çok
geçti ve Jedi şövalyesine yakışmayacak şekilde gözümüzü intikam bürümüştü. Luke
Skywalker’ın ısrarıyla forma girmek için Force kullanımıyla alakalı birkaç
ısınma testinden geçmiştik ve orada, az ileride parıl parıl parlayan el kadar
bir çubuk vardı. Işın kılıcımızı aldığımız anda artık biz, o eski biz değildik.
#8 – Mafia’daki selamın aleyküm:
O harika oyunun bu kadar kolay teslim olmayacağını bildiğimiz için sonunda ters
köşe bekliyorduk ve içimizde de bu ters köşenin nasıl olduğuna dair kötü bir
hisle karışık fikir vardı. Mafya’dan bu kadar derinlemesine içine girdikten
sonra çıkmak hiçbir zaman kolay değildi, olmayacaktı da. Thomas “Tommy” Angelo,
öldürülmesi emredilen Frank’e kıyamayıp serbest bırakmış, otel odasında delil
olduğu için susturulması gereken bir kadına git bir daha gelme bu şehirde ölüsün
demişti. İyi niyeti Karma Felsefesi olarak ona hayat tarafından geri
döndürülmemişti. Babanın selamını almadan önce suladığımız çiçekler gördüğümüz
son çiçekler olup, mezarımızdakilerden daha parlaktı.
#7 – Call of Duty 4: Modern Warfare’in sonundaki Imran Zakhaev’i öldürüşümüz
Oyun boyunca damardan adrenalin alıp bir oraya bir oraya koşturmuştuk. Önce
Al-Asad temizlenmişti, sonra da babasına ulaşmamız için oğlu. Sırada 15 sene
önce Yüzbaşı Price’ın işini bitiremediği tek kollu Imran Zakhaev dişe diş kana
kan diyerek füzeleri yollamıştı Amerika’ya. Propagandayla karışık bir “dünyayı
kurtarma” operasyonu daha görmüştük bu oyunun sonunda ve kaçarken köprüde
sıkıştığımız anda Price’ın attığı silahla nefesimizi tutup gâvura sıkar gibi
sıkmıştık. Bu kadar hızlı geçen bir oyunun bu kadar anlık ve “slow-motion”
şeklinde bitmesi ironik ve hoş bir tat bırakmıştı damaklarımızda.
#6 – Simcity’de ilk defa para kazanmak
İşin en zevkli kısmıydı maksimum para ile başlayıp gönlümüzce sanatsal yapılar
dikmek, her tarafa karakol itfaiye doldurmak, okullar parklar yapmak. Boru
döşemek veya elektrik çekmek bile eğlenceydi. Ama sekme “Pause”dan “Play”e
kayınca işin şekli değişiyordu ve eksi değerleri görmek 3-4 dakika sürüyordu.
Anlamak zordu niye kâr edemediğimizi. Sizi bilmem ama ben bulmuştum zamanında
çözümü. Dayayın köylüleri ve fabrikaları, karakol okul falan dikmeyin. Size ne
kadar “çocuklarımız mal gibi yetişiyor” diye ağlamalar gelse de, kesemiz
doldukça yüzümüz de yayılacak.
#5 – GTA3’de ilk defa şehirde turlama:
Var mı delikanlı, ben sadece görev yaptım hiç gezmedim sağı solu diyen? İlk
defa, evet ilk defa özgür oynanışı hissetmiştik. Artık bütün oyunların böyle
olmasını istiyorduk, arada bir gidip sahile arabayı çekip radyoyu açıp dinlemek
istiyorduk. GTA3, oynanış olarak sana çok şey borçluyuz ve ilk olarak arabaya
atlayıp gazladığımız anı unutmayacağız.#4 – Baldur’s Gate 2’de Drizzt Do’Urden ile omuz omuza savaşma:
Baldur’s Gate2 gibi epik anlarla dolu oyundan bir şeyler çıkmalıydı… Vampirlere
ve onların lideri Bodhi’ye karşı savaşmak için Radiant Heart Paladinlerden,
Shadow Thief guildinden ve Elf’lerden yardım istemiştik. Bu sırada beklenmedik
bir şekilde Forgotten Realms’in en efsanevi karakterlerinden biri olan Drizzt
ile karşılaşmıştık ve bir kerecik bile olsa onunla omuz omuza savaşma şansını
yakalamıştık. Okurların ancak yazılanlar kadarıyla hayalini kurabildiği bu Drow
ile silah arkadaşı olmak, emin olun unutulacak cinsten değil.
#3 – Braid:
Bazı hatalar geri alınamaz. Bu oyun bize bunu çok güzel gösterdi. Zamanı geri
aldığımızda değişmeyenler bu yapılan hataları, kırılan kalpleri hatırlattı.
Değişenler ise hala umut olduğunu. Yavaşlayan zaman acının göreceliliğini,
sizinle birlikte hareket eden zaman ise etrafımızda dönen küçük dünyamızı
özetledi. Ama o son bölümde oyun boyunca aradığımız “Prensesimizi” bulduğumuz an
ve tersten oynayınca aslında bizi kurtarmaya çalışan değil bizden kaçmaya
çalışanın kız arkadaşımız olduğunu anladığımız an boğazımızda bir acılık oluştu.
Delikanlı olarak görüyorsak kendimizi ağlamadık belki ama gözümüz boş boş baktı
uzun süre monitöre.
#2 – Warfraft3:
Böylesine kusursuz bir oyunda o kadar çok değinilecek karakter var ki… Zaten WoW
gibi bir oyunun temelini oluşturmasının nedeni epik senaryosu ve karakter
zenginliğidir. Kimden bahsetsem ki… World Tree’nin koruyucusu ve Elflerin
kudretlisi Furion Stormrage’den mi… Maiev’den mi, Sylvanas’dan mı, Cairne’den
mi, Uther’dan mı, Kel Thuzad’dan mı, Muradin’den mi, Thrall’dan mı, Tyrande
Whisperwind’den mi… Arthas’ın Frostmourne’u aldıktan sonra babasını
öldürmesinden mi, Grom’un hatasından dolayı tehlikeye attığı Orcların özgürlüğü
için kendini feda etmesinden mi, Illidan’ın özgür kalır kalmaz güce yenik
düşmesinden mi… Çok çok çok… Ama bir tanesi var ki hepsinden önemli. Scourge’ün
son büyük saldırısı ve onlara karşı birleşen Elf-İnsan-Orc dayanışması. Herkesin
canını kanını ortaya koyması ve “son duruş” niteliğindeki savunmaları. Elflerin
son bölümü olan 45 dakikalık ter damlatan bölümü ve oyun sonu videosunu unutmak
mümkün değil.
#1 – Half-Life:
Oyunlardaki unutulmaz anlar listesinin bir numaralı maddesine geldiğimde,
listenin adını “unutulmaz oyun anlarına sahip oyunlar” olarak değiştirmek
istiyorum. Çünkü bu oyunda o kadar yoğun saniyeler var ki. İlk defa üç kafalı
yeşil yaratığı görüşümüz, levyeyi ilk elimize alışımız, ilk defa bir FPS’de
hikâye öğesine tanık oluşumuz, Xen’e ışınlandığımız an, Nihilant’ı kestiğimiz
an, G-Man’in bizimle yaptığı doğru/yanlış ve seçimler hakkındaki o efsane
konuşmalar, ikinci oyundaki Citadel’e adım adım yaklaşma, metal tabutun içinde
Dr. Breen’e kadar gitme… Ama mecburen birini seçeceksem, o da sembolik olarak
oyunun başı, her şeyin başlangıcı olan “Resonance Cascade” patlaması. Henüz
doktoramızı yapmışız, 27 yaşındayız ve ilk deneyimizde ortalığı toz duman
yapıyoruz. Hâlbuki önceden planlanmış bir komplo olduğunu sonradan öğreniyoruz
bu patlamanın ve askeri kuvvetler görgü tanığı olmamızdan dolayı peşimize
düşüyor. Böyle bir oyun yarattığı için sonuç olarak, o yeşil taşı ite ite ışının
altına sokmaktan dolayı çok mutluyum. Tekrar olsa, tekrar yaparım.
Şimdilik bu listeden bu kadar. Şu yazının bittiği anda aklıma Max Payne’de
karımızın öldürülüşü, Sanitarium’daki oyuncak ayı hadisesi, Serious Sam’in son
bölümünde piramitlerdeki muazzam savaş, Fallout2’de ilk defa Power Armor giyme
gibi efsane anlar tek tek gelmeye başladı. Ama böyle iyi, ellemeyeceğim. Boş ver
yahu, hepsini yazsaydım 100 sayfa olurdu, onu da ne siz okurdunuz ne de başkası.
Adı geçmeyenleri unutmadık meraklanmayın, bir sonraki listemizi de onlardan
oluştururuz. Yazılanları silmek istemiyorum, ayrıca devşirme liste havasına da
sokmak istemiyorum sonradan eklenti yaparak. Bana yapılan bazı şeylerin geri
döndürülemeyeceğini hatırlatıyor Braid’deki gibi. Aynı hatalarınızın vicdan
defterinizdeki bazı izlerinin hiç silinmemesini istemeniz gibi. Oyunlar bize çok
şey katıyor, anlasak da anlamasak da. Kimi bilinçaltımıza işliyor, kimi bize
utandığımız şeyleri hatırlatarak doğru kararı almamızı sağlıyor. Oyunlar
hayatımızın her yerinde, onları unutmayın. Esen kalın.