Oyun İncelemeleri

Prey

Yıllar yıllar önce Prey adında bir oyun duyuruldu… …sonra bir süre sessizlik. Sessizliğin sonunda, yani üç sene kadar sonra bu kez o oyunun yapımının iptal edildiği ve yapım ekibinin başka “projeler” üzerine yoğunlaştığı duyuruldu; sonrasında yine bir sessizlik yaşandı (üzerine yoğunlaşılan bu “projelerin” Duke Nukem Forever’dan ibaret olması ne kadar acı!). Bu sessizlik öncekine kıyasla epeyce bir uzun sürdü ve yedi yıl aradan sonra Prey’in tekrar yapımına başlandığı duyuruldu; böyle bir haber beklenesi değildi aslında. Bunu 2005 Nisan’ında öğrendik ve o günden bugüne kadar gelinen süreç, Prey’in yeniden doğmasına ve serpilip gelişmesine yetti. Doom 3 grafik motorunun da desteğini alan Prey, kendini fazla bekletmeden yazın başlarında, birkaç gün önce çıkageldi.


Hoşgeldin Prey!


Prey’i kabaca önünüze çıkanı öldürüp ilerlediğiniz saf, hatta sıradan bir FPS olarak tanımlamak mümkün. Senaryosu da onun bu tanımını iyiden iyiye ortaya çıkarmaya yetiyor. Oyuna Amerika’nın Oklahoma eyaletindeki küçük bir kasabanın barında başlıyoruz. Kontrol ettiğimiz kahramanın adı Tommy. Tuvaletteyiz ve aynanın karşısında kendi kendimize konuşuyoruz. Arkamızdan Jen, sevgilimiz bize sesleniyor ve bir süre sonra içeri gidiyoruz; bar kısmına girmek üzereyken kahramanımızın büyükbabası Enisi ile karşılaşıyoruz, kendisi bize ters giden bir şeylerin olduğundan söz ediyor. Ardından barda takılırken içerideki adamlar olay çıkartıyor ve birbirimize giriyoruz. Tam bunun üzerine de yer sallanmaya, çevredeki kurtlar ulumaya ve etraf kararmaya başlıyor. Aradan birkaç saniye geçmiyor ki her taraftan yeşil ışık huzmeleri belirmeye başlıyor, tavan yok oluyor ve yerinde dev bir uzay gemisi görüyoruz. İçerideki herkes bu uzay gemisi tarafından çekiliyor. Daha sonrasındaysa bizi kaçıran uzaylıların karargahına götürülüyoruz. Kontrolün tamamen elimize geçtiği noktada ise kim olduğunu daha sonra öğreneceğimiz uzaylı görünümlü birisi bize yardım ediyor ve tutulduğumuz yerden kurtuluyoruz; fakat Jen hala uzaylıların elinde. Geri kalan senaryo boyunca kız arkadaşımızı kurtarmaya çalışmamızı amaçlayan bir ilerleyiş mevcut. Ve fakat, bir süre sonra öğreniyoruz ki, bütün bir evrenin kaderi bizim elimizde.


Okuduklarınızdan da anlayabileceğiniz gibi Prey bize derin bir senaryo sunmuyor. Oyun boyunca sadece ana kahraman Tommy’i kontrol ediyoruz ve sürekli düşmanlarla çatışarak Jen’i bulunduğu durumdan kurtarmaya çalışıyoruz. Senaryonun biraz daha derinleşmeye başladığı kısımlar ise oyunun ortalarından sonra karşımıza çıkıyor; dünyamızı istila eden bu yaratıkların evrende ilerleyerek çeşitli gezegenlerden yaşam formları alıp üzerinde deneyler yaptıklarını öğreniyoruz. Bu da genel manada evrenin bize muhtaç olduğunu gösteriyor diyebiliriz.


Prey klasik FPS özelliklerini aşmayan, bunlara sadece teknik bazı eklemelerde bulunan, fakat olayın genel işleyiş temasının çok da dışına çıkmayan bir oyun. Sahip olduğumuz karakter özellikleri bize birkaç konumda ekstra özellikler kazandırıyor ve bunları kullanarak oyun içerisindeki bulmacaları ve bazı zor durumları aşabiliyoruz. İlk olarak ruh yürüyüşünden (spirit walk) söz edebiliriz. Oyunun başları diyebileceğimiz bir noktada kazandığımız bir özellik; bunun sayesinde klavyede “E” tuşuna basarak ruhumuzu bedenimizden ayırarak normalde güç duvarı veya buna benzer nedenlerden ötürü geçemediğimiz bir tarafa geçme yeteneğini kazanıyoruz. Bu sırada farklı bir görüş açısına kavuşuyoruz ve bir tarafımızda bedenimiz dururken, diğer tarafta ruh halimizle istediğimiz yere gidebiliyoruz. Bunu çoğunlukla bazı bulmacaları çözmek için kullanabiliriz. Sadece bu kadarla kalmayarak aynı zamanda alternatif bir saldırı tekniğine de kavuşmuş oluyoruz. Şöyle ki; kahramanımız bu özelliği kazandığında ayrıca bir ok ve yay elde ediyor. Ruh yürüyüşü durumuna geçtiğimizde bu silahımız otomatik olarak aktif hale gelmiş oluyor ve her atış yaptığımızda ruh sağlığı barında bir miktar düşme meydana geliyor. Ruh yürüyüşü esnasında düşmanlarımız bizi daha az fark eder oluyorlar; bu bakımdan rahat ilerleme açısından da nispeten daha sık kullanılası bir yetenek.Hoşbulduk evladım!


Ruhumuz ile alakalı bir diğer kullanılabilir özellik ise ölüm yürüyüşü (death walk) adını taşıyor. Bunu istediğimiz an etkin hale getirme gibi bir şansımız yok; sadece öldüğümüz zaman zorunlu olarak bu duruma bürünmüş oluyoruz. Bu görüş açısı sırasında kendimizi ortasında derin bir kuyu bulunan genişçe bir kara parçasının üzerinde buluyoruz ve etrafınızda mavi ve kırmızı hayaletler dolaşıyor. Bu hayaletleri okumuz yardımıyla vurmalıyız. Vurduğunuz her mavi hayalet ruh sağlığımıza; kırmızı hayalet ise normal sağlığımıza etki etmiş oluyor. 15 – 20 saniye kadar süren bu kısımda vurabildiğimiz kadar hayalet vurmamız gerekiyor. Ne kadar çok kırmızı ve mavi hayalet vurmuşsak, sağlığımız o kadar artmış bir şekilde hayata dönüyoruz. Hiç hayalet vurmazsak, yine belli bir miktar normal sağlık seviyesi ile oyuna devam etme şansımız var.


Oyunda yer alan bu ölüm yürüyüşü özelliği benim gerçekten de hoşuma gitmeyen bir şekilde kullanılmış. Genel anlamda oyunu fazlasıyla basitleştirdiğinden söz etmem mümkün; buna göre elinizde sadece oyunun ilk silahı olan İngiliz anahtarını sallayarak oyunu bitirme imkanınız bile var. Normal zorluk seviyesinde oyunda karşılaşacağınız düşmanların fazla zor olmadığını da dikkate alırsak, öldüğünüz zaman sürekli dirileceğinizi bildiğiniz için fazla taktik geliştirme ihtiyacı hissetmiyorsunuz. Halbuki oyunun bölüm tasarımları buna fazlasıyla müsait denebilir. Bir Kızılderili öğretisi olarak edineceğiniz bu özellik, sizin oyun içerisinde özel bir kişilik olmanızın verdiği avantajla oyunu fazlasıyla kolaylaştırmış. Yapımcılar bunu quicksave’in farklı bir uygulanışı şeklinde dile getirseler de, öldüğünüz an biraz sonra full sağlığa sahip olacağınızı biliyorsunuz. Buna dayanarak oyunda sağlığınızın azaldığı durumlarda endişe etmenize gerek kalmıyor ve ölmemek için düşmanlarınızdan köşe bucak kaçmanız da lüzumsuz hale gelmiş oluyor. Çünkü ölmek üzereyken harcayacağınız her kurşun, gereksiz yere kendinizi korumak için çöpe atılmış gibi oluyor. Kabul edilesi bir uygulama alternatifi olarak öldüğünüz zaman size geçici bir ceza puanı ekleyen bir sisteme gidilebilirdi; şimdiki durumunda ölmek diye bir şey oyunda yer almıyor.


Wallwalk ise çok kullanışlı, eğlenceli fakat her an karşılaşmadığınız bir özellik. Bunun aktif olduğu kısımlarda, dar bir doğrultuda, duvarlarda ve tavanda yürüme imkanınız var. İstediğiniz şekilde değil tabii ki; mavi sensörlerle oluşturulmuş bir yol dahilinde gidebildiğiniz kadar gitme imkanınız bulunuyor; her adımınızı atışınızda yere bir vantuz gibi bastığınıza dair ses duyuyorsunuz. Size sağladığı imkanlar arasındaysa, özellikle multiplayer’da normalin birkaç kat fazlası oyun alanını saymak mümkün. Single player görevleri içerisindeyse düşmanlarınızla beklemediğiniz doğrultularda karşılaşıyorsunuz ve ilerleyeceğiniz doğrultuyu belirlemekte zorlanabiliyorsunuz. Yine Wallwalk dahilinde irdeleyebileceğimiz bir diğer özellik ise yerçekimi sensörleri. Bunlara silahınızla ateş edebiliyorsunuz ve ateş ettiğiniz boyuta doğru yerçekimi değişmiş oluyor; sonucunda da yer çekimini değiştirebileceğiniz başka bir durumla karşılaşana dek o şekilde oynamaya devam ediyorsunuz. Bunları oyunun ilerleyen kısımlarında fazlaca kullanmamız gerekebiliyor ve öyle bir an geliyor ki, bazen normalde asıl zeminin hangi taraf olduğunu karıştırabiliyorsunuz. Yapımcılar bunu bazı durumlarda bulmaca varyasyonları içerisinde de ortaya koymuşlar ve farklı bir özelliğin ortaya çıkmasını sağlamışlar.Evrenimi kaybettim, hükümsüzdür


Prey’in oyun motoru gerçekten de oynayanı kendine hayran bırakacak şekilde işliyor diyebiliriz. Özellikle boyut geçişleri açısından oyunun çok farklı bir deneyim sunduğunu belirtmekte fayda var. Çoğunlukla sarı ve mavi halkalarla ortaya konan bu durum size aslında birleşik iki farklı bölüm arasında geçiş yapmanızı sağlıyor. Bazı ekstrem durumlarda yapımcıların oldukça hoş ayarladığı detaylarda yanyana duran iki kutunun birinden girip diğerinden çıktığınıza şahit olabiliyorsunuz. Boyut geçiş kapılarının arkasına geçip bakmaya yeltendiğinizde boyut kapıları ortadan yok oluyor, fakat diğer tarafa geçmek için ilerlediğinizde sizi bambaşka bir dünya karşılıyor. Bu gerçekten de çok hoş bir durum ve ister istemez hayranlık uyandırıcı. Boyut kapıları sürekli yanardöner halkalar şeklinde karşınıza çıkmıyor; bazı durumlarda küçük bir mazgal aralığı ya da alelade bir kutu ile boyutlar arasında geçiş yapma imkanınız var.


Bulmaca çeşitliliği ise en üst raddeye önünde rakamlar bulunan bir panel ile kapıyı açan doğru şifreyi size yazdırarak çıkıyor denebilir. Ruh yürüyüşünü kullanmanız gereken durumları ise bir süre sonra ezberler oluyorsunuz ve önünüzü kesen bir güç duvarı ile karşılaştığınızda bu yeteneğinize baş vuruyorsunuz. Nadiren de olsa Prey gibi bir oyundan beklenmeyecek kalitede bulmacalarla yüz yüze gelme imkanınız var. Bunların bir kısmı yolunuzu kapayan cisimleri önünüzden çekerek kendinize geçiş alanı yaratmak ya da bir kapının kapalı kalmasını sağlayan parçaları bozmanız şeklinde önünüze geliyor. Bölüm tasarımları kapsamında bazı bulmaca görünümlü ilerleyiş alternatifleri ile de karşılaşabiliyorsunuz. Örneğin bazı kapılardan geçmeniz için yaratıkların el izleri gerekiyor; oyunun başlarındaki bu kapılardan geçme imkanınız yok, fakat yaklaşık üçte birlik bir ilerleyişten sonra elde edeceğiniz yaratık eli sayesinde buralardan da geçebiliyorsunuz.


Bölüm tasarımları size oldukça güzel anlar yaşatabiliyor; bölümler için fazlasıyla uğraşıldığını anlamanız mümkün. İlk bölümde barda dolaşırken etrafta etkileşime girebileceğiniz oyun makineleri ile karşılaşabiliyorsunuz; ardından gelen bölümün uzunca bir kısmı ise sinema tadında. Oyunun yarısına kadar olan bir kısımda içinde bulunduğunuz uzay gemisinin canlı bir varlık olduğu izlenimi oldukça güzel bir biçimde size yaşatılıyor. Genel manada ise savaştığınız yaratık uygarlığının gelişmiş bir teknolojiye sahip olduğunu anlayabiliyorsunuz. Sürekli önünüze çıkan yaratıklar da senaryo ortamının birer parçası. Kimisi farklı gezegenlerden savaştırılmak üzere toplanmış ve genleriyle oynanmış, kimisi uzayda doğmuş olmanın kalıcı etkilerine sahip ve melez, kimisi de zaten uzaylı. Bu bakımdan savaştığınız canavarlar da size fazla mantıksızca seçilmiş gelmiyor; çünkü, senaryonun parçası olarak, bunlar asker ve hizmet amaçlı seçilmiş yaratıklar.Bayandan satılık temiz evren


Oyun grafiksel olarak Doom 3 motorunu kullanıyor olması açısından oldukça iyi. Modellemeler ve tasarımlar gerçekten de fazlasıyla başarılı, ayrıca detay seviyesi de oldukça yüksek. Bilhassa Enisi’nin yüzündeki bütün kırışıklıklar en ince ayrıntısına kadar seçilebiliyor, bu diğer oyun karakterleri ve düşmanlarda da geçerli. Fakat Doom 3’e kıyasla Prey nispeten daha aydınlık bir ortamda geçtiğinden ve yapısı itibariyle bu grafik motorunun karanlık ortamlarda daha iyi iş çıkarması bakımından Prey bu açıdan Doom 3’ün çalışma koşullarında ondan daha iyi değil; yalnız bu, oyunun grafiksel manada kötü olduğu anlamına gelmesin; Prey, silahlar, düşmanlar, çevresel faktörler ve bunların detayları bakımından çok başarılı. Performans bazındaysa Doom 3’e oranla Prey çok daha stabil. Sesler ve müziklerde ise Oblivion ve Guild Wars’da harikalara imza atan Jeremy Soule’un adını görüyoruz. Özel durumlarda ve genel oyun akışı içerisinde kulaklarımızda sürekli güzel tınılar var. Ses bazında biraz saçma biçimde yaratıkların sürekli İngilizce konuşmaları dikkat çekebilir; fakat bu da, devamlı yanımızda uçarak bize yardımcı olan şahinimiz Talon tarafından tercüme ediliyor bahanesiyle kılıfına uydurulabilir. Talon’un bizlere verdiği bu nimet, tıpkı oyun içerisindeki bilgisayarlarda yazanlardan normalde baktığımızda bir şey anlamazken Talon geldiğinde sayıları ve yazıları görebildiğimiz gibi bir mantığa dayanıyor.


Atmosfer ve bulunduğu duruma göre Tommy’nin verdiği tepkiler çok gerçekçi. Bu da kontrolümüz altında alelade bir insan evladı olduğunu ispatlar nitelikte. Sürekli konuşuyor, senaryo dahilinde karşısındakiyle konuşması gereken durumlar dışında da konuşuyor ve karşılaştığı durumlara göre tepkiler verip yorumlarda bulunabiliyor. Fakat bunların tamamı önceden hazırlanmış durumlarda gerçekleşiyor ve Duke Nukem’de olduğu gibi gaza gelerek sağa sola haykırma şeklinde ortaya çıkmıyor. Ayrıntıda Tommy’nin sesinin görünüşüyle fazla bağdaşmadığını da söylemek mümkün; bu yüze biraz daha sert bir ses daha iyi oturabilirdi.


Kelepir


Prey 1995 yılında duyurulmuş bir oyun ve ilk kez görücüye 1997 yılındaki E3 fuarında çıkmıştı. Sonraki yıl yapımcılar tarafından yapımı iptal edildi ve Prey adına beklentimiz böylelikle bitmiş oldu. 2005 yılında tekrar yapım aşamasında olduğu duyuruldu ve Prey’i gerçek manada sadece bir yıl beklemiş olduk diyebiliriz. Bu bir yılın, ve olayı daha dramatik bir şekilde ele aldığımızda 11 yılın ardından Prey bize sadece ve sadece 10 – 15 saatlik, zorlamamız durumunda ise maksimum 8 – 9 saatlik bir oyun süresi sunuyor. Bu herhangi bir oyun için yadırganası bir durum değil; oyunun bu şekilde hazırlandığını düşünerek kendimizi avutabilirdik. Evet, Prey’in Doom 3 ya da Half-Life 2 kadar önem arz edebilecek bir tarafı da yoktu. Belki de ben ya da biz onu bir 3D Realms oyunu olduğu için gözümde ya da gözümüzde büyüttüm ya da büyüttük. Prey’in süresi çok kısa ve bu gerçekten de oyunun zevkini inanılmaz derecede düşürüyor; yapımcıların oyunun sonunda verdikleri mesaj da, bu oyunun bu kadar kısa olması karşısında size pek bir şey ifade etmez oluyor. Ayrıca ölüm yürüyüşü sayesinde iki kere kolaylaşan oyun çizgisel yapısı ile daha da puan kaybediyor. Multiplayer olarak ise wallwalk ile genişleyen oyun dünyası farklı tatlar yaşamanızı sağlayabilir.


Prey çok iyi bir oyun. Vereceğiniz parayı, kısa olmasını göze alırsanız son kuruşuna kadar hak ediyor ve kendince FPS yapısına kattığı tasarımsal farklar oyunu mutlaka görülmesi gereken bir yapım haline getiriyor. Kısa süreli fakat eğlenceli ve multiplayer olarak da tadını çıkarabileceğiniz bir oyun istiyorsanız Prey sizin için en iyi tercih olacaktır. Fakat şunun da bilinmesi gerekiyor ki ruh yürüyüşünü ve boyut kapıları ile açılan farklı evrenleri saymazsak, oyun sadece güzel grafikli bir shooter’dan ibaret. Prey’in bana yaşattığı tek güzel şey, 2K Games sayesinde bir süre sonra bir 3D Realms oyunu olan Duke Nukem Forever’ı karşılayacak olmanın güvencesi ve umudu oldu. Ama eleştirel yaklaşıldığında Prey’in kaliteli bir oyun olduğunu kabul etmek lazım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu