Oyun İncelemeleri

Pro Evolution Soccer 2011 (XBOX 360)

Hiç bir zaman futbol oyunlarının fanı olmadım. Herkes gibi yıllardır ben de oynuyorum, ama taraf tutmayı sadece “takımlarda” tercih ediyorum. Her iki oyun da (PES ve FIFA) eğlence amaçlı olduğu için, ben de bunun keyfini sürmeyi yeğledim, hâlâ daha öyle yapıyorum. PES serisi, benim için “futbolda özgürlük kavramını getiren, bunu çok iyi uygulayan bir seriydi”. Daha PES’ten (Winning Eleven da deniyor bu güzide seriye) haberim yokken bile içimden hep geçirirdim: “FIFA’da bir şeyler eksikti, bir şeyler bizi kısıtlıyordu. Rahat pas atmaya, alternatiflere imkân tanısaydı, herkes kendi şahsi futbol tarzını geliştirebilseydi, ne güzel olurdu” derdim. İşte bu saydıklarımı FIFA değil, PES serisi getirdi. Kalıplarla kısıtlı olmayan bu seride, saatlerimi, günlerimi geçirdim. Günlük bir ihtiyaçmışçasına her gün 3-4 saat PES oynadığımı hatırlıyorum. Aslında 3-4 yıl evvelki PES oyunları ne kadar da eğlenceli ve başarılıydı. Dönüp bakınca insan daha iyi anlıyor…

İlk görüşte şaşkınlık

Henüz bahar aylarına yeni adım atmıştık ki, PES 2011’in ön inceleme sürümünün ofisimize gelmek üzere olduğunu öğrenmiştim. Gel zaman git zaman bekledik, bekleye bekleye de bir hal olduk. Derken sıcak bir yaz gününde kapıdan içeri girdi ve girdiği gibi de bizi X360’ın başına kilitledi. Acaba PES, bu  yıl neler yapacaktı? O bahsedilen “özgürlük” parolası gerçekten de “gerçek” miydi? Açar açmaz şaşkınlığımız, oyunun Türkçe dil desteği de sunmasıyla başladı. Bu biz oyuncular için güzel bir jestti tabii ki, ama geçmiş yıllara baktığımızda PES’de onarılması gereken kusurlar da vardı; robotsu koşuşlar, lisanssız takımlar gibi. Ön inceleme sürümü itibariyle bunları göremediğimiz gibi, odunsu oynanışla da karşı karşıya kalmıştık. Ardından yayımlanan demosu, geçtiğimiz günlerde de düzenlenen özel tanıtım gecesi derken nihayet tam sürüme de kavuştuk ve en nihayetinde net yorumlarımızı tam sürüm oyun üzerinden yapabilecektik.

Ofise PES 2011’in tam sürümü gelmeden önce, genellikle her öğle arasında FIFA World Cup 2010 ile vakit geçirdiğimizi belirteyim. Geldikten sonra da ibremizi PES 2011’e doğru çevirdik. Ofisteki neredeyse herkes, bu oyunu denedi, özelliklerine göz gezdirdi, kanılara vardı. Üstelik 1-2 günde değil, 1 haftayı aşkın sürede… Şimdi size gelin ortak düşüncemizden, kendi yorum ve deneyimlerimi de işin içine katarak bahsedeyim.

Elimizde ne var, ne yok?

Konami ne düşünüyor, bilmiyorum şahsen, ama lisans sorununun hâlâ devam ediyor olması canımızı sıkıyor. Seçebileceğimiz takımlar, oynayabileceğimiz ligler yine kısıtlı. Real Madrid, Barcelona, AC Milan gibi ekipler çok fazla seçiliyor olmalı. Belki de Konami bir istatistik tutmuş, en çok tercih edilen kulüpleri oyuna eklerken, diğerlerini de birer fazlalık olduğu gerekçesiyle oyuna eklememiştir. Binlerce teori üretilebilir, ama binlerce kulübü yönetemezsiniz bu oyunda. Düşünün, Şampiyonlar Ligi lisansının olduğu bir oyunda, Şampiyonlar Ligi’ne katılmaya hak kazanmış bir takımın lisansı yok. Evet, Bursaspor’dan söz ediyorum. Neyse ki Uefa Avrupa Ligi’nde mücadele eden (bazıları artık yok ya neyse) Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş’ın lisansları bulunuyor.

Maç başlasın

Oyunun ayarlar kısmından dil seçeneğini Türkçe yaptıktan sonra artık maça başlayabiliriz. Tercihim gereği önce güçsüz, ardından da güçlü takımları seçerek tek başıma, ardından arkadaşlarımla maçlar yaptım. Son etapta ise, yapılan maçlara taraftar gözüyle dikkat kesilerek yapılan doğruları, yanlışları, kısacası mücadeleleri anlamaya çalıştım.

Oyunumuzda Türkçe dil desteğinden sonra gerçekçi pas sistemi de dikkat çekiyor. Zaten biliyoruz ki PES serisinde top fizikleri her zaman iyi olmuştur. Bu temel üzerine yeni katlar çıkmak isteyen yetkililer, pas hızı ve yönü konularına eğilmeyi tercih etmiş. Artık pas atarken, alt köşede beliren hız barına göre hareket etmeliyiz. Bu bar ne kadar dolarsa (yani ne kadar pas tuşuna basılı tutarsak), o kadar hızlı paslar atıyoruz. Sağ taraftaki arkadaşımıza pas vereceğiz diyelim. Sağ yön tuşuna basıp, bırakmak yetmiyor. Yön tuşuna son ana kadar basılı tutmalıyız, yoksa genellikle hedefe isabet etmeyen toplar atıyorsunuz. Şunu da unutmamak gerekiyor: Attığımız paslar, hemen her pozisyonda arkadaşlarımızın koşu yoluna düşüyor. Rakip unsurunu da göz önüne alırsak, attığınız topu rakibinizin kapmaması için de ayrı bir çaba sarf etmelisiniz. Sinir bozucu bir durum ise, kısa mesafe paslarda yaşanabiliyor. 1 metrelik mesafede bile koşu yoluna pas atmayı düşünüyorsanız, tekrar düşünün derim. “Ama futbolcular boşa kaçacaktır” dediğinizi duyar gibiyim. Bu da pek kolay olmuyor. Evvela sabrınızı iyice zorluyorlar.



Perde arkasındaki mücadeleler

Dikkat ettiğim konulardan bazıları da ikili mücadeleler ve kaptırılan toplar sonucunda nelerin olduğuydu. Göstermelik futbolu sevmiyordum, hâlâ daha sevmiyorum doğrusu. Zira beni kısıtlıyor, o “özgürlükçü” denen kavramla uyuşmuyor. Yapay zekâ ürünü rakibiniz top kaybetti diyelim, o top size gelse bile bir anda yine karşı tarafa dönüyor. Bu durum çok fazla tekrar ediyor ve siz bu zaafların keyfini bir türlü süremiyorsunuz. İşte göstermelikten kastım bu. Görüntü olsun diye eklenmiş, ancak değerlendirme fırsatı çoğu kez biz oyunculara verilmemiş.

İkili mücadeleler de hem görsel açıdan, hem de çaba açısından garip doğrusu. Kaleci degajının ardından hızla yere doğru düşmekte olan topu, hiç hareket etmeden bekleyen adamlar gördünüz mü? Neden birbirlerini ileri-geri itmiyor, topa sahip olmak için direnmiyor bu şahıslar? Sadece top gelirken kafa atmak için zıplıyorlar, o kadar. Kaleciler de ağzının payını alacak benden. Zira oyun daha yeni yeni gün yüzüne çıkarken kaleciler hakkında olumlu şeyler söyleniyordu; pozisyonlara yakın hareket edecek, tehlikeyi sezdiklerinde çıkacak , daha kontrollü oynayacaklardı. Benim gördüklerimi söyleyeyim mi? Top dışarı çıkarken bile onu yakalamak için oradan oraya kedi gibi atlayan, tutması gereken köşeyi boş bırakan, bazen havadan gelen şutlara kayıtsız kalan, top 1 metre önünde dursa dahi neredeyse hiç çıkmayan ve “topu ben mi attım oraya? Atan alsın işte” tavrıyla hareket eden kaleciler gördüm. Her maçta beni şaşırtmaya da devam ediyorlar doğrusu. Taç çizgilerine yakın bölgelerde yapılan mücadelelere de değinmek istiyorum. Topu oyun sınırlarının içinde tutmak gerçekten zor. Hızlı hareket ediyorsanız, üzerine basıp da topu durduramıyorsunuz. Topa yetişene kadar da çoktan çizgi dışına çıkıyor bile. Bu sahnelerle eminim her oyuncu karşılaşıyordur.

Yeteneğin var mı yeğen?

PES 2011 ve FIFA 11’i oynadıysanız, FIFA’nın oynanışı size daha rahat gelecektir, ama bu durum sizi PES 2011’i dışlamaya itmemeli. Biraz sabretmelisiniz, zira o zaman oyunu daha iyi anlayabiliyor, alışıyorsunuz. Gerçekçilik unsurlarından devam edelim ve yorulma faktörünü katalım işin içine. “Zaten yıllardır yok muydu bu?” diye soranlar olabilir. Evet, vardı, ama bu kez etkisi daha iyi hissediliyor. Maç süresi boyunca oyuncularınızı boş yere koşturmamaya bakın. Çünkü koştukça yoruluyorlar doğal olarak. Bunun acısını da hem savunma, hem de hücumda çekiyorsunuz. Eğer kontra atağa çıkıp, risk aldıysanız ve topu kaptırırsanız, yorulan futbolcularınız geri dönmekte zorlanacaktır. Yine bir ani atak organizasyonu için harekete geçerseniz de bu sefer futbolcularınız yorulduğu için pek etkili olamayacak, savunma oyuncularının müdahalesiyle karşılaşacaktır. Bu aslında biraz abartılmış. Rahat rahat kaleciyle baş başa kalabilmeniz çok zor. Mutlaka yanınızda bir oyuncu beliriyor ve dengenizi bozmak için elinden geleni yapıyor.

Baskıyı gören oyuncu tabii ki en yakınındaki arkadaşına topu atarak oyunu açmak ister. Böylelikle ya yanlardan yapılan ortayla gol arar, ya etkili vuruşlar yapan bir arkadaşıyla gol atmayı dener, ya da daha yetenekli ayaklara topu emanet ederek biraz sihir yapmasını bekler. C. Ronaldo ve Messi’yi örnek olarak verebiliriz. Top bu adamlardayken, onlardan her şeyi bekleyebilirsiniz. Özellikle Messi, topu rakip yarı sahasında aldıysa hızlı koşmasına gerek yok. Rakibin üzerine yavaş yavaş gidip ani bilek hareketleriyle rahat çalımlar atabiliyorsunuz. Uzaktan etkili şutlarda da Ibrahimović’i çok beğendim. Bu arada onun Milan’da olması gerekmiyor muydu? Oysa ben onu Barcelona’da görüyorum…



Sıkıntı var

Tarz gereği, yaptığım maçlarda rakip oyuncunun ayağına kayarak top almayı seviyorum. Genellikle isabetli hamleler yaptığım gibi, bazen bodoslama girerek sarı, bazen de kırmızı kartla dahi cezalandırılabiliyorum. Bu benim için korkutucu değil, çünkü 6 kişi kalmama rağmen kazandığım maçlar da oldu, neyse. Oyunumuzun animasyonlarına şöyle bir göz atmak babında kimi gördüysem, belden, bilekten, kafadan, baldırdan müdahale etmeye başladım. Ön inceleme sürümünde bu durum çok vahimdi. Tam sürümde doğal olarak düzeltmeler olmuş, ancak estetik ve çeşitlilik anlamlarında pek de tatmin olduğum söylenemez. Öncelikle hiç bir oyuncu, olduğu yerde takla atarak yere düşemez. Mutlak savrulma payı vardır. Diğer yandan ayağına kaydığınız bir oyuncu da genellikle göğüs üstü yere, öne doğru düşer. Dolayısıyla yine takla atmaz. PES 2011’de ne hikmetse, ayağa kayıp top aldığınız 50 pozisyonun 49’unda rakibiniz takla atıyor. Bu pozisyonlarda oyun devam ettiği gibi, bazen aynı pozisyona faul çalındığı da o oluyor. Rakibe arkadan tekme atmama rağmen sarı kart gördüğümü bilirim. Üstelik rakibimin önünde kimse yoktu ve gol olması an meselesiydi. Hakem kararlarında da bir tutarsızlık sezmedim desem yalan olur. Zaten bir golü, aynı sırada faul oldu diye iptal eden hakemler varsa, korkacaksın.

Gol oldu sayın seyirciler

PES 2011’in şutları her daim heyecanlandırmayı biliyor. Her ne kadar kaleci animasyonları sakat bir kedinin zıplayışını andırsa da, özellikle uzak mesafelerden çektiğiniz şutlarda çok güzel tablolarla karşılaşabiliyorsunuz. Topa vurduğunuzda size verdiği tokluk hissi çok güzel. Tabii ki bir de bu konularda becerikli futbolcularla gol aramalısınız. İbrahim Üzülmez’i alıp da 30 metreden gol atmanız çok zor olur haliyle. Güzel görüntüler dedik. Çalım atarak gol atmak, çataltan içeriye füze yollamak, doksana takmak tabii ki göze hoş gelen unsurlar, ama gol olduğu sırada topun ağlarla buluşması da PES 2011’de çok güzel. Ağ animasyonları gayet hoş olmuş. İyi bir ses sisteminiz de varsa, topun ağlarla buluştuğu anlarda çıkan sesler kulaklarınıza misafir oluyor.

Gol attıktan sonra FIFA’ya benzer olarak sevinç hareketleri yapabiliyorsunuz. Yok ben yapmayayım, futbolcumun sevincini izleyeyim derseniz, pişman olursunuz. Gol olmuş, koca takımda sadece bir oyuncu seviniyor, oradan oraya koşuyor, yedek kulübesinin önünden geçiyor, ama kimsede bir tepki yok, kimsenin umrunda değil. O yüzden gol sevinçlerini de elden bırakmamaya özen gösterin.

Efsane olmak senin elinde

Become a Legend modu, önceki sürüme nazaran daha da geliştirilerek yeni oyunda yer alıyor. Var olan bir futbolcuyu kontrol edebilir, ya da isterseniz yeni bir oyuncu hazırlayarak onu yıldız yapabilirsiniz. Çıktığınız her maçta bencil davranmamaya ve isabetli top kullanmaya dikkat etmelisiniz. Bunu yaptıkça takımınızda yükselmeye başlıyor ve vazgeçilmezler arasında yer alıyorsunuz. Futbol sahasında devamlı boy göstermeniz de diğer kulüplerin dikkatini çekiyor. Tabii ki menajerler aracılığıyla. Böylelikle farklı takımlarda top koşturabilir, daha iyi yerlere gelebilir, milli takıma dahi çağırılabilirsiniz.

İşin biraz daha profesyonel boyutunu denemek istiyorsanız, Master League’de mücadele etmelisiniz. Bir futbol oyununda Türkçe dil ne işimize yarar ki diyenler için bu iki mod, en güzel cevap. Yaptığınız her işe dair en ince ayrıntılardan dahi haberdar olabiliyor, bu bilgiler dahilinde hareket ediyorsunuz. Kulübünüzün gelirlerini arttırmak için yeni sponsorlar bulmalı, eldeki sponsorları korumak için de yeni başarılar elde etmelisiniz. Yetenek avcılığını da unutmamak lazım. Henüz çok genş yaşta, çok yetenekli, ama henüz isim yapmamış oyuncuları menajerler aracılığıyla takibe alabilir, ucuz fiyata transfer edebilirsiniz. Sonrasında ister geliştirip takımınızda oynatın, isterseniz de daha yüksek fiyata satarak kâr elde edin. PES alıyorsanız, Master League’i kesinlikle oynamalısınız.

Ekstra garip eklentiler

Pes müdavimleri bilirler: Turnuva veya lig modları tamamlanınca, elde edilen puanla oyuna yeni oyuncu veya takımlar eklenebilir. Eski oyunlarda bazı klasik ülke takımlarını ve oyuncularını ekleyebiliyorduk mesela. PES 2011’de ise biraz daha hayal gücü ve mizah kullanılmış. Puan karşılığında oyuncularınızın saçlarını değiştirebilir, kafalarını değiştirebilir (taş kafa, kabak kafa, gözlük, fötr şapka gibi), oynanacak topu değiştirebilir (yastık, bira varili, kâğıtların birbirine sarılarak top haline getirilmesi gibi), seslere karışabilir, hatta stadyum görüntüsüne farklı bir boyut katabilirsiniz. Tabii ki sonradan açılan klasik oyuncu ve takımlar PES 2011’de de var.

Son olarak gelelim grafiklere ve seslere. Bu oyunda hakikaten sönük bir atmosfer var. Ne maçın heyecanını, ne de bir gol olduğunda oluşan sevinç yumağını tribünlerden alamıyorsunuz. Zaten sahada yangın çıksa bile yerinden asla kıpırdamayan, sadece 2 boyutlu resimden ibaret olan saha kenarındaki güvenlik görevlileri ve fotoğrafçıları hiç saymıyorum bile. Oyunumuzun grafikleri genel anlamda iyi değil. Yüz tasarımlarını beğendim, bire bir benzeyen çok oyuncu var, ama sadece bununla bitmiyor ki. Hâlâ her adamda bir “baston yutmuş” hissiyatı var. Her oyuncunun omuzları çok dik ve dikdörtgen şeklinden farksızlar. Vücut kıvrımları yok gibi kısacası. Tribünlerdeki görsellik etkisi de çok zayıf, zira stadyum tasarımları ve taraftarlar, 5 yıl önce çıkan PES oyunuyla aynı neredeyse. Genel anlamda pek de gelişme kaydedilememiş.

Sonuca gelecek olursam PES 2011, Konami’nin yeni yöntemler denediği bir oyun olarak karşımıza çıktı. Kötü değil, aksine oynadıkça alışıyor ve seviyorsunuz da, ama bence bu yıl ondan daha iyisi var; FIFA 11. Gerçekçi ve hız seviyesi artırılabilir pas sistemini beğendim. Türkçe dil desteği ve ilginç skin paketleri de hoş düşünülmüş, ama daha fazlası gerekiyor. Konami, bence ilerleyen yıllar için bu sene iyi bir adım attı.Denemeyi ihmal etmeyin.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu