RE7’nin son çeyreğindeki sahne neden bu kadar etkileyiciydi?
Resident Evil 7 geçtiğimiz haftalarda uzun bir bekleyişin ardından resmi olarak çıktı ve oyuncuların beğenisine sunuldu. Biz de dahil genel olarak tüm yayınlar ve oyuncuların da büyük bir kısmı tarafından sevilen serinin yeni oyunu, Resident Evil serisine taze bir nefes aldırdı ve seriyi o eski, ihtişamlı günlerine geri getirdi. Belki serinin klasik havasını seven hayranları tarafından biraz yadırgandı ancak objektif olarak bakarsak oyunun çok başarılı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Serinin son iki oyununa göre hikaye açısından gerçekten sağlam bir kurguya sahip olan Resident Evil 7’nin en önemli ve ön plana çıkan yönlerinden birisi de oyunda bulunan karakterler. Belki ana karakterimiz Ethan biraz ‘odun’ olabilir ancak diğer karakterlerin müthiş bir havaya ve oyunculuğa sahip olduğu kesin. Özellikle Baker ailesine değinmek istiyorum. Her aile ferdi birbirinden ilginç, birbirinden tatlı olabilir mi ya? Özellikle Marguerite Baker görebileceğiniz en tatlı “Asiye Hala” tipi olabilir. Hani bir köyün bir halası vardır ya. Herkes ona Asiye Hala der. Sürekli sütlaç yapar size getirir, “Al oğlum ye, ye de büyü” falan der. Hah işte Marguerite Baker tam öyle bir tip. Tabii biraz daha vahşi…
Bize oyun boyunca cehennem gibi dakikalar yaşatan, kendilerinden ölesiye nefret etmemizi sağlayan bu aileye karşı olan tutumum hiç değişmez diye düşünüyordum ki, oyunun malum son bölümüne geçmeden önce, çok sağlam bir ara sahne ile karşılaştım. Gerçekten bunu beklemiyordum. Baker ailesine karşı yumuşayacağımı, onlar için üzüleceğimi, onların acısını sırtıma bir yük gibi alacağımı gerçekten tahmin edemezdim. Yazıyı bu ana kadar okuduysanız, spoiler riskini çoktan göze almışsınızdır diye düşünüyor ve harala gürele dalıyorum, haberiniz olsun.
Bu ara sahneden önce oyundaki en önemli karakterlerden birisi olan Mia’nın kontrolünü ele alıyor ve hafızasını kaybetmeden önce başına neler geldiğini Evelyn’in akıl oyunları sayesinde öğreniyoruz. Mia bölümünün sonunda Evelyn’in etkisi ile bir çeşit kozada sıkışıp kalan Ethan, bu koza içerisinde bir şekilde Baker ailesi ile karşılaşıyor. Onları da etkisi altına alıp DNA’larını bozan Evelyn, Baker ailesini tamamen yok etmeyi başaramamış anlaşılan. Jack Baker bize yalvarmaya başlıyor. “Ne olur,” diyor. “Ne olur, beni ve ailemi bu dertten kurtar. Biz böyle insanlar değiliz. Kendi halimizde yaşayan mutlu bir aileydik. O kız ile karşılaşana kadar her şey çok güzeldi.”
İşte o anda anlıyorsunuz. Jack Baker ve Baker ailesinin diğer tüm üyeleri hiçbir zaman sizi gerçekten öldürmek istememişti. Evelyn belası onları da kontrolü altına almıştı ve Baker ailesinin bu kimyasal değişime karşı yapabileceği en ufak bir şey bile yoktu. Yavaş yavaş akıllarını yitiren ve iyice Evelyn’in kontrolü altına giren Baker ailesi, onun etkisi ile masum insanları kaçırıp, işkence edip, öldürmeye başladı. Günlerce, haftalarca, aylarca, yıllarca. Ta ki Ethan ve Mia gelip olaya el atana kadar.
O ufak ara sahneden sonra Ethan olarak tekrar uyanıyor ve bu kez belki de Baker ailesini zorunlu da olsa öldürdüğümüz için hafif bir pişmanlık duymaya başlıyoruz. “Ya aslında ölmeyi hak etmemişlerdi sanki…” Ancak artık her şey için çok geç. Tam da bu noktadan sonra asıl intikam yolculuğuna başlıyor ve Evelyn’in peşine, yılanın başını kesmek için yola koyuluyoruz.
Günümüzde bu türden, duygusal bir yoğunluk yaratabilen pek fazla oyun bulunmamakta. Bu duygusal yoğunluğun özellikle de Capcom’dan ve Resident Evil 7’den gelebileceğini tahmin etmiyordum doğrusu. Bildiğiniz üzere Resident Evil serisi senaryo açısından her ne kadar sağlam olsa da yoğun bir duygusallığı içinde barındırdığı pek de söylenemez. Genellikle bu duygusallık olgusu Silent Hill serisi için daha geçerli olurdu. Ancak bu sefer işler değişti ve Resident Evil 7 eşsiz sürprizi ile beni derinden etkilemeyi başardı. Aynı şeyi sizin de yaşadığınızı düşünüyorum.
Peki Resident Evil 7’deki bu yoğun gelişimin asıl kaynağı nedir? Karakterlere verilen önem. Resident Evil 7’nin FPS görüş açısına geçmesini ve klasik, klişe karakterleri bir kenara bırakıp daha ilgi çekici, daha inandırıcı ve içten karakterleri işlemesini en başından beri destekleyen kişilerden birisiyim. İyi ki de böyle yapmışlar diyorum. Sürekli zombilere uçan tekme attığımız, Wesker dışında kişilikli ve kayda değer başka hiçbir düşmanı bulundurmayan bir başka Resident Evil oyunu ile karşılaşmak istemezdim. Herhalde bu sefer sıkıntıdan ölürdüm. Çok güzel bir iş yaptı bu sefer Capcom. Zombilerin bile kişiliği var, düşünsenize. On yıl, hatta beş yıl önce böyle bir şey duysanız çok saçma gelmez miydi? Ama saçma değil. Bakın, gerçekten de kişilikleri varmış.
Bu tarihten sonra çıkacak olan korku oyunlarının, hatta genel olarak tüm oyunların karakter derinliğine ve senaryoya bu denli önem vermesini diliyoruz. Yoksa ucuz jump-scare mantığı ile oyuncuya kalp krizi geçirtmek ve pek de eğlenceli olmayan, boş beleş adrenalinli anlar yaşatmak o kadar da zor bir iş değil.