Rise Of Nations
Hepimizin bildiği Age of Empires serisinin üçüncüsü ama çok büyük bir ihtimalle sonuncusu değil. Şimdi herkes “Hepimizin bildiği Age, alt tarafı birkaç yeni ırk, birkaç da yeni bina eklemişlerdir bunun ne açıklaması olacak ki” diyordur. Demeyin! Gavur yapıyor kardeşim. Adamlar işe sistemi tamamen deşitirerek başlamışlar. Rise of Nations ‘ da eskisi gibi ‘bina yap’ ‘çağ atla’ ‘adam yap’ ‘hücuumm’ modelini pek takip edemiyorsunuz. Bilim, siyaset, veya askeri alanda gelişmek sizin elinizde ve bunlardan sadece birinde bile yeterince iyi olmak size oyunu kazandırabiliyor.
Oyuna bir köy ile başlıyoruz. Diğer RTS lerden biraz farklı olarak oyunun başında sınırlarımız belli. Hemen diyeceksiniz ki “Böyle saçmalık olur mu? Ben nasıl gelişip diğerlerini taciz edeceğim?” Durun, sakin olun. Dedim ya “Gavur yapıyor”. Siz çağ atladıkça ve geliştikçe sınırlarınız da otomatik olarak genişleyecek. Zaten bütün hikaye burda başlıyor. Sizin ve komşularınızın “sınırları” çakışmaya başladığında otomatik olarak size soruluyor. “Bu sınırlarımıza yaklaşan zibidiyi ne yapalım?” Seçenekleriniz arasında “Ezip geçelim kodum mu oturturum”, “Bırak kalsın belki ticaret falan yapar köşe oluruz”, ya da “Olayı diplomatik yollarla halledelim bu heriflerin şakası yok” gibi şeyler var. Hangi seçeneği kullanacağınız tamamen size kalmış. Şaka bir yana sadece diplomasi sayesinde neredeyse hiç savaş yapmadan oyunu “güzellikle” bitirebilirsiniz. Her yolun kendine göre avantajları olduğu gibi dezavantajları da var. Örneğin size “saat 3 yönünden yaklaşmakta olan” rakibinizle hemmen uygun şartlarda bir anlaşma imzaladınız. Artık siz anlaşma yaptığınız ırkın haritasını tamamen görebiliyorsunuz. Tabii ki o da sizin. Ama gel zaman git zaman bu eleman size yük olmaya başladı. Sizin kaynaklarınız iyi durumda değil ama adamda neredeyse herşey sebil. Ne yaparız tabii ki ihanet. Arkadaşın topraklarına ani bir giriş ve artık orası sizin topraklarınız. Ne kadar kolay değil mi? Uyanın millet artık değil. Daha önceden anlaşma imzaladığınız birine girişmeden önce iki kez düşünmeniz gerekiyor. Zira artık dostunuza girişebilmek için belirli bir miktar kaynağı feda etmek zorundasınız(food, wood, gold..). Rise of Nations kesinlikle Age serisinin üçüncüsü değil. Çok daha ciddi stratejiler kurmak ve kendinizi geliştirmek gerekli.
Oyunda yeni özelliklerden biri çağ atlama. Artık sekiz tane çağ var. Evet doğru gördünüz sekiz. İşin ilginç yanı oyunun oynanabilirliği ve hızı epey artmış durumda. Oyunu oynayanlar ilk çağdan bilgi çağına 56 dakikada geçmeyi becermişler. Neredeyse öğle molasında oynanabilir kıvama gelmiş. Tabii ki birçok yeni öğe var. Bilinenlerden biri işçilerin artık gerizekalı olmayacakları. Artık işçileriniz onlara verilen bir emri uyguladıktan sonra mal mal dikilmeyecekler.Verilen emir uygulandıktan sonra sizin ihtiyacınız olduğunu düşündükleri bir işi otomatik olarak yapmaya başlayacaklar. Buna bina inşa etmek de dahil. Siz çağ atladıkça işçi yerine daha eğitimli birimler üretmeye başlıyorsunuz. Örneğin mühendis yapıp daha hızlı bina ve iş yapılmasını sağlayabildiğiniz gibi, maden yapıp maden çıkartılmasında uzman ekipler sahibi olabilir ya da ağaçların ortasına bir oduncu barakası dikip odun kesme işleminizi çok daha hızlı bir hale getirebilirsiniz.
Her imparatorluğun büyümesi için ticaret gerekli. Artık ticaret için başka bir ırka gitmek zorunda kalmayacaksınız. Gücü yetenler bir şehir daha inşaa edip iki şehir arasındaki ticareti teşvik edebilirler. Böylece imparatorluğunuzda para hiç bitmez. Hoş yeni oyun tasarımında kaynaklar hiç bitmiyor. Yani bir altın madeninden hep altın çıkıyor ama siz geliştikçe kaynaklara olan ihtiyacınız da artacağı için yeni madenler lazım oluyor. Oyunda kaynaklar odun, yemek, altın ve metal olarak sınırlandırılmış. İş madenle kalıyor sandıysanız çok üzgünüm çünkü yeni seçeneklerden biri de petrol. Siz petrol kullanacak çağa gelmeden petrol kaynaklarının yerini göremiyorsunuz. Bu da oyunun eğlencesine ayrı bir güzellik katmış. Oyunun başında hiç bir halta yaramadığı için başka birine bıraktığınız bir bölgeye bir kaç çağ sonra baktığınızda haritadaki ender petrol noktalarından birinin göbeğinde olduğunu keşfetmek, sanırım kafanızı duvardan duvara vurmanıza sebep olacaktır. Yalnız petrol genelde denizde çıkıyor. O yüzden platform teknolojisinin yanısıra, sıkı da bir donanmaya ihtiyacınız olacak.
Oyunun ilginç özelliklerinden biri bilgiyi sanki bildiğimiz tür kaynakmış gibi kullanabilmemiz. Yani bilgiyi (knowledge) müttefiğinize verebilir ondan bilgi alabilirsiniz. Bilgiyi arttırmanın tek yolu scholars. Bu adamlar siz universite inşa ettiğinizde önemli bir hal almaya başlıyorlar. Çağ atlayabilmek için bu adamların oturup üniversitede düşünerek vakit harcamaları gerekiyor. Sadece düşünerek iş olur mu demeyin çünkü bu adamların eli silah tutmamasına rağmen size savaş kazandırabilirler. Scholars birimlerinden casus ve general elde edebiliyorsunuz. Bu iki birim de aktif olarak silah kullanmıyorlar, ama çok daha muhteşem işler becerebilirler. Bir casus emir verildiği takdirde kiralık katil olarak hizmet veriyor. Bunun yanında kimseye çaktırmadan çok geniş alanları görebilme ve en önemlisi de düşman üniversitesine girip rakibin bütün teknolojilerini aşırma görevini üstelniyor. Ne hoş değil mi? General ise askerlerinize moral vermekle kalmıyor, onların isabet yüzdelerini, atış sayılarını otomatik olarak arttırıyor. Bunun yanında özel komutları da var. Bunlardan biri “baskın” seçeneği. “Baskın basanındır” demiş atalarımız. Generalimiz baskına giden askerleri bir süreliğine görünmez kılabiliyor.
Gelelim savaşlara. Artık “Ben baba gibi askerlerden takım yaptım. Girişelim şu lavuğa” yaklaşımını çöpe atabilirsiniz. Siz bir düşman sınır hattını geçtiğiniz anda adamlarınızın hayatları ve etkinlikleri giderek azalıyor. Yani birine “dalmak” o kadar da kolay değil. Ama bunu yanında bir düşmanı temizlemeden önce onun sınıra yakın şehirlerine giriş yapabilirsiniz. Bir şehri ele geçirmek için bütün şehri “bire kadar kırmak” ya da “taş üstünde taş, omuz üstünde baş kalmayana dek” yakıp yıkmak geçerli ama “akıllıca” değil. Bir şehri tamamen yıkmadan alabiliyorsunuz. Önce siege silahlarınızla şehri biraz dövüyorsunuz sonra da adamlarırınızla birlikte içeri giriyorsunuz. Tabii şehri ele geçirdiğinizde bütün kaynakları, ticareti, teknolojisi sizin oluyor.
Oyunda herşey düşünülmüş de nükleer savaş düşünülmemiş mi? Düşünülmüş. Hatta eşşeğin kulağına su kaçırıp her tarafa nükleer bomba sallamayın diye bir de güzellik yapmışlar. Herkes birbirine şirin cici “nük” lerden demet yollamaya başlayınca oyunda otomatik olarak “Armageddon” ilan ediliyor ve herkes kaybediyor.
Netice itibarı ile yazının başında söylediğim şeyi tekrarlıyorum. “Gavur yapıyor kardeşim.” Ne zamandır strateji oyunlarının eksik bir tarafı var diye düşünüyordum. Bu oyun piyasaya çıktığında muhtemelen civilization 2, age of empires kırması bir şey olacak. Anladığınız gibi savaşlar ve harita dağılımı Age gibi ama diplomasi ve strateji civ2 kokuyor. Eğer bu iki türü insanı sıkmadan oynatablirlerse sıkı durun çünkü 2003’de yeni bir tür oyun piyasaya çıkıyor demektir.