Oyun İncelemeleri

Saints Row: The Third

Steelport şehrinde yine bir şeyler ters gitmektedir. Her bölgenin farklı bir çete tarafından yönetilmesi ve güç dengelerinin gün geçtikçe değişmesi, suç dünyasında herkesi daha fazla
önlem almaya itmektedir. Derken yeni bir savaş daha patlak verir ve Third Street Azizleri ile Syndicate çetesi arasında büyük çekişme başlar. İşte yeni oyunumuz The Third’ün odaklandığı nokta da tam burası.

Açık dünya bir aksiyon oyunu yapıyorsanız, konu az çok genel hatlarıyla bellidir. Zaten pek fazla oyun örneğinin olduğunu söyleyemeyiz, ancak üzerine bir de kullanılan senaryo hatlarının hemen hemen aynı olması, özellikle sürükleyici senaryo seven oyuncular için kayıp olabiliyor.

Çete savaşları

The Third’de Thirt Street Saints’in liderini kontrol ediyoruz. Oyuna başlar başlamaz bir soygundayız. Tüm ekip koca maskelerini takmış ve içeriye dalmış. Tek eksik olan şey ise, bunun bir soygun olduğundan henüz kimsenin haberinin olmaması. Fark etmeleri uzun sürmüyor ve heyecanlı çatışma başlıyor. Aksiyon sırasında ekibimizin bazı hayranları çıkıp imza isteyebiliyor veya fotoğraf çektirebiliyor. İşin ilginci ise, hemen yarım metre ötede adamlar ölüyor. Buna rağmen bazı siviller fazlasıyla umursamaz. Anlıyoruz ki bu oyunda ciddiyet olayı arka planda, mizah unsuru baş rolde. Zaten bunu oyunun en başından da anlayabiliyoruz aslında. Star Wars tarzı bir müzik, aşağıdan yukarıya doğru kayan yazılar, ama alaycı, komik yazılar… Ne oluyor yahu, şaka mı bu? Evet, şaka.

Steelport şehrinde geçen maceramızda, üstte de belirttiğim gibi büyük bir çete savaşının içerisindeyiz. Belki en önemli düşmanımız bir tane, ama diğer çeteleri de görmezden gelemeyiz. Şehirde geziye çıktığımızda bizi mıhlamak isteyen, görevden göreve koştuğumuzda bizi engellemeye çalışan birçok kişi var. Üstelik şehrin her bölgesi farklı çeteler tarafından korunduğu için bir de onlarla uğraşmamız gerekebiliyor. Olsun, “Bu mahallenin yeni muhtarı benim” demek istiyorsak, pek de zorlanacak değiliz. Kullanabileceğimiz birçok farklı silahımız var. Roket, pompalı tüfek, otomatik tüfek, pistol, hatta bazı erotik oyuncaklar bile! Evet, yapımcılar mizah unsurunu diyaloglarda, görev yapılarında kullandığı gibi, karakterlerin ekipmanlarında da kullanmış. Zaten kapışacağımız düşmanların da bir kısmı giyim tarzı olarak fazlasıyla dikkatinizi çekecektir.

Baktığımızda gayet büyük bir şehir haritası var önümüzde. Saints Row 2’yi hemen unutun, yeni mekanları ezberlemeye bakın. Görev yaparken, arada ele geçireceğiniz yeni bölgeler, güvenli bölge olarak kayıt altına alınıyor ve siz burada yeni ev ve dükkanlarınıza göz kulak olabiliyorsunuz. Tabii ki sonradan gelebilecek saldırılara karşı da tedbirli olmanız şart. Oyunun başından sonuna aynı karakter ve silahlarla ilerleyecek değiliz ya? İş bitirdikçe hem kullanabileceğimiz silahlar, hem de karakterimizin özellikleri artıyor. Bir nevi gelişim sistemi mevcut.

Neler kullanabiliriz?

Harita büyük, görevler de farklı noktalarda olunca, sadece tabanvay yapmak yeterli olmuyor haliyle. Malum, bazen saldırmak, bazen de kaçmak gerekiyor. Etrafta bir sürü araba var. Dilediğinizi seçin, binin. Ne çığlık atan yayaları, ne de peşinize takılan polisleri pek dert etmenize gerek yok. Aklıma Jet Li’nin Romeo Must Die filmindeki bir sözü geldi: “Amerika’yı seviyorum. Arabalar bedava”. Çaldığımız arabaları, daha sonra garajlara götürüp, tamir ettirebiliyor, renginden motor hacmine kadar değişiklikler yapabiliyoruz. Bir önceki oyunda kütüksü olan araç kontrolleri, The Third’de daha iyi olmuş. Ve bence araba kullanmanın en güzel yanı ise, caddelerde magandalık yapmak. Evet, bu söylediğim tabii ki oyun için geçerli sadece. Arabayı sürerken, aynı zamanda pencereden sarkıp etrafa yaylım ateşi açabiliyoruz. Hele yanımızda arkadaşlarımız varsa, onlar da başlıyor ateş etmeye. Bir anda eğlenceli komedi aksiyon filmlerini aratmayan sahnelerle karşılaşıyoruz.

Tabii araba dedik, ama tank, cip, motosiklet, hatta helikopter bile kullanabiliyoruz oyunda. Tank kullanırken ateş etmekten çok, düşmanları ezip geçmek daha rahat. Motosikletler, genellikle ufak boşlukları kullanarak trafikte hızlıca ilerlemek için ideal. Ayrıca bazı rampalardan atlayarak akrobasi de yapabiliyorsunuz. Helikopterlerden bahsetmeye gerek yok sanırım. Siz yukardasınız, düşmanlarınız aşağıda. Helikopteri düşmanların üzerine sürüp, helikopterden atlayarak ilginç sahneler hazırlayabilirsiniz mesela.

Akın akın düşman saldırısı

Saints Row The Third’ün senaryo modunu, isterseniz Internet üzerinden bir arkadaşınızla Co-Op olarak oynayabiliyorsunuz. Bunun dışında yapımcılar, oyuna Whored modunu eklemiş. Bu modu da ister tek başınıza, isterseniz de arkadaşınızla oynayabiliyorsunuz. Hemen üç haritadan birini seçiyor, ardından da kontrol etmek istediğiniz karakteri belirliyorsunuz. Kısa sürede haritaya adım atarak, dalga dalga üzerinize gelen düşman faktörünü ortadan kaldırarak, olabildiğince en uzun süre hayatta kalmaya çalışıyorsunuz. Bu arada hemen demişken, oyunun ara yükleme ekranları çok çabuk geçiyor, bu performans unsuru gözlerden kaçmıyor.

Üzerimize gelen ilk akını püskürttükten sonra, bu kez ikinci akın başlıyor. Herkesi öldürürsek, bir sonraki ve bir sonraki diyerek gidiyor böyle. Düşman sayısı artıyor ve tabii ki daha zorlaşıyorlar. Ancak kullandığımız silahlar da her akına göre değişiklik gösterebiliyor. Kimi zaman erotik oyuncaklarla dövüyoruz onları, kimi zaman bir Amerikan güreşçisi edasında, kimi zaman elektrikli bir testereyle, kimi zaman ise tankla. Oyunun bu çeşitliliği ve mizah unsurlarının bulunması, kullanıcıları oyunda tutmayı başarabiliyor.

Grafikler, sesler

The Third’de oldukça iyi bir seslendirme kadrosu var. Örnek olarak Hulk Hogan ,Sahsa Grey, Natalie Lander ve Daniel Dae Kim isimlerini verebiliriz. Müzikler de gayet güzel. Yapımda, birçok farklı radyo istasyonu ve aralarında Mötley Crüe , Kenya West, Pitbull, Mozart gibi ünlü isimlerin eserlerinin bulunduğu 120’den fazla şarkı bulunuyor.

The Third’ün grafikleri, gerçekçilikten uzak bir çizgiye sahip. Plastik tonlarda  kaplamalar hakim. Çizimler ve oyundaki efektler de bunu destekliyor. Ancak tam olarak çizgi tarzda görselliğin olduğunu söyleyemeyiz. Genel olarak ince detaylara girilmese de, harita tasarımları, ışık – gölge efektleri yeterli düzeyde. Karakter animasyonları da fena değil. Ta ki onlar ölünceye kadar. Zira öldüklerinde bez bebekten hiçbir farkları kalmıyor, adeta çamaşır gibi süzülüyorlar gökyüzünde. Bunu özellikle yolda yayalara çarptığınızda görüyorsunuz. Hiç istiflerini bozmadan, havada yavaş yavaş yol almaya başlıyorlar. Zaten yapay zekası iyi olan sanal bir karakter, “Gel beni ez” diye de yol ortasında beklemez değil mi?

Bu ekstra da neyin nesi?

Son sözlere gelirken, oyunun ana ekranındaki ekstralar başlığından bahsetmek istiyorum. Arkadaşlar, “ Ekstralar” deyince benim aklıma, oyunda mutlaka olmak zorunda olmayan, ancak varsa oyuncuyu eğlendirebilen, hoş vakit geçirtebilen içerikler geliyor. Siz ne düşünürsünüz bilmiyorum, ama bu başlığa girince içinde Options, Credits ve Digital Manual’i görünce biraz şaşırdım. Ne yani ? Bir oyunda ayarların bulunduğu sekme, ne zaman ekstra oldu? Yoksa bu da mı mizah? Açıkçası bu kadarı fazla. Geçenlerde “Quake, bugün geliştirilseydi, nasıl olurdu?” başlıklı bir video haberi yapmıştık. Günümüzdeki oyunlarda bulunan saçmalıklardan bahsediliyordu esprili bir şekilde. Saints Row’da bu ekstralar faciasını görünce direkt aklıma o video geldi ve ne kadar da doğru bir video olduğunu bir kez daha anladım.

Saints Row: The Third, size eğlenceli vakit geçirtebilecek, güzel bir aksiyon oyunu, ama fazlası değil. İyi bir senaryo, GTA tarzı bir ilerleyiş bekliyorsanız, yanılırsınız. Zaten dikkat ederseniz yazıda GTA’dan hiç örnekleme yapmadım. Zira açık dünya aksiyon olmaları dışında  aralarında pek benzerlik yok. Birçok silah, mizah, Co-Op oynanış ve hepsinin bir arada olduğu büyük haritaya sahip bir aksiyon oyunu arıyorsanız, şu sıra taze kan Saints Row The Third’ü deneyebilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu