Makale

Sizce Dövüş Oyunlarında hikaye önemli midir?

Mortal Kombat X’in çıktığı günü dün gibi hatırlıyorum. O zaman PlayStation 4’üme henüz kavuşmamıştım. Evlerimizin yakın olduğu bir arkadaşım, Mortal Kombat X’i anında sipariş etmiş ve beni de oynamak, sabahlara kadar kapışmak için çağırmıştı. İlk olarak ben Raiden, o da Kenshi derken saatlerce birbirimizi dövdük, kanlar aktı, kollar koptu.

Bir süre sonra versus modundan nasibimizi alan biz, hikaye moduna giriş yaptığımızda ‘quick-time-event’lerle dolu bir MK X hikayesi ile karşılaşmıştık. 1992 yılında oyuncularla buluşan Mortal Kombat’ın bu seviyeye gelmesi gerçekten de takdire değer bir durumdu. Her ne kadar MK X’in hikayesinin sonu ‘bana kalırsa’ bir hayli açık bitse ve tadı damağımızda kalsa da, hikayenin genel olarak gidişatı bir hayli tatmin ediciydi. NetherRealm ekibi ve Ed Boon, Mortal Kombat 9’la birlikte seriyi sıfırlayarak akıllıca bir hamle yapmıştı.

Öte yandan Street Fighter V’e gelelim. Her ne kadar çocukluğumdan beri dövüş oyunlarını oynayıp hikayeleri ile içli dışlı olsam da, SF V gerçekten de ‘yetersiz’ bir hikaye ile karşımıza çıktı. Ryu’nun hikayesinin yaklaşık olarak beş dakika sürmesi gerçekten oyuncular için komik bir durumdu. Evet, Street Fighter V belki de hikaye olarak ‘erken erişim’ durumunda çıkan bir oyun olmakla birlikte asıl hikayenin temelini bizlere sunuyordu, ancak yine de Capcom’un ‘hikaye modu’ diyerek böyle bir oynanışı ve de içeriği bizlere sunması gerçekten küçük düşürücü. Neden mi? Şu şekilde.

Street Fighter serisinin tasarımcılarından Arika’nın ve Ohmura çizimlerinin ne kadar çekici olduğunu her halde çoğumuz biliriz. Street Fighter EX, ve Street Fighter III’te karşımıza çıkan bu çizimler gerçekçi olmakla birlikte Street Fighter’ın da havasına uyuyordu. EX her ne kadar asıl hikayede bir yer edinmese de, Street Fighter III’ün asıl hikayesini daha çok arcade modu üzerinden, Ohmura’nın çizimleri eşliğinde öğrenebiliyorduk. İşimiz birazcık daha zor olsa da, her karakterin o oyunun sonundaki gelişimini veya başarımını görüp, rahatça bir çıkarım yapabiliyorduk aslında. Ancak Street Fighter V ile oyunun yapımcısı Yoshinori Ono, her ne kadar oyuna Story Mode eklemiş olsa da, bu hikaye modu neredeyse 45 dakika gibi ‘komik’ bir sürede bitmesiyle birlikte, hiçbir sonuca ulaşmıyordu.

Spoiler olmadan sizlere kısa bir özet geçeyim. Zaman dilimi olarak Street Fighter IV ve Street Fighter III’ün ortasında geçen Street Fighter V’teki Ryu, yaklaşık olarak 30 yaşlarındadır. Street Fighter IV’te Evil Ryu’nun ortaya çıkması ile içindeki tehditten korkan sessiz dövüşçümüz, içindeki karanlığı ve de Satsui no Hado isimli bu kara enerjiyi kontrol etmeyi hedefler. İlk önce karşısına Rashid çıkar ve dövüşmek istediğini söyler. Bu iki kafadar dövüşürler ve ardından da hemen arkadaş olurlar. Tamam, elbette arkadaş olsunlar ancak Ryu’nun amacı karanlığı bastırmak değil miydi sonuçta? Öyleydi ve hikayeyi bitirdiğimiz anda bile Ryu bir sonuca ulaşamıyordu.

Bugün, sizlerle düşüncelerimi paylaşmak istediğim konu ise, dövüş oyunlarındaki hikayenin yeri ve de önemi. Mortal Kombat, Tekken, Street Fighter, The King of Fighters gibi serilerle büyüyen biz, bir nevi dövüş oyunlarında hikaye arayan bir nesil olarak yetiştik. Ancak, dövüş oyunlarıyla yeni tanışan nesil kimi zaman bunun tam aksini de düşünebiliyor. Düşüncelerimi sizlerle paylaşmadan ve de sizin de fikirlerinizi almadan önce hiçbir seriyi üstün tutmadığımıda belirtmek isterim.

Mortal Kombat 1’de karşımıza çıkan Sub-Zero’nun aslında Bi-Han ismine sahip olduğu, ve de ilk oyunda öldüğünü öğrendiğimizde hepimiz etkilenmiştik. Ardından, Mortal Kombat 2, 3 ve serinin devam oyunlarında karşımıza çıkan Sub-Zero’nun Bi-Han’ın kardeşi Kuai Liang olduğunu ve Scorpion’dan ağabeyinin öcünü almak istediğini öğrendiğimizde bir kere daha vurulmuştuk. Öte yandan, Scorpion’un aslında Shirai Ryu isimli bir ninja klanının üyesi olduğunu ve Sub-Zero’nun klanı Lin Kuei tarafından katledildiğini öğrendiğimizde de kendimizi bir kan davasının ortasında bulmuştuk. Mortal Kombat’ı eşsiz yapan, bizleri kendisine bağlayan asıl sebep bana kalırsa karakterlerin bir geçmişe, bir hikayeye sahip olmasında saklıydı.

Durum Tekken’de de aynı vaziyette. Mishima Zaibatsu şirketi ve bu şirketin varisleri arasındaki çekişmeyi konu alan Tekken, her ne kadar bazı karakterlerle daha ‘renkli’ bir havaya bürünse de aslında bir hayli karanlık ve ihanet dolu bir seri. Jinpachi Mishima’nın kurduğu bu şirketin başına geçmek isteyen oğlu Heihachi Mishima, babasına bir darbe yaparak şirketin başına geçer ve de babası Jinpachi’yi bir zindana kilitler. Öte yandan, dedesi Jinpachi tarafından yetiştirilen Kazuya Mishima da babasına duyduğu öfke, kin ve nefretten dolayı da Mishima’nın başına geçmek ister. Her ne kadar ilk oyunda Kazuya Mishima Zaibatsu’nun başına geçse de, aslında bu ‘iyi görünümlü’ karakterin özünde pek de ‘iyi’ biri olmadığı hemen anlaşılır. Babası Heihachi’den daha da acımasız olan Kazuya, Mishima Şirketi’ni kötü amaçlar için kullansa da, serinin ikinci oyunuda Heihachi Kazuya’yı yener ve onu lavlara atar. İçindeki şeytani güç ile hayatta kalan Kazuya’nın üçüncü oyunda olmamasının sebebi de bu olarak görülür.

Ancak ikinci oyunda karşımıza çıkan Jun Kazama, Kazuya’nın bu şeytani yönünü bastırır ve gizli bir aşk yaşarlar. Tekken 3’teki karşımıza çıkan Jin Kazama da Kazuya’nın aslında oğlu olmakla birlikte, Kazuya’nın bedeninden dışarı çıkan şeytana da ev sahipliği yapar. Jin Kazama da, artık kaderin cilvesi mi deriz bilemiyoruz, babasını sevmez ve bu nedenden dolayıyla da annesinin soyadını kullanır. Her ne kadar Tekken’in hikayesi genel hatlarıyla bu şekilde olsa da, tam anlamıyla Tekken’i sizlere sunmak için başka bir zaman isteyeceğim. Lakin bu oyunların hikayeleri ile tekrardan karşınıza çıkacağım.

Öte yandan, Art of Fighting ve Fatal Fury’nin birleşip devam ettiği bir seri olarak karşımıza çıkan The King of Fighters, temelde bir dövüş turnuvası olarak bizlere kendini gösterir. Kara borsadan silah satan ve Rugal Bernstein ismiyle tanınan bu kişi, bir dövüş turnuvası düzenler. Aslında amacı  kendisine rakip olan kişileri tuzağa düşürüp, taşlaştırarak öldürmektir. Böylelikle yendiği usta dövüşçüleri odasında sergilemek isteyen Rugal, The King of Fighters dövüş turnuvasını düzenler.

KoF’ 94’ün hikayesi her ne kadar bu şekilde olsa da, KoF’ 95 ile seriye Kyo isimli ana karakterimizin rakibi Iori Yagami katılır ve işler daha da renklenir. Aslına bakarsanız her ne hikmetse KoF’ 94’ün sonunda Rugal ölmemiştir, ve düşmanlarından intikam almak için bir turnuva dahi düzenlemiştir. Hem Rugal, hem Terry Bogard, hem de Kyo ve Yagami’nin kapışmasını ele alan KoF iyice dallanarak budaklanır, ve en başarılı dövüş oyunlarından biri olarak yerini alır.

Şimdi, işin can alıcı kısmına gelelim yavaş yavaş. Eğer, yukarıda okuduğunuz oyunların hikayelerinden etkilenip, içinizde oynama isteği hissettiyseniz, siz de bizler gibi dövüş oyunlarında hikayeye önem verenlerdensiniz. Her ne kadar bu yazım, sizlerle karşılıklı konuşma, fikir alışverişi yapma üzerine olsa da, yukarıda bahsettiğim dövüş oyunu serilerinin hikayeleri ile karşınıza en kısa zamanda da çıkmayı hedefliyorum.

Peki, sizlere göre dövüş oyunlarında hikaye ne kadar önemlidir ve ne derecede ön plana çıkmalıdır?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu