Oyun İncelemeleri

Spec Ops: The Line

Arap Baharı rüzgârının tüm dünyayı etkilediği bu zamanda, Ortadoğu’yu düşünün ve gelecek yıllarda neler olabileceğini hayal etmeye çalışın. Özellikle Ortadoğu’nun cazibe merkezi ve petrol ülkesi olan Dubai’yi gözünüzün önüne getirmeye çalışın. Alman Yager firması bu konseptten yola çıkarak Spec Ops: The Line’ı tasarlamışlar. Oyun tamamen Dubai’de geçiyor ama bu kez Dubai alışılmış bir petrol şehrinin çok uzağında.

Spec Ops: The Line, gelecek bir zamanda, kum fırtınalarıyla çehresi tamamen değişmiş olan Dubai şehrinde geçiyor. Orta Doğunun bu en gözde şehri, her taraf alabildiğine kum yığını, harap olmuş araçlar ve binalarla dolu farklı bir şehir haline gelmiş. ABD hükümeti için bölgede bulunan Albay John Conrad ve 33. Piyade alayı geri çağrılır. Ancak Albay Conrad sivil halkı koruma ve güvenli bölgelere sevk etme işleriyle meşgul olduğundan emirleri dinlemez.

Bir süre sonra da birliğinden ve kendisinden haber alınamaz. Bunun üzerine Delta Force ekibi üyesi Yüzbaşı Martin ve onun komutasında iki asker olan Çavuş Lugo ve Teğmen Adams Dubai’ye gönderilir. Albay ve 33. Piyade alayını araştırmak bu üç kişilik Delta Force takımının işidir. Dubai’de şehrin hâkimiyetini ele geçirmek isteyen teröristler, görevlerimiz önünde en büyük engel konumundalar. Hikâye bu temel üzerine oturtulmuş. Yapımcılar 1902 yılında yayınlanan Joseph Conrad’ın yazdığı Hearth Of The Darkness romanından etkilendiklerini açıkça ifade ediyorlar. Romandaki olaylar Afrika’da geçerken, Sapec Ops The Line Dubai’de geçiyor.

Albayın Birliği Nerede
Spec Ops The Line, üçüncü şahıs gözüyle oynayabileceğimiz taktik shooter olarak hazırlanmış. Oyunu açtığımızda, yüksek bir tepede güneş vurmuş ters bir Amerikan bayrağını dalgalanırken görüyoruz. Peki, neden bayrak ters asılmış? Amerikan askerleri, girdiği Dubai topraklarında zor durumda kalmışlar ve (Vietnam, Afganistan, Irak) bayrağı ters asarak yardım istediklerini belirtiyorlar.

Spec Ops: The Line’ın  basit bir ara yüzü var. Dört farklı zorluk seviyesinden birini seçerek oynayabileceğiz. Hemen belirteyim normal zorluk seviyesinde bile kan ter içinde kalabiliyoruz. Ana karakter Yüzbaşı Martin’i kontrol ediyoruz. Açılışı helikopter içinde düşman helikopterlini avlayarak yapıyoruz. Yere indiğimizde Dubai’de iki adamımızla birlikte ilerlemeye başlıyoruz. Ekibimizin iki üyesine çeşitli emirler verip, beraber ilerliyoruz. Ancak bu emir verme işi Rainbow Six yapımlarındaki gibi detaylı değil. Seçtiğimiz adamlara ateş et, bomba at gibi emirler verebiliyoruz. Spec Ops The Line, oynanış olarak Gears Of War’ı oldukça anımsatıyor. Oyun dinamiği siper alma, siperden ateş etme ve bomba atma gibi seçeneklerle şekillenmiş durumda.

W + Space tuşu ile hızlı koşup siper alabiliyoruz ve hızlı şekilde siper değiştirebiliyoruz. Silahımızda mermi biterse düşmanlarımıza sol shift tuşuyla hamleler yapabiliyoruz. Bu tuşla yerde yaralı bir askeri öldürebildiğimiz gibi, kapıları da tekmeleyip açabiliyoruz.

Yüzbaşı Martin aynı anda iki farklı silahı yanında taşıyabiliyor. Bunlar; tabanca, pompalı silah, otomatik silahlar, keskin nişancı silahları ve roketatarlar gibi 24 çeşit olarak sunulmuş. Üç farklı bombayı da yanımızda taşıyabileceğiz. Bunlar el bombası, ses bombası ve yakıcı bomba olarak çeşitlendirilmiş. Ayrıca sabit makineli silahları ele geçirip kullanabileceğiz.

Oyun ilk andan itibaren sizi, şiddetli çatışmalarla baş başa bırakıyor. Siper alıp, düşmanları öldürerek ilerleyeceğiz, zaman zaman iplerle aşağıya sarkacağız. Öldürdüğümüz düşmanların silahlarını alabildiğimiz gibi, çevrede bulunan kutulardan mermi ve bombalar toplayabiliyoruz. Kum yığınlarını lehimize çevirme ihtimalimiz var. Örneğin; ilk bölümde karşılaştığımız bir grup düşmanı, tepelerindeki otobüs camına ateş ederek kumların altında bırakabiliyoruz.

Spec Ops The Line’ı birkaç bölüm oynayıp tekdüze sanabilirsiniz. Ancak bu böyle devam etmiyor. Özellikle yedinci bölümden sonra oyunun gidişatı çeşitlenmeye başlıyor. Bilgisayara bağlı havan topu kullanabileceğimiz gibi, rehineleri bize karşı şantaj olarak kullanan düşmanın oyununu bozacağız. Ele geçirdiğimiz tankerlerle ilerleyip, tankere tutunarak bizi engellemeye çalışan düşman askerlerini ve araçlarını yok edeceğiz. Oyundaki duygusal unsurlarda git gide artacak.

Kumların Egemenliği
Spec Ops The Line grafik ve sesler konusunda bir adım öne çıkıyor. Kumların içindeki Dubai o kadar başarılı bir şekilde hazırlanmış ki, insanın ağzı açık kalmaması mümkün değil. Yakıcı güneşin sert rüzgârlar eşliğinde şehre yansıması, modern binaların kum fırtınası sonraki hali ve kullanılamaz duruma gelmiş araçlar şehri özetlememiz için yeterli. Özellikle iç mekânlarda kullanılmış renk paletleri, detaylı eşya modellemeleri, binaların içine süzülen ışık huzmeleri göz alıcı. Bozulmuş cesetler, üzerlerinde uçuşan sinekler ve baskın hava çok güzel yansıtılmış. Dış mekânlar iç mekânlara göre yeteri kadar uğraşılmamış hissi veriyor. Bazı bina kaplamaları, araç modellemeleri çok kaba duruyor.

Karakter modellemeleri de başarılı bir şekilde hazırlanmış. Yüzbaşı Walker üniforması, cebinde haberleşme cihazı ve ekipmanları ile birlikte kusursuz bir asker görünümünde. Oyun ilerledikçe yırtılan üniformasını, aldığı yaraları, terlediğini ve bitkin halini izleyebileceğiz. Spec Ops The Line’da, Unreal 3 motorunun geliştirilmiş bir versiyonu kullanılmış. Bu kadar güzel işler başaran Unreal 3 motorunu alkışlamadan geçemeyeceğim.

Karakter seslendirmeleri oldukça başarılı yapılmış. Karakterimizin çatışmalar sırasında o heyecanlı sesi, Lugo ve Adams’ın tartışmaları ve esprileri oyuna bambaşka hava katmaya yetiyor.  Spec Ops: The Line’ın soundtrack albümlerini, benim gibi Youtube’da bularak, yeniden dinleyeceğinize eminim. Genelde çatışmalarda hareketli müzikler tercih edilse de, bu çatışma boyunca aynı şekilde devam etmiyor. Müzik dozu bazen yavaşlıyor, bazen tamamen sessiz bir şekilde rüzgârın sesini dinliyoruz.

Bana göre oyunun en başarılı olduğu kısımlardan birisi de, oyuncuya yaşattığı duygusal haller. Napalm türü bombalara maruz kalmış halk yanarak ölmüş. Etrafta onlarca cansız insan görüyoruz. Hele annesinin kucağında ölmüş bir çocuk görmek insanı derinden etkiliyor. Üstelik atılan bu yakıcı bombaları görmesin diye, annesi çocuğun gözlerini kapatmış ve oturdukları konumda can vermişler. Tabi bu trajik görüntü karşısında Walker ve adamları kahroluyor. Oyun, karakterimizi yavaşlatarak, bu duygusal anları bize başarılı bir şekilde aktarıyor.

Sen de kadı kızı değilmişsin
Gelelim oyunun eksik taraflarına; Yapay zekâ konusunda birkaç olumsuz örnekle karşılaşıyoruz. Sıcak çatışmaların yaşandığı sırada, bazı düşman askerleri siper almaksızın ateş ediyor. Hele kurşunlardan bir adım sağa sola kaçmaları insanı şaşırtıyor. Bazılarının dibine kadar sokulsanız da, tepki vermekte oldukça gecikiyorlar. Bazıları şuursuzca üzerinize doğru geliyorlar. Ancak bu demek değil ki hepsi böyle hareket ediyor. Dış mekânlardaki çevre kaplamalarına yazının üst kısmında değinmiştim. Bazen siper aldığımızda kamera bize o kadar zoom yapıyor ki, yanımıza yaklaşan düşman askerlerini göremiyoruz. Takımımızda bulunan askerlere verebildiğimiz emirler çok kısıtlı demiştim. Yapımcılar bu iş üzerinde biraz daha dursalardı Spec Ops The Line daha da öne çıkabilirdi.

Multiplayer
Spec Ops The Line’da klasik ve takım bazlı deathmatch’ler, rally point ve buried modları mevcut. İki ana grup ve bunların altında dört sınıf bulunuyor. Bu modları ve haritaları istediğiniz gibi özelleştirebiliyorsunuz. Oyunda co-op modu bulunmuyor ama indirilebilir içeriklerle bu moda sahip olabileceğiz.

Spec Ops The Line bu yaz günlerinde eğlenmemiz için oldukça tatminkâr gözüküyor. Hele ki, Dubai gibi bir petrol şehrinin kum fırtınalarıyla çöl şehir haline gelmesi ve burada ki sıcak çatışmalar bizi içine çekip hapsedecek.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu