Oyun İncelemeleri

Splinter Cell: Chaos Theory

Gizlilik ve aksiyon temalarını bir araya getiren oyunları düşündüğümüzde,
2003 yılına kadar aklımıza tek bir isim gelirdi; Metal Gear Solid. Gizli bir
ajan olarak üslere sızmaya çalışan bu yegane kahramanımız ile sayısız macerada
eşlik etmiş, pek çok entrika ile yüz yüze gelmiştik. Son zamanlarda sadece
konsolda örneklerini gördüğümüz Metal Gear Solid serileri insanlara mükemmel
atmosfer sunuyor olmasına karşın hep bir şeylerin eksikliğini hissettiriyordu. O
da gerçekçilik olsa gerek. Metal Gear Solid oyunları gizlilik yönünde başarılı
olsa da, gerçekçilik konusunda kimi zaman tıkandığı noktalar oluyordu. İşte
böyle düşüncelere sahip olan oyuncuların derdine derman olan bir oyun
Ubisoft’tan 2003 yılında geldi. Splinter Cell isimli bu gizlilik aksiyon oyunu
gerek grafikleri, gerek gerçekçi mekan tasarımları, gerekse günümüz
teknolojilerini kullanarak hazırlanmış orijinal senaryosu ile piyasaya çıktığı
andan itibaren herkesin ilgisini çekti. Türün meraklılarına tam istedikleri
gizlilik temasını sunan oyun, kısa sürede yılın hit oyunlar arasındaki yerini
aldı.

Splinter Cell’in sessizlik ve karanlıkta saklanmanın önemini defalarca kafamıza
işleyen oyun yapısı baştan sıkıcı gibi görünse de, askeri birimlerle donatılmış
mekanlara fark edilmeden sızmanın gerçekçiliğini yansıtıyordu. Silah
kullanmadaki becerimizden çok, karanlık köşeleri iyi kullanmamızın ve
düşmanlarımıza arkadan yaklaşıp boyunlarına sarılarak sorgulamanın keyfine
varmamızı sağlıyordu. Gerçeçilik konusunda her şeyin mükemmel olmasının yanı
sıra inanılmaz kalitedeki grafikleri de pek çok insan için oyunun albenisini
yükselten unsur olmuştu.

Sam Fisher’la yeniden

İkinci versiyonu büyük bir iştahla beklenen Splinter Cell, bu kez daha güzel
grafikler, daha fazla entrika ile sarmalanmış senaryosunun yanı sıra ayrıca
eklenen çoklu oyuncu modu ile dikkat çekti. Genel olarak çoğunluğun isteği; daha
fazla bizi oyalayacak uzun oyun süresi olsa da, Ubisoft bize kısa bir oyun
sunmuş güzel grafiklerle bezediği Pandora Tomorrow’u sanki çoklu oyuncu modunu
da ekleyerek insanlara bir sus payı vermişti. Çünkü çoklu oyuncu modunu bir
kenara atarsak Pandora Tomorrow’un ilkinden çok ötede bir yanı yoktu. Üstelik
haritalar küçük olduğu gibi kısa sürede biten oyun, insanları tatmin etmemiş
iştahlarının daha çok kabarmasına neden olmuştu.

Kısa süre içinde üçüncü versiyonunun duyurulması pek çok insan için sürpriz oldu
denilebilir. Çünkü ikinci oyunun piyasaya sürülmesinden henüz çok kısa bir süre
geçmişti ki üçüncü oyunun ekran görüntüleri Internet’te dolaşmaya başladı.
Üstelik gördüğümüz görüntüler de ağzımızın suyunu akıtacak türdendi. Genelde tüm
oyuncuların beklediği daha uzun oyun süresi ve daha iyi yapay zekâ olsa da,
Ubisoft bundan çok daha fazlasını vadediyor, bildiğimiz Splinter Cell temasını
epeyce ileriye taşıyacak olan yenilikleri getireceğini söylüyordu. Tarihlerin
nisan ayını göstermesiyle birlikte Splinter Cell piyasadaki yerini aldı. İlk
olarak Xbox versiyonunda karşılaştığımız oyun tek kelime ile muhteşem olmuş,
beklentilerimizin çok ötesinde bir macera olduğunu hemen ilk dakikalarda
müjdeliyordu.

Daha evvel olduğu gibi tüm oyun platformlarda duyurulan ve ilk olarak Xbox
versiyonunu oynama imkanı bulduğum Chaos Theory’i genel anlamda tanımlamam
gerekirse; sadece Splinter Cell oyunlarının en iyisi değil, Xbox tarihinin en
iyi grafiklerine, en mükemmel seslerine, en başarılı yapay zekâ seviyesine sahip
olduğunu ve bu güne kadar oynadığım en başarılı konsol oyunu olduğunu
düşündüğümü söylemeliyim.Büyük macera başlıyor

İlk olarak Gürcistan topraklarında maceraya atıldığımız oyun, bizi daha sonraki
versiyonu ile Endonezya topraklarına götürmüş, sayısız politik entrika ile bir
oyundan daha çok başarılı bir aksiyon gerilim filmini yaşadığımızı
hissettiriyordu. Üçüncü oyunumuz ise Kore topraklarında büyük bir terörist
planın işlemeye başladığı haberleri üzerine karakterimiz Fisher’ın olay yerine
dahil olmasıyla başlıyor. Oyunun demosunu oynayanların hatırlayacağı manzara
olan deniz feneri bölümü ile başlıyoruz. İlk dikkati çekenler şüphe yok ki
grafiklerin inanılmaz derecedeki kalitesi oluyor. Xbox tarihinin en iyi grafikli
oyunu olarak ilan edebileceğim Chaos Theory mükemmel ışıklandırma ve gölge
efektleri ile gözlerimize bayram yaşatarak başlıyor. Küçük çaptaki bir kampa
sızmak üzere sahilden giriş yaparken, önce küçük bir mağaradan geçiyor ve bu
sefer de seslere hayran kalıyoruz. Çünkü oyun içinde ne zaman bu tür bir
mağaraya ya da büyük boyuttaki kapalı alana girseniz harika yankı efekti ile bu
sefer kulaklarımız bayram ediyor.

Yapay zekâda devrim

Biraz ilerledikten sonra ister istemez bu sefer düşmanlarımızdaki yapay zekâ
gelişimlerini gözlemlemek istiyoruz. İlk karşılaştığımız askerler tipik Splinter
Cell mantığı ile çevrede dolaşırken, duyduklarına ve gördüklerine karşı hayli
hassaslar. Ancak yine her versiyonda olduğu gibi gizlice arkadan yaklaşıp,
düşmanımızı boğazlıyoruz. Düşmanımızı her defasında sorguya çekmek iyi bir fikir
çünkü ihtiyaç duyacağımız pek çok bilgiyi alıştığımız üzere bu askerlerden
edinebiliyoruz. Fakat askerlerin daha evvelki oyunlara nazaran daha akıllı
olduklarını söylemem gerek. Askerler artık çevredeki seslere ve görüntülere daha
şüpheci yaklaşıyorlar ve işi şansa bırakmamaya özen gösteriyorlar.

Mesela karanlık bir köşede düşmanların dolaşma tekniklerini izlerken ses
çıkarttınız ve birinin yanınıza gelmesini sağladınız. Eğer karanlık noktada
kıpırdamadan beklerseniz; haliyle düşmanınız sizi görmeden dolaşıp, “sanırım
yanlış duydum” diyerek tekrar eski noktasına gidiyor. Eğer aynı hatayı bir kez
daha yapar ve ses çıkarırsak bu sefer düşmanımız sesin çıktığı yeri kontrole
elinde bir ışık kaynağı ile geliyor. Kimi zaman el feneri ile kimi zaman ise bir
meşale ile araştırmaya başlıyor. Elinde ışık kaynağı olunca sessiz bir şekilde
kıpırdamadan beklememiz hata olduğundan yer değiştirmemiz gerekiyor. Belki uçuk
bir örnek olacak, ama bir kez daha ses çıkartmamız ya da görünmemiz durumunda bu
sefer düşman yalnız değil yanında birisi ile geliyor ya da genel alarm çalmaya
başlıyor. Söylemeden geçemeyeceğim bir unsur da düşmanların bizimle çatışmaya
girdikten sonra yerimizi tam olarak tespit edememelerine karşın gene de ateş
etmeleri. Bu çok iyi düşünülmüş bir korkutma yöntemi aslında. Paniğe kapılan
askerler bizim tahmini olarak durmamız gereken yerlere rastgele ateş ediyorlar.
Bu durumda ara sıra denk gelse de yara alabiliyoruz.

Yapay zekâdaki gelişimi güzel örnekleyen bir enstantane de oyunun videolarında
izliyor, benzer durumu yüksek zorluk seviyelerinde oyunun içinde
yaşayabiliyoruz. Sözgelimi bir düşmanı etkisiz hale getirip, öldürdünüz ve ışığı
kapatıp çıktınız. Bir sonraki odanın ise kapısını kapatmaya vakit bulamadan
kaçtınız. Biraz sonra devriye gezen bir asker kapının açık olduğunu fark edip
içeriye, herşeyin yolunda olup olmadığını kontrol için giriyor. Ardından bir
sonraki odanın ışıklarının kapalı olduğunu görüp, tekrar şüpheye düşüyor ve
içeri girip, ışıkları yakıyor. Tüm bu zircirleme yapay zekâ oyunlarının
sonucunda ışıkları yakan asker yerde duran cesedi görünce, hemen genel alarmı
çalıyor ve siz haritanın bambaşka yerinde gizlice ilerlerken aniden alarm
çalması herşey berbat edebiliyor.Yapay zekâya karşı kullanacağımız oyuncaklarımız

Sam Fisher’ın her oyunda kullandığı teknolojik oyuncaklarına bu macerasında da
yenileri eklenmiş durumda. Karanlık ortamlarda dolaşırken en yakın dostumuz olan
gece görüş gözlüğümüz, sisli ve görüş alanının sıfır olduğu yerlerdeki ısı ile
düşmanlarımızı fark edeceğimiz ısı görüşümüze ek olarak, yeni bir görüş
aparatımız daha var. Elektonik aletlerin yerini tespit ettiğimiz bu yeni
aletimiz sayesinde, hem laser ışınlarını, hem de sağda solda başımıza bela olan
kameraları kolayca fark edebiliyoruz.

Her zaman karşımıza çıkan şifreli kapılar, iki farklı şekilde açılabiliyor.
Çevredeki askerleri sorguya çekip öğrenebileceğimiz gibi, bilgisayarlardaki
maillerden ipucu bularak kapı şifrelerini alabiliyoruz. Fakat bunların mümkün
olmadığı durumlarda kapılardaki şifreleri yanımızdaki bir alet sayesinde
kırabiliyoruz. Yaklaşık yirmi saniyelik süre içinde şifre kırabilmek için minik
bir zekâ oyunu oynuyoruz. Karşımıza karışık numaralardan sıralanmış 20’ye yakın
sayı kombinasyonu geliyor ve bunların içinden doğru olanı bulmak için hemen yan
tarafta aletimiz bize ipuçları veriyor. Bu ipuçları; “ilk iki rakam 92” ya da
“son iki rakam 34” gibi ayrıntılar oluyor. Süre bitmeden doğru olan sayı
kombinasyonunu tahmin edebilirsek kapı açılıyor. Kapıyı açmamızın son metodu ise
kırmak. Tekmeyi basıp kapıyı kırar ve içeri girersek, kapı asla
kapanamayacağından, olay yerine daha sonra kontrole gelen bir asker alarm
çalacağından pek kullanışlı değil.

Fisher artık daha yetenekli

Chaos Theory’de sadece elektronik oyuncaklarımız ile değil, pek çok atletik
yeteneğimiz ile de düşmanlarımızın üstesinden geliyoruz. Bunların başında benim
en çok hoşuma giden kapı açma şekillerimiz oldu. Normalde bir kapıyı açmadan
evvel mutlaka minik kameramız ile kapı altından bakar odayı kontrol ederiz.
İçerdeki askerin durumuna göre içeriye giriş şeklimizi ayarlarız. Chaos
Theory’de kapıyı ister yavaşça, istersek de aniden tekme atarak açabiliyoruz.
Eğer kapının arkasında bir asker duruyor ise; kapıyı aniden açıp askeri etkisiz
hale getirebiliyoruz. Ya da ses çıkartmadan girmemiz gerekiyorsa; yavaşça
açabiliyoruz.

Bunca zamandır izlediğimiz videolarda ya da ekran görüntülerinde şahit olduğumuz
iki duvar arasında durabilme gibi yeteneğimiz ya da dolaşan askerin üzerindeki
boruda asılı dururken eğilip askeri boğabilmek en güzel akrobatik
hareketlerimizden bazıları. Bunların yanında çevredeki cisimlerin hangi maddeden
yapılmış olduğu ile ilgili olarak bazı yeteneklere de sahip oluyoruz. Mesela
kesilebilen materyalden yapılmış maddeleri (Çadır veya bir odayı kapatmak için
kullanılmış şeffaf plastikleri) bıçağımızla kesebiliyor ve içeri girebiliyoruz.
Ayrıca bu tip kolay aşılabilir materyallerin ardındaki düşmanlarımıza kolayca
ateş edebiliyor, onları gafil avlayabiliyoruz. Tabi bu tip engeller ardındaki
düşmanları görebilmek için ısı gözlüğümüzü kullanıyor, öyle nişan alıyoruz.

Kontrol konusunda da minik ayrıntılardan bahsedersek; her oyunda olduğu gibi
analog kolların hassasiyeni kullanarak yavaş ve hızlı yürümemizi
ayarlayabiliyoruz. Normal kontrol tuşları ile görüş aparatlarımız kullanırken
benim hoşuma giden bir özellik de silahı istediğimiz taraftan tutabilmemiz.
Düşmana nişan alıp, sol analog tuşa basarsak sol omzumuzdan izleyen kamera sağ
tarafa geçiyor böylece duruma göre en iyi açıyı yakalayabiliyoruz. Bunun
haricinde oyunu her an hızlı kayıt edebiliyor olmamız hayati derecede önem
taşıyor. Splinter Cell gibi her an tehlike ile karşılaşacağımız ve bölüm
geçmenin saatler srüdüğü bir oyunda hızlı kayıt en çok başvuracağımız unsur.Seslerin gizemi

Chaos Theory’de hepimizin hoşuna gideceği bir diğer yenilik de sesler konusunda.
Bu kez hareket ederken görünmemeye, olduğu kadar sessizliğe de epeyce önem
vermemiz gerekiyor. Görünürlük oranımızı gösteren çubuğun hemen altında
çıkardığımız sesi gösteren bir bölüm daha var. Burada küçük kare şeklinde bir de
çevrenin ses düzeyi belirtiliyor. Eğer bizim çıkardığımız ses, ortamın sesini
(yani küçük kareyi) geçerse; en yakın asker tarafından fark ediliyoruz.
Bulunduğumuz ortamın ses düzeyinin belirlenmesi ise oyun adına bir başka gurur
kaynağı. Mesela bulunduğumuz mekanda müzik dinleyen birisi varsa sesi açtığı
düzeyde bize ses çıkartma avantajı sağlıyor ve hiç çaktırmadan ortamdan koşarak
bile geçebiliyoruz. Ancak bir iki küçük ayrıntıya dikkat etmemiz gerekiyor.
Mesela askerin dinlediği bir kaset değil de radyo kanalı ise bu sesler arasıra
azalıp yükselebiliyor. Eğer çalmakta olan şarkı biter de araya dj’in konuşması
girerse ses düzeyi aniden azalacağından koşarken fark edilebilir konuma
geliyoruz. Son bir örnek de helikopter için vereyim. Diyelim ki çatısında
helikopter olan binaya vardınız, helikopterin ses düzeyi o kadar yüksek oluyor
ki; dilediğiniz gibi ses çıkarabiliyorsunuz.

Teknik açıdan türünün en iyisi

SC: Chaos Theory, teknik açıdan Xbox konsolunun bu güne değin yayınladığı
oyunların kesinlikle en iyisi. Grafikler mümkün olan en üst düzeyde diyebilirim.
Oyun boyunca göreceğiniz kaplamaların hiç biri bir daha kendini tekrar etmiyor.
Haritalar günlük hayattan kopup gelmiş denilecek kadar gerçekçi. Ayrıca her
bölümün büyüklüğü de son derece doyurucu. Özellikle serinin ikinci oyunu ele
alındığında Chaos Theory çok daha büyük oyun alanı sunuyor. Yağmurlu havalarda
karakterlerin ve cisimlerin ıslanması mükemmel olduğu gibi karakter tasarımları
ve animasyonları da inanılmaz derece de başarılı. Grafiksel olarak tek eksi yön,
aynı düşmanlarla fazlasıyla karşılaşıyor olmamız olabilir, ama onlar da o kadar
detaylı yapılmışlar ki; her birinin olaylara karşı verdikleri tepkileri dahi
hissedebiliyoruz.

Unutmadan eklenmesi gereken özellik ise; oyunun ikinci versiyonda olduğu gibi
çoklu oyuna izin vermesi. Xbox konsoluna sahip olan arkadaşlarınızla birlikte
hem ethernet ile hem de online olan Xbox Live! sistemi ile oynayabiliyoruz.
Üstelik hem co-op yani aynı anda yapay zekâya karşı oynayabildiğiniz gibi hem de
ajanların birbirlerine karşı mücadelesi şeklinde de oyun modları mevcut.
Bunların arasında haritanın içine serpilmiş cd’leri toplama gibi orijinal
görevler de mevcut.

Chaos Theory hangi açısından ele alınırsa alınsın anlatmakla bitecek gibi bir
oyun değil. Her oynadığınız bölümde yeni bir ayrıntı keşfediyor, teknolojik ve
politik entrikaların içinde ayakta kalmaya çalışan bir ajanı yönetirken kendnizi
resmen olayın tam içinde hissediyorsunuz. Hem teknik açıdan hem de atmosfer
açısından Xbox’ın en iyisi olduğu gibi diğer platformlarda da en az burada
olduğu kadar mükemmel olduğunundan eminim. Xbox’a sahip olan tüm oyuncuların
gözü kapalı alması gereken oyunlar listesinde en başta kesinlikle Splinter Cell:
Chaos Theory olmalı.



Not:
Oyunun PS2 sürümünü de test etmiş biri olarak açıkça söylemeliyim ki; Xbox versiyonu görsel yönden çok önde. Daha oyuna başlar başlamaz hemen yanınızda duran bota baktığınızda iki konsolun arasındaki fark ciddi biçimde kendini belli ediyor. Bunun dışında diğer kaplama ve dokularda da Xbox, PS2’den bir adım önde. PS2 versiyonunda da bazı bölümlerin kısıldığı gözden kaçmayan bir diğer ayrıntı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu