Oyun İncelemeleri

Splinter Cell: Double Agent

Bundan tam 4 yıl önce piyasaya sürülen Splinter Cell, her gün yeni bir
haberle oyunculara “Ben de varım!” demeden, sessiz ama derin bir şekilde
raflardaki yerini almıştı. Oyun oldukça kaliteliydi ve tabii oyuncular
tarafından hemen benimsendi, Sam Fisher da oyun tarihinin en karizmatik
karakterleri arasındaki yerini hemen aldı. Ubisoft’un, Splinter Cell’in altın
yumurtlayan tavuk potansiyeline sahip olduğunu anlaması çok uzun sürmedi, ve bir
yılın ardından Pandora Tomorrow çıktı. Çoğu insanın görüşü aynıydı, ilkinin
neredeyse birebir kopyasıydı.

Ama Splinter Cell’in popülerliği azalacağına, daha da arttı, ve gene bir yıl
sonra çıkacak Chaos Theory’nin adımları atılmış oldu. Ubisoft bu sefer
hatalarının farkına varmış gibiydi, özellikle grafikler ve yeni özellikler
harika gözüküyordu. Oyuncular da, hüsrana uğramadı ve serinin üçüncü bölümü
birçok yönden diğer aksiyon yapımlarına göre oldukça üstündü. Ama hala ortada
bir sorun vardı, üç oyun da senaryo ve grafikler dışında hala aynıydı, Splinter
Cell’in oynanışını değiştirecek, farklı bir adım atılaması gerekiyordu. Ve
böylece, Double Agent ortaya çıktı…

Çift kişilikli bir ajan

Serinin dördüncü halkası olan Double Agent, birçok yönden önemli yenilikler vaad
eden, ve en önemlisi Splinter Cell serisinin yeni nesile geçiş oyunu. Double
Agent ilk olarak X-Box 360 için piyasaya sürüldü, nedeni de, X-Box 360
versiyonunun diğer versiyonlardan grafik ve senaryonun anlatımı dahil nerede
tamamiyle farklı olması. Evet, Ubisoft yeni nesil konsolların çıkması şerefine,
X-Box 360 kullanıcılarına kıyak geçmiş ve çok daha farklı bir oyun hazırlamış.
Ama merak etmeyin, diğer versiyonların aşağı kalır bir yanı yok, hatta
senaryonun X-Box 360’dan çok daha iyi anlatıldığı birçok kesim tarafından
söylendi. Şimdi bu konuyu bırakıp, yapımın isminin neden Doube Agent olduğuna
bir bakalım isterseniz

Dünya, terörist birliklerinin karşı konulamıyan hareketleri sayesinde, artık
kimsenin kimseye güvenemediği bir yer haline gelmiştir. Amerika dahil birçok
ülke, teröristlere karşı gelememekte, yeni çareler aramaktadırlar. Çok sevip,
savgı duyduğumuz Sam Fisher’ın da çalıştığı NSA ortaya yeni bir fikir atar. Sam
Fisher’ı önce sıradan sivil bir vatandaş gibi gösterip, terörist birliklerinin
içine sokup, onları kendi içlerinden imha etmek istemektedirler. Böylece, Sam
Fisher’da bir terörist haline gelip, devlete karşı savaşmak zorunda kalacaktır.
Fikir akıllıca olmasına rağmen aslında son derece tehlikeli ve durumu daha da
kötüleştirebilecek güce sahiptir.

Tabii, Sam adı JBA olan bu birliğe girince, devlete karşı sürdürdüğü görevlerde
masum insanların ölümüne karşı göz yummak zorunda kalacak, hatta kendisi de
öldürmek zorunda kalacaktır. Bu da yetmezmiş gibi, diğer teröristlerle arasını
iyi tutmalı, devlet için çalıştığına dair ortalıkta hiç bir delil
bırakmamalıdır. Yani o şimdi iki farklı tarafiçin çalışmak zorunda olan, “çift
kişilikli” bir ajan haline gelmiştir.

Fight Fire with Fire!

Oyunu PS2’ya yerleştirdiğimizde, karşımıza çeşitli bölümlerden oluşan ve biraz
da uzun süren bir tanıtım filmi çıkıyor. Sonrasındaysa, önceki Spliter
Cell’lerden alışık olduğumuz üzere oyunun çok oyunculu mod’u ve tek kişilik
mod’unu seçmemiz için bi ekran çıkıyor. Bundan sonra “Single Player” bölümüne
geliyoruz, burda oyundaki araçların ve çeşitli hareketlerin nasıl yapıldığını
gösteren çeşitli videolar var. Burdan da, New Game’e tıklıyoruz ve macera
başlıyor. Ama bir dakika, ortada bir sorun var! Oyuna girebilmek için neredeyse
5 tane loading süresine katlanabilmeniz lazım. Ve bazı durumlarda bu son derece
can sıkıcı olabiliyor, şimdiden uyarayım.Double Agent’ın ilk bölümü, İzlanda’daki muhtemel bir jeotermal nükleer bomba
olasılığına karşı, gizli bir terörist alanında başlıyor ve daha ilk dakikadan,
Double Agent bizi şaşırtıyor. Yanımızda, aynen bizim gibi son teknoloji
ekipmanlarla donatılmış, emrimize amade ikinci bir ajan daha bulunuyor. Ama
merak etmeyin, oyun boyunca sürekli yanımızda bulunmuyor, sadece bazı görevlerde
yardım etmesi için tutulmuş bir ajan kendisi. Biz gene, karanlığın tek dostumuz
olduğu tek kişilik bir orduyuz merak emeyin.

Bu bölüm, aynı zamanda yapımın Tutorial’ını da oluşturuyor. Abileri gibi, Double
Agent’da oldukça geniş bir eğitim bölümüne sahip. Bölüm byunca sağ üstte
yapmanız gereken hareketi ve önemli hatırlatmaları izlemeniz için X’e basmanız
söyleniyor ve araya öğretici bir video giriyor. Double Agent’da bir nevi dünya
turu yapacaksınız. Şangay’ın gökdelenlerinden, Güney Afrika’nın tozlu çöllerine,
Meksika’nın “güneş-kum-deniz” üçlemesini bulunduğu yerlerden, dondurucu Rusya’ya
kadar, JBA ve devlet için ordan oraya koşuracağız.

Çift çekirdekli ajan?

Senaryonun bazı noktalarında çok kritik kararlar vermeniz gerekecek. Bazı
zamanlarda ülkenize bir hiçmiş gibi davranmanız gerekebilecek, yapmadığınız
takdirde ne işler çevirdiğiniz dair şüphelenen insanlar ortaya çıkacak. Aslında
oyunun tüm gidişatı sizin ellerinizde, isterseniz ciddi anlamda terörist
birlikleri için çalışabilecek, ülkenin emrettiği görevleri yapmayabileceksiniz.
Eğer bu şekilde karanlık tarafa geçen bir Sam Fisher olursanız, senaryo da buna
göre şekillenecek, yapımın sonu tamamı ile size bağlı olacaktır.

Double Agent’ın oynanabilirliği, geçtiğimiz üç oyunla aynı. Sadece göstergeler
biraz değişime uğramış durumda, ama görsellik dışında abileriyle tıpatıp aynı.
Sam Fisher’l özdeşleşmiş nesnelerden o “üç noktalı” gece görüş kamerası da
unutulmamış tabii, termal ve tuzaklara karşı duyarlı görüş özellikleriyle
birlikte emrimizde. Tahminimce hepimizin yapmaktan büyük bir zevk aldığı(!),
tavandan sarkıp, düşmanı boğazından yakalayıp öldürmek gibi haraketleri de, oyun
boyunca kullanmanız gerekecek.

Emeklilik çağına bir hayli yaklaşmış olan Playstation 2, Double Agent’ı
şaşırtıcı şekilde, neredeyse hiç takılma olmadan müthiş bir şekilde
çalıştırıyor. Özellikle ilk bölüm olan İzlanda’daki batan güneş ve buzların
yansıması göze son derece hoş geliyor. Zaten, Ubisoft Splinter Cell serilerinde
en azından görsel yönden bizi hiçbir zaman üsrana uğratmadı. Şimdi de, emektar
PS2’ya yaptıkları bu grafiklerle alkışı hakediyorlar. Ama tabii, Double Agent’ı
birde X-Box 360 ve PC’lerde görmek lazım, eğer “Yeni nesil grafikler nasıl bir
şey?” diyenlerdenseniz.

Sam Fisher’ın seslendirmesini her zamanki gibi, inanılmaz karizmatik sesiyle
gene Michal Ironside üstlenmiş. Bir filmi seslendirir gibi, stüdyolarda milyon
dolarlar harcanarak yapılan seslendirmelerin yanında, müziklerin biraz yavan
kaldığını söylemeliyim. Oyunun duraksadığı anlarda, araya giren “teknolojik” bir
müzik, son derece hoş olabilirmiş. Ama farkedildiğimiz anlarda araya giren
müziğin, beni hala daha bir heyecenlanmamı sayladığını söylemeliyim.

Playstation 2’ye veda

Double Agent her ne kadar, senaryo bakımından önemli yeniliklere sahip olsa da,
Splinter Cell gene bildiğimiz Splinte Cell olmuş. Anlayacağınız devrimsel bir
yenilik yok. Açıkçası kimsenin de bu kadar yenilikçi bir oyun beklediğini
zannetmiyorum; Double Agent yine aksiyon ve gizlilik severlerin yüzünü
güldürecek, başarılı bir yapım. Ve muhtemelen Double Agent, PS2 ve X-Box için
son Splinter Cell yapımı olacak, o yüzden PS2 sahipleri konsolun “dede” olmaya
başlayacağı şu günlerde, bu aksiyon bombasını kaçırmamalı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu