Oyun İncelemeleri

Splinter Cell

Gizlilikle ilk ciddi karşılaşmamız Metal Gear Solid ile oldu sanırsam. Ya da en azından benim öyle oldu diyeyim. Amacımızın önümüze geleni öldürmek olmadığı, askeri bilgilerin ön planda olduğu, görünmeden ilerlemenin tek gerçek olduğu ve sessizliğin en iyi arkadaşımızın olduğu oyunlar bunlar. Biz tetik sesi bile ölümünüze neden olurken duyduğunuz heyecanın tek sorumlusu işte bu tür oyunlar.
Ve şimdi son birkaç senenin beklenen oyunu, duyurulmasıyla birlikte ister istemez inanılmaz büyüklükte bir kitleye ulaşan “yeni gizlilik macerası” oyunu Splinter Cell geldi. 

Yalnız her şeyden önce, Tom Clancy adındaki konu yazarımız hakkında biraz bilgi vermek lazım. Tom Clancy size ne çağrıştırıyor bilemiyoruz ya da hakkında ne gibi söylentiler çıktığından da haberimiz yok ama kendisi eski bir askerdir. Orduya duyduğu ilgi sebebiyle askeri konularda, ordu silahlarıyla, gizli görevlerle ilgili tonla eseri olmasına rağmen, kendisinin hikayeleri ile alakası yoktur. Vietnam savaşından göz bozukluğu sebebiyle evine yollandıktan sonra edebiyat eğitimi alıp kendini yazarlığa vermiş bir şahsiyettir sadece. Birçok gizli olayı, ordu içinde dönen konuları, devlet sırlarını roman ve konu yazarlığı yaptığı oyunlarında işlemiş ama bu detaylarla ilgili bağlantısı saptanamamıştır. Bu açıdan, Tom Clancy hakkındaki komandoculuk, muhteşem asker, tek kişilik ordu yakıştırmalarını tamamen unutuyoruz. Yazarlığına lafımız yok, son dönemde Red Storm firması ile ortaklaşa çıkardıkları ve eserlerini kullanan oyunlar yeterince kaliteli zira.

Bir miktar da Splinter Cell hakkındaki elimizdeki detaylara bakalım. Oyunumuz yazarın bir eseri değil, öncelikle bunu bilmemiz lazım. Ubi Soft firmasının elindeki Metal Gear Solid tarzı bir oyun düşüncesinin, 2002 yılında yazarımız tarafından geliştirilip, senaryo yapılmış halidir. Çok yakın tarihte basılı eser haline getirilse de bu kitap oyunumuzun senaryosudur yani.

Oyundaki karakterimiz Sam Fisher adlı, çok gizli “Third Echelon” (3. Seviye) grubunun üyesi olan bir asker. Bu birliğin arkasında da “NSA” (National Security Agency – Ulusal Güvenlik Ajansı) denilen bir kuruluş var. Grubumuzun amacı, “fazla bilgiye gerek yok, gidin ve işinizi yapın” görevlerini üstlenmek. Soru sormuyor ve gereken bütün işlemleri hallediyorlar. Her görev için tek adam yolluyor ve ondan kesin başarı bekliyorlar.

Ve biz, Sam Fisher olan biz de 3. Dünya savaşının çıkmasını engelleyecek kişi olarak teröristlerin üzerine atılıyoruz. Bu konu artık herkesi baymadı mı? Tek adam Dünya’ya karşı…
Bu kadar giriş yeterli. Şimdi herkesin okumak istediği şu oyunun bize düşen kısmıyla uğraşalım bakalım.

İlk oyunun üç cd olduğunu söylemekle başlayalım. Bu demek oluyor ki uzun sürecek bir aksiyon, mu acaba? Oyunun belirtilen bitirilme zamanı ortalama 16 saat. Kusura bakmasınlar ama tek cd olan oyunlarda günlerce oynamak gerektiğini biliyor artık bu oyuncular. Ama bu kusuru kolayca geri plana atabiliriz. Oyuna alışmak içinde gene en azından bir yarım saat gerekli bana kalırsa. Kontrolleri öğrenmek kolay olabilir ama gerekli yerde gerekli hareketi yapmak için sadece kontrolleri öğrenmiş olmak yetmez.

Grafiklere geçelim hemen sektirmeden, durmadan. Yan bardaki resimleri incelerseniz, oyunun işinde ne kadar ciddi olduğunu görebilirsiniz. Elimizdeki materyal gölgeler, ışık oyunları, seken kurşunlar ve duvarlarda kalacak izler barındırıyor ve bunları ciddi şekilde başarılı olarak yapıyor. Altından çok güzel kalkıyor diyebilirim yani. Şu standart olan ve her övülen oyunda olması bahsedilen ışık ve gölgelendirme efektleri de tabi ki grafiklerin şanından yer buluyor kendine. Hepsinin dışında, oyundaki her materyal etkileşime girilebilir. Gidip lambalara ateş edip patlatın, büfeleri yıkın, masanın üzerindeki kutuları parçalayın ve hemen arkasından yere dökülen parçaların etrafında gezip gölge oyunlarını izleyin. Eğlencesi cidden fazla ve biraz daha uğraşsalar duvarda hayvan figürleri çıkarabilecek bir kahramanımız olacakmış. Peki bu derece başarılı grafikleri neye borçlu bu oyun? Tek kelime, Unreal. Evet, oyunumuz Unreal motorunun birinci şahıs modu için geliştirilmiş bir sürümünü kullanıyor. Ve evet, gerçekten de güzel kumaşa güzel elbise çıkmış. Ama ben bu tür oyunlarda grafikler bize ne kadar muhteşem gelse ve gözümüzden kaçsa da, kıvrımların çok daha fazla köşeli üçgenler yerine ekleme uçlar olduğunu görünce sinir oluyorum. Bu derece gelişmiş bir altyapıyı hazırladıktan sonra esas oğlanı biraz daha detaylandırmak neden bu kadar zor?

İkinci adımımız sesler. Gene aynı kelime, Unreal. Bu oyunda her şey bir ses. Ama her şey farklı bir ses. Bir lambayı patlatın, ardından bir avizeyi, hemen ardından bir masa lambasını. Tatmin olmadınız mı? Kalabalık bir alandaki insan seslerini dinleyin. Hatta biraz ileri gidip zencilerle beyazların ses farkına dikkat edin. Ya sonra, tatmin olmadınız mı? Elektronik aletlerin seslerini dinleyin. Bu konuda diyecek lafım yok diye kestirip atardım aslında ama gene bir ufak not düşmek benim için boynumun borcu gibi bir şey. Aynı Resident Evil serisi gibi, tonla ses yapan bu firma insanlarının içinden biri şu ayak sesine bir çözüm bulamadı mı? Ufak detay evet, üzerinde durmuyorum tamam. Biraz notunu kesip affediyorum.

Bununla birlikte sesler en büyük yardımcınız ve en büyük düşmanınız, unutmayın. Amacımız gizlilik değil mi? O zaman yerdeki kırık camlara basmayın, kapıları açarken dikkatli olun, ateş etmeden önce bir kere daha düşünün. Zira mutluluk sessizlikte burada.

Gelelim oyunun kontrollerine. Yukarıda dedik ki “başlamadan önce hareketlere alışın”. Boşa söylemedik herhalde. Oyundaki karakterimiz başarılı bir ninja, güçlü bir sumo, seri bir kartal ve keskin gözlü bir şahin sıfatında olunca insanın kontrolleri eline oturtması zaman alabiliyor. Ama bir kere alışınca da devamı geliyor. Zaten oyunun asıl sırrı kontrolleri çözebilmekte. Tellere tırmanmalı ve sessiz olmalısınız, bir iple binanın kenarından sallanmalı, iki duvar arasında akrobasi yapmalı ve daha da beteri, bunları çok seri yapmalısınız. Seri ve sessiz. Çekici gelse de korkutucu değil mi? İtiraf edelim ki zorlayacak gibi duruyor.

Buna da bir ufak ekleme ile yapımcılara teşekkür etmek isterim, düşük sistemlerde bile, genel “silahını doğrult ateş et” oyunlarında olan kare atlama sorununu aşmışlar. Çok rahat ve akıcı bir şekilde oynanabiliyor. Nice böyle kontrollere sahip oyunlar görmek dileğimiz…

Kontrolleri öğrendikten sonra eğlenceli tarafları da var. Stratejinizi belirleyip sessiz olmayı da becerebilirseniz, bütün bölümü bir güvenlik görevlisinin ya da bir teröristin arkasında gizlenip yürüyerek dolaşabilirsiniz. Komik mi geldi, belki de can çekişiyorsunuz bunları denemek için? Daha başlangıçtayız. Sizi fark etsinler ve onları öldürün. Sonra da taşıyın bakalım gizli bir yere. Yetmedi mi? Sizi buldular ve kaçmanız lazım ama yer kalmadı mı? Ne demek yer kalmadı? Bu oyunda pek sıkıntı yok. Tırmanın su borularına, kağıt kadar incelene kadar eğilin, elektrik kablolarına tutunun, merdivenlere tırmanın. Keyfi çıkmaya başladı gibi sanırsam?

Yapay zekaya ne demeli? Yapay zeka gerçekten zorlayıcı. Ama sadece oyunun başlarında. Bir saat oynadıktan sonra adamların hareketlerini dahi ezberleyebilirsiniz. Neyse ki yapımcılar söz verdikleri güncellemeyi çıkardılar da (haberler bölümümüzde ilgili dosyanın bilgisini de girdik) birazcık daha akıllandı beyefendiler. Yoksa sürekli köşelerde sıkışan düşmanlar sıkıcı olabiliyor.

Sistem gereksinimleri ile de ilgili bir ufak pasaj geçmek istiyorum. Ben bu oyunu baba yadigarı sistemimle oynadım. Düşük çözünürlükte oynadım ama oynadım. Sistemim de yadigar dediysem fazla da küçülmesin. P2 350, 256MB RAM ve 64MB GeForce 2 MX 400 ekran kartlı bir yadigar. Bu yadigarda oyun güzel güzel oynandı. Ama biraz daha detay istedim, biraz daha akıcı halde görmek istedim. Sonuç olarak henüz göremedim ama şikayetlerimi sistemi çok iyi olan bir komşuma ilettim, grafiklerdeki hataları onayladı. Yani benim sistemimden değil de oyundan kaynaklanan hatalar mevcut.

Yazımızın gene sonuna geldik. Kısa geldiyse oyuna başlamayı deneyin. Bu tarz oyunlar için ne kadar yazarsanız yazın, kendi türlerinde çok az adam oldukları için hepsi birbirinden güzel. Ama ben Metal Gear taraftarıyım. Ve maalesef ki fikrim değişmedi. Neden mi? Hemen anlatayım yazıyı bitirmeden o halde.

İlk oyunu oynamayan kaldı mı içinizde bilmiyorum ama Metal Gear, Hideo Kojima’nın sanat eseridir. Oyunu grafiklerle ve müziklerle ayakta tutmaz. Amacı oyuncunun oyuna bağlanmasını sağlamaktır. Öyle bir hikaye yazar ve o hikayeyi öyle dallandırıp budaklandırır ki, bir anda kendinizi devletin içinde, ona nefret duyan bir askerin çığlıklarının arasında bulursunuz. Kendinizi yalnız hissedersiniz, üşürsünüz. Aynı şekilde devam oyununa da hayat veren H.J., başarılı sistemini sürdürüp beni cezp etmeyi başarmıştır. Maalesef ki Splinter Cell yapısı itibari ile zaten kazanmak üzerine kurulu bir oyun oynatıyor. Solid Snake’in kesin tavırlı ama hikayedeki rolü belirsiz kahraman özelliklerini bulamıyorsunuz. Onunla yorulup, onunla sevinmiyorsunuz. Sadece kazanmış olmanın verdiği rahatlamayı bırakıyor elinize, kalanı olan o kalp çarpıntısı ve sizi oyunla aynı yaşamda bırakacak detayları içermiyor. Evet, ses olsun, grafik olsun, aksiyon olsun tam bir başyapıt. Ama ben oyunun hiçbir yerinde beni mest eden “Memories are not just sounds or pictures.They’re something between sounds and something between pictures.” (hatıralar sadece sesler veya sadece resimler değildir. Onlar seslerin ve resimlerin arasında bir yerlerdedir.) sözlerinin benzeri bir vurgun yemedim.

Amacım bir karşılaştırma yapmak olmasa da ben hala Metal Gear Solid II’nin PC versiyonunu bekleyeceğim. Ve o arada sanırım Splinter Cell ile iyi arkadaş olabilirim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu